

Aradan neredeyse bir ay geçti bu yürüyüş etkinliğinin üzerinden ve ben daha yeni kaleme alıyorum bu yürüyüşte yaşadıklarımı. Aslında hiç yazmayacaktım artık arşınladığım yerlerin güzelliklerini, özelliklerini. Ama yakınlarımın teşviği üzerine kısada olsa detaylara fazla girmeden yürüdüğüm rota ile ilgili bişeyler yazmaya karar verdim.
Gelelim yarasa mağarası macerasına; yolumuz uzun olduğundan her zamanki gibi erkenden kalktım ve Ayvalık ve Burhaniyeden gelecek arkadaşlarla buluşmak üzere Edremit'e gittim. Arabayı orduevinin araç parkına bıraktıktan sonra, buluşma noktası olan PTT önünde beklemeye başladım. Çok geçmeden saat 08;15 gibi gelen iki araçtan Erhan beyin kullandığı araca altıncı kişi olarak bindim.
EYBEK DAĞIMI, YARASA MAĞARASIMI ?
Daha arabaya biner binmez, Yarasa mağarası yerine kar olduğu değerlendirilen Eybek dağına çıkma konuşmaları geçmeye başladı. Açıkçası bu durum benim hoşuma gitmemişti. Çünkü öncelikle açıkcası hem menisküs ameliyatı sonrası ne durumda olduğumu bilmiyordum, hemde Eybek dağının ciddi derecede zorlu tırmanış gerektirmesi nedeniyle, halihazırda ekipmanım da dağa tırmanmaya uygun değildi. Bu nedenle Yarasa mağarasını görmek istediğim yönünde fikrimi beyan ettim. Her neyse sonuçta planlandığı şekilde Yarasa mağarasını görmek üzere Kalkım Karaaydın köyüne doğru rotamızı çevirdik.
KARAAYDIN KÖYÜ;
Hava kapalı ve hafif yağmurlu idi, Karaaydın köyüne geldiğimizde. Köy kahvesinin önünde araçlardan indik, çantalarımızı aldık ve kahvehanede, sıcacık kekik çaylarımızı yudumladık. Saat 09;25 gibi toplam 11 kişi yürümeye başladık. Yürüdüğümüz yol bir hayli çamurlu idi. 5-10 dakika kadar yürüdükten sonra yol kenarında bulduğumuz yeşil bir düzlükte, yoga hocası Burak beyin nefes ve bacak egzersizlerini topluca yaptık. Yağmur çisil çisil atıyordu, hemen hemen herkes yağmurluklarını giymişti. Herkes çamurdan kaçınarak, gözler yolda adımlarını dikkatle atıyordu.
KOCAOĞLAN'DAMI YÜRÜYÜŞTE BUGÜN !
Daha yarım saat yürümüştükki o da ne! Çamurda kocaman pati izleri. Hemen izleri incelemeye başladık. Muhtemelen bir ayı ve yavrusuna ait. İzler yolun sağında kalan bir derenin kenarından yola çıkıyor, yolda yaklaşık 20-30 m ilerledikten sonra solda bulunan yamaçta kayboluyordu. Tüm arkadaşlar bi heyecanlandık, maceraperest kimi arkadaşlar ayı izine rastladık diye sevindiler bile. Neyse tekrar yürümeye başladık, parkur çamurlu olmasına rağmen, genelde düz veya hafif rampaydı, taaki mağaraları görene kadar. Mağaralara gitmek için yoldan ayrılıp, önce altında akarsu bulunan bayağı dik ve kaygan bir yamaçtan aşağı inilecek, akarsu geçilecek ve tekrar çok dik ve kaygan bir yamaçtan yukarı çıkılacaktı. Tabi inmek hiçte yazdığım gibi hemen öyle kolay olmadı; sürekli yan basmaya, ellerle ise neresi denk gelirse tutunmaya çalışarak, gerçekten bi hayli endişeli ve heyecanlı, tehlikeli bir iniş gerçekleştirdik. Benim dizimdeki problem moralimi bozuyor, adımlarımı çok yavaş ve dikkatli atmaya çalışıyordum. Buradan düşmenin, çok ciddi sonuçlar doğuracağı kesindi. Açıkçası bu dağ başında, kimseye dert olmak istemiyordum. İniş kadar zor olmayan bir tırmanışla, geldik mağaranın önüne. Bu arada düşerek elini yaralayan Şerafettin beyin elini Cem bey ve eşi Ayşe hanım güzelce bir sardı ve bantladılar.
