İzleyiciler

28 Mayıs 2019 Salı

ALTINOLUK ŞAHİNDERESİ KANYONU SEYİR TEPESİ (19.05.2019)


ALTINOLUK - DAMLAKULE - ŞAHİNDERESİ KANYONU SEYİR TEPESİ (19.05.2019)

Haftalar sonra tekrar dağlara gidecek, patikalarla buluşacak olmanın garip heyecanı içerisindeyim. Garip diyorum çünkü dağları, ormanları çok özlememe rağmen, kalben buluşmaya hazır değil gibiyim... Bugünlerde ruhen büyük bir atalet içerisindeyim. Ama yürüyüş rotamızın içerisinde Şahinderesi Kanyonu ismini duyar duymaz canlanıyor, tereddütsüz bu yürüyüş etkinliğine gitmek için can atıyorum...

19.05.1919 Pazar...

Türk ulusunun milletçe yeniden doğuşunun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün benim doğum günüm bu gündür dediği, Samsun'a ayak basışının 100. yıl dönümü. Bu yıl ülkemizden ve yurt dışından bir çok vatandaşımız büyük bir coşku ile ulusumuzun kurtuluş ateşinin yakıldığı yer olan Samsun'a akın etti. Bizde gönlümüzü, kalbimizi Samsun'a gönderip, milli mücadelede hayatlarını vatanları için feda eden şehitlerimizi ve ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ü anmak üzere, kendimizi Kazdağlarının ormanlarına, kanyonlarına vurmaya karar veriyoruz.

Sabah erken saatlerde kalkıyor, kahvaltımı tek başıma yapıyorum. Eşim bugün kalkamıyor. Çünkü bu hafta kızımın sınav haftası ve onunla birlikte saatlerce ders çalışmanın vermiş olduğu yorgunlukla, kalkamıyor bu sabah... Bende zaten öyle ahım şahım bir kahvaltı yapmıyorum. Ayak üstü bir kase sütlü yulaf ezmesini kaşıklayıp, çıkıyorum alel acele evden...

Buluşma yerine tam saatinde geliyorum. Tabi her zaman ki gibi yine kimsecikler yok. Oturuyorum bir elektirik direğine sırtımı vererek, otların üzerine. Biran aklımdan hemen kalkıp, eve dönmek geçiyor. Ama bu düşünceyi hemen kovalıyorum aklımdan ve başlıyorum beklemeye, sağa sola bakınarak öylesine. Çok sürmüyor geliyor arkadaşlarım. İki araçtan ikincisine biniyorum dördüncü kişi olarak. Ve hiç beklemeden devam ediyoruz, Çanakkale yönüne doğru. Saatler 08;00'ı gösterirken giriyoruz Altınoluk'a. Yönümüzü dağın eteklerindeki meydana çevirip, tırmanıyoruz tatlı bir rampadan yukarı doğru...


Arabamızı meydanın hemen altında boş bir alana parkedip, merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. Ve her zamanki gibi koca çınarlar altında uluslarının kurtuluşu için canlarını ortaya koymuş Atatürk ve İnönü'nün, kafa kafaya hasbihal ettikleri çay bahçesine oturuyoruz... Geliyor çaylar, içiliyor büyük bir keyifle ve sohbetle...




Ve saatler 08;20'yi gösterirken, Altınoluk'un tarihi eski evlerinin arasından, oldukça dik bir rampa ile başlıyoruz küçük adımlarla tırmanmaya... Genişçe bir sokağın çıkıntısında, Yoga üstadı Burak kardeşimizin yönlendirmeleri ile kısa bir süre bedenlerimizi esnetip, nefes açma egzersizleri yapıyoruz...





Sonrasında yeniden başlıyoruz rampa yukarı yürümeye. Önce şifalı sarı kantaronlar karşılıyor zeytinlikler arasından bizleri. Çok sürmüyor, zeytinlikler yerini Kızılçamlara, sarı kantaronlar ise pembe ladenlere bırakıyor yerini. Rengarenk pembe ladenler bizim kadar "arı mayaları da" cezbetmiş olmalı ki onlarca arı vızıltı içinde bir o ladene bir bu ladene uçup, arka bacaklarını polenlerle doldurdukça dolduruyorlardı... Aslında arılarla çiçekler bir çift sevgili gibidirler. Biri balı için polen topladığı, diğeri ise neslini devam ettirebileceği yani tozlaşabildiği için mutludurlar aslında... Yani bu aşkta, al gülüm ver gülüm var, anlayacağınız...



Aşıkları geride bırakıp, oldukça açık bir havada ve yakıcı olmayan bir güneş altında devam ediyoruz yürümeye. Daha doğrusu tırmanıyoruz desek daha doğru olur. Terliyoruz daha şimdiden. Bir çeşme başına geliyoruz. İçiyoruz kana kana sularından, dolduruyoruz şişelerimizi yeniden. Ve tekrar yola revan oluyoruz...



Bu orman yolundan daha öncede bir kaç kez yürümüş, Narlı, Doyran köylerine gitmiştim. Yani aşinayım bu yollara. Mesela şu anda bulunduğumuz yerden Altınoluk ve sahil hattı muhteşem görünür. Ama maalesef an itibariyle sabahın boğucu sıcaklığına bağlı havadaki yoğun nem, denizin üzerine sis bulutu olup çökmüş ve bizden bu muhteşem görüntüyü saklıyor... Doğaya saygımız sonsuz. Bu gün değilse bile, bir başka zaman sunar nasıl olsa tüm güzelliklerini bize...





Yürüyoruz Kızılçamların arasında. Herkes yanındaki ile koyu sohbet içinde iken ben çoğunlukla en arkadan yürümeyi tercih ediyorum... Şimdi beni tanımayanlar, benim ne kadar yabani olduğumu düşünecektir belkide. Ama bir gelse, bir görse buraları ve rengarek çiçeklerle bezenmiş tabiatı. Bir duysa şakır şakır cıvıldayan kuşları, vızıldayan arıları ve uçuşan kelebekleri... İşte ormanda bütün bunlar sizi sizden alır, duymak istemezsiniz başka bir ses, insan sesi... Bazense sessizliğin sesidir sizi mutlu eden. Benim gibi...




Ormanın en derin kuytu köşelerinden birinde de olsanız, yinede kaçamazsınız insanlardan. Bizde kaçamıyoruz. Karşılaşıyoruz, ağaç kesim işi yapan bir aile ile. Kurmuşlar naylon brandadan bir barınak kendilerine. Evin kadını, çeşmenin dibinde bir yer ocağı yapmış, odun ateşinde yemeğini yapıyor. Ailenin erkekleri odun kesim işinde. Onlar gelmeden yemek işleri bitmeli, çocuklarla ilgilenilmeli... Ayak üstü biraz sohbet ediyor, hal hatır soruyoruz. Güler yüzü ile bizi yemeğe davet ediyor. "Allah ne verdiyse! " diyor... Kadınlarımız... Her yerde ve her koşulda erkeğinin yanında... Cefakar, fedakar... Mobilyasına bakın. İtalyan tasarımı sandalyelere inat yurdum insanı tasarımı "beş ayaklı tabure"... Harika, değilmi!.. Peki soruyorum sizlere mutluluk malda mülkte, cansız eşyalarda mıdır? Yoksa ki her koşulda sevdiğinin yanında olabilmektemi !... Varın siz bu konuyu düşüne durun, biz yolumuza revan olalım. Çünkü bugün yolumuz bi hayli uzun olacak...


Hala rampa yukarı tırmanış içindeyiz. Çok sürmüyor bir yol ayrımına geliyoruz. Sağımız bir yangın gözetleme kulesine, solumuz ise Şahinderesi Kanyonuna gidiyor. Tabiki buraya kadar gelmişken kuleye çıkmadan geçip gitmek olmaz. Ancak uzun süre yürüyüş yapmadığı için hamlayan Türkan hanım çıkmak istemiyor. Bizde onun daha fazla yorulmasını istemiyoruz ama onu burada yanlızda bırakamayız. İşte burada engin gönüllü Burak kardeşimiz öne çıkıp, biz kuleden dönünceye kadar Türkan hanıma eşlik edebileceğini söylüyor. Ve gönlümüz rahat, tam yedi doğasever, vuruyoruz kulenin rampa yollarına...






Saat 11;30. Yeşil yapraklı meşelerin, Kızılçamların arasından geçip çıkıyoruz terkedilmiş kuleye. Bu kulenin adı Damla Kule diye geçiyor. Hiç oyalanmıyor hemen tırmanıyoruz kırık dökük merdivenlerinden en tepesine. Gördüğümüz manzara bizi bizden alıyor. Kulenin bir tarafından sıcak hava sisi ile kaplı güzeller güzeli Edremit körfezi, diğer tarafından ise derin vadiler ve Şahinderesi Kanyonu'nun muhteşem görüntüsü ile mest oluyoruz. İçimiz tarifsiz bir coşku ile doluyor.



Hemen çıkarıyoruz al bayrağımızı çantalarımızdan. İstiklal harbinde vatanları için kanlarını döken tüm şehitlerimizi ve ulu önderimizi yüreklerimizin içinde hissedip, bayraklarımız havada, minnetle anıyoruz onları sessizce...


Ve iniyor, geldiğimiz yoldan geçiyoruz dönüşe... Yine en arkadayım. Yürürken ülkemi, ülkemin topraklarını, dağını taşını kuşunu ne kadar çok sevdiğimi düşünüyorum... Atatürk hatıralarında "Anadolunun dağ başlarında arkadaşlarıma söylemeyi adet edinmiştim" dediği, Gençlik Marşı'nı uygun adımda mırıldanırken buluyorum kendimi...

"Dağ başını duman almış
Gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar
Yürüyelim arkadaşlar
Sesimizi yer, gök, su dinlesin
Sert adımlarla her yer inlesin

Bu gök, deniz nerede var
Nerede bu dağlar taşlar
Bu ağaçlar güzel kuşlar
Yürüyelim arkadaşlar
Sesimizi yer, gök, su dinlesin
Sert adımlarla her yer inlesin..."



Yeşil ağaçların arasından çok sürmüyor, Türkan ile Burak'ı bıraktığımız yere geliyoruz. Yol kenarında ağaçların gölgesinde epeyce dinlenmiş olmanın tebessümü var yüzlerinde. Ve bir o kadarda, biran önce yola koyulmanın sabırsızlığını görüyoruz gözlerinden... Ve pek tabi bizde hiç oyalanmadan vuruyoruz tekrar yeşil ağaçlar arasından toprak orman yoluna....

Saat 12;40. Milli park girişine geliyoruz. Ama biz bugün milli parkın içine girmeyeceğiz. Bugün biz Şahinderesi Kanyonu'nu tepeden seyredeceğiz. Halbuki kanyonun içinde olmayı, buz gibi sularında yürümeyi ne kadarda arzu ediyorum bir bilseniz... Geçen yaz mevsiminden beri aklımda olmasına rağmen, bir türlü gerçekleştiremediğim bir arzu...


Neyse burada Altınoluk yerleşimine su taşıyan isale hatları var. Ve şimdi biz bu isale hattına yakın bir yerde taşı, yalağı olmayan yerden çıkarılan bir borudan ibaret çeşmenin başındayız. Bu çeşme bu noktadaki son su... Önce içiyor, sonra şişelerimizi dolduruyoruz tabiki...



Ve tekrar biraz geri dönüp, sağdan taşlı bir patikadan başlıyoruz tırmanmaya. Küçük taşlarla kaplı patika, bir süre sonra taş kaplı yola dönüşüyor. Oldukça büyük taş ve kaya kütlelerinin düzgünce yola döşendiğini görüyor hayret ediyoruz. Yıllar önce bu patikanın ulaşım yolu olarak kullanılmakta olduğu söylenmekte. Yine bu yola paralel çok eski su taşıma kanallarının olduğunu da belirtmekte de fayda var...




Tırmanıyoruz zor olmasada sıcak havanın etkisi ile zorlaşan patikaları. Ve arşınlıyoruz Kızılçamların gölgesinde dümdüz toprak yolları. Kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek nesnelerle karşılaşıyoruz dağın başında, ormanın derinliklerinde... Mesela bir deniz paleti gibi... Bu buraya nasıl geldi derseniz aklımıza gelen tek şey yangın söndürme helikopterlerinin denizde su alma keselerinden başka bişey gelmiyor aklımıza. Buda buralarda yüzmek için fazla açılmamayı akla getirsede, kendimi o helikopterin denizden su alan kesesinin içinde hayal edince, gülmekten alamıyorum kendimi... Denizde yüzerken bir bakıyorsun hoop havadasın ve bir müddet hava seyahati sonrası helikopterin su kesesinin ağzını açması ile hoop bir dağın başında...




Yürüyorum dudaklarımda bir tebessümle... Şahinderesi Kanyonu Seyir Terasına gideceğiz... Ama öyle kolay değil hemen oraya gitmek. Yine dalıyoruz üzerinde sekercesine yürüdüğümüz kayaların içine. Ve sonrasında toprak yamaç tırmanışı ve tekrar kayalıklar...




Saat 13;25. Ve işte nihayet geliyoruz kanyonun tepesine... Dikkatle herkes kanyonun metrelerce yüksekliğindeki dik uçurumun yanındaki kayaların kenarına gelip, anı fotoğrafı çektiriyor... Oturuyoruz burada dakikalarca. Acıkanlar bişeyler atıştırıyor, fotoğraf sevdalıları ise en güzel manzaranın peşinde...


 
Yarım saat kadar burada vakit geçirdikten sonra başlıyoruz dönmeye. Buralarda bu mevsimde Şakayık yerel ismi ile Ayı Güllerinin fazlaca olduğu söyleniyor. Bu çiçeği geçen yıl Sarıkız'a çıkarken Tozluca Yaylası mevkiinde görmüşte çook sevmiştim...Kayalıklardan iner inmez ilk Şakayık öbeği ile karşılaşıyoruz. Altın bulmuş gibi herbirimiz büyük bir sevinçle, ellerimizde fotoğraf makinaları üşüşüyoruz Şakayıkların başına...


Sağından solundan, alttan üsten derken onlarca fotoğraf çekiyoruz. Zor bela ayrılıyoruz onlardan... Gitmeliyiz. Yamaç aşağı bir dere yatağından aşağı doğru inmeye başlıyoruz. Adımlarımızı isteksizce atıyoruz... Ama yol boyunca bizi hiç yanlız bırakmayan Şakayıklar, boşuna endişe ettiğimizi fısıldıyorlar bize. Saatlerce ve kilometrelerce sık sık karşımıza çıkıp gönlümüzü hoş ediyorlar...


Nihayet çıkıyoruz toprak orman yoluna. Ve daha bir kaç adım atmışken, küçücük bir yılan yavrusunun yolun orta yerinde kala kaldığını görüyoruz. Yılanların üreme ve uyanma vakti. Yılan kardeşi rahatsız etmeden bir kaç fotoğraf alıp, yolumuza devam ediyoruz... Artık yemek molası vermeliyiz...


Saat 15;30. Sağımızda dere yatağına yakın yerde bir çeşme görüyor, molayı burada vermeye karar veriyoruz...


Cennet gibi bir yer burası. Şu ağaçların rengine, doğanın ahengine bir bakarmısınız... Çay için odun toplanıp ateş yakılıyor. Bugün benim hiç bir şey içesim yok. Bir ağacın dibine oturup atıştırıyorum kendimce bişeyler... Sonrasında dinlenmece...


Tam bir saat sonra toparlanıp, tekrar yola revan oluyoruz. Toprak orman yolunda bir süre ilerleyip, sabah ağaç kesimi yapan ailenin konakladığı yere geliyoruz tekrar... Öğlenden önce yemek hazırlığında gördüğümüz kadını bu sefer hamakta çocuğunu sallarken görüyoruz. Selam verip geçiyoruz. Ve sabah su doldurduğumuz çeşmenin yanından vuruyoruz belli belirsiz patika yola...




Ve birden mor çiçekleri ile yabani yoncalar ve onlarca arı ile karşılaşıyoruz. Her yer belimize kadar ot,. Nereye bastığımızı, neye bastığımızı bilmeden yine herkesin elinde bir fotoğraf makinası, düşüyoruz çiçeklerden polen toplamaya çalışan arıların peşine...



 
Ve tekrar orman içi patika yürüyüşleri ve nihayet çiçeklerle bezenmiş zeytinlikler ve de ardından Altınoluk sahili...




Zeytinlikler arasından yürürken her yeri bir kekik kokusu sarıyor. Bu kokuya kayıtsız kalamıyor, çaya çorbaya demet demet kekiklerimizi topluyoruz... Yol boyunca sahipsiz meyve ağaçlarından çeşit çeşit meyvelerin tadına baka baka ve ellerimizde demet demet kekiklerle dalıyoruz Altınoluk sokaklarına...

Saatler 18;55'i gösterirken arkadaşlarımızla, iyi temennilerle vedalaşıp tutturuyoruz evlerimizin yolunu...


SON SÖZ...
Yaklaşık birbuçuk yıldır hemen hemen her hafta kazdağlarının bir köşesini geziyorum. Ve her defasında gördüğüm güzellikler karşısında hem şaşkınlık yaşıyor hemde mutlu oluyorum... Açıkçası bu hafta haleti ruhiyem diplerde seyretsede, dağlar, kanyon ve de ormanlar ruhuma bir nebzede olsa iyi geldi. Sabah isteksiz gittiğim ormanlardan, akşam mutlu ve rahatlamış olarak döndüm... Tamı tamına 23 km yürüdüğüm bu haftaki parkurda rehberliği için Erhan beye, sohbetleri ile Alev, Türkan ve Meral hanıma, doğa ve bitkiler konusundaki bilgilendirmeleri için ise Recep bey başta olmak üzere yan yana yürüdüğüm tüm arkadaşlarıma çook teşekkür ediyorum...

Ruhuma ilaç olan ve yürüyüş sonunda beni sonsuz haz duygusuna boğan, bugünkü parkuru değerlendirme puanım;10/9.

Not: Bu yazıda kullanılan toplam 55 adet fotoğraftan 1. fotoğraf Muharrem Keskün, 4. 53. ve 55. fotoğraflar Erhan Çifti, 24. fotoğraf Recep Memiş ve 25. ve 37. fotoğraf Merak Kantur'a ait olup, diğer çekimlerin tamamı bana aittir.

Murat Turan - 2019