VE MAĞARADAYIZ...
Tepe lambalarımızı çıkardık, sessizce mağara içine girmeye başladık, tavana asılı yarasaları görmek bizi memnun etmişti ama elimizden geldiğince sessiz olmaya ve flaşsız fotoğraflar çekmeye çalışıyorduk. Olağanüstüydü! Hepimiz etkilenmiş ve mutluyduk. Çok fazla oyalanmadan mağaradan çıktık ve inişe geçtik. İnişte yine bir kaç arkadaş düştü, güldük, kalktı yürüdük. Tam akarsuyun yanında ateş yakıldı, çaylar demlendi. Herkes getirdiği yiyeceklerini yerken bir taraftanda sohbetler edildi. Tekrar mağara tarafındaki yamaçtan tırmanışa geçilerek dönüşe geçildi. Dönüş yolu dahada güzeldi, Ultramaraton koştuğum dönemler, Çekmeköydeki parkur aklıma geldi, hüzünlendim.
Dönüş yolu üzerinde solumuzda Kalkım göletini gördük, gürül gürül akan derenin üzerindeki tahta köprüden geçtik, çamurlu bahçe ve tarla yollarından başladığımız noktaya Karaaydın köyüne geldik. Toplam 12,6 km yol katetmişiz. Köyün girişindeki çeşmelerden herkes botlarındaki çamurları temizlemeye çalıştı. Saat 15;00 gibi tekrar köy kahvesinde sıcak soba başında sıcacık kekik çaylarımızı yudumlamaya başlamıştık. Hazırlandık, hareket ettik.
KALKIM GÖLETİ
Uzaktan gördüğümüz Kalkım göletini yakından bi görüp geçecektik. Kalkım göleti de görülesi bir yer. Gölet güzel güzel olmasına, manzara harika tam piknik yapılası yer ancak her yer çöp ve içki şişeleri ile kirletilmiş durumda. Nedense hiç şaşırmadım bu duruma. Sadece sinirleniyorum ve içimden basıyorum küfürü... Havada nasıl soğudu birden, yorgunlukta cabası.
Saat 17;00 gibi Edremit'teydik. Arkadaşlarla iyi temennilerle vedalaştık. Hemen aracımı orduevi otoparkından aldım ve tatlı bir yorgunluk ile diziminde bana fazla bir problem çıkarmamasının da mutluluğuyla evimin yolunu tuttum. Bakalım haftaya hangi dağın hangi köylerini, hangi yayla veya şelalelerini kimlerle birlikte keşfedeceğiz.
Bu yürüyüşü düzenleyen Erhan bey ve dizimdeki problemi öğrenir öğrenmez fındık ağacından bana baton hazırlayan Cem Bey (Ayşe hanımım eşi) başta olmak üzere, Ayvalıktan Meral, Özgün ve Ayşe hanıma, Şerafettin, Varol ve Cem Beye, Burhaniye'den Yahya ve Burak Bey'e çookkk teşekkür ediyorum.
Not; Çamuru bol, ayılarla aynı patikada heyecanlı ama kolay bir parkurda yürüyerek yarasaları kendi evinde ziyaret etmenin, beni etkilemesine göre parkuru değerlendirme puanım;10/8
(Murat Turan-Akçay 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder