İzleyiciler

28 Mayıs 2018 Pazartesi

MEHMETALAN AKYER-KAPANTI DOĞA YÜRÜYÜŞÜ (27.05.2018)




MEHMETALAN AKYER-KAPANTI DOĞA YÜRÜYÜŞÜ (27.05.2018)


Bu gün günlerden pazar. Ve biz genelde pazar günleri çok erken kalkar, doğa yürüyüşleri için çok uzak yerlere gideriz. Ama bugünkü etkinliğimiz, Zeytinli Akyer'de. KDSG ile buluşma yerimiz de haliyle, Zeytinli Köy meydanı olacak. Burası bana çok yakın, ama alışkanlık olsa gerek, ben yine çok erken kalktım ve Zeytinli'ye geldim. Zeytinli'de, kısa bir sabah turu yaptıktan sonra, arkadaşları beklemek için meydandaki çay bahçelerinden birine oturdum. Arkadaşlarım, 10;23 gibi geldiler. Ben ikinci araca bindim ve hiç durmadan devam ettik.

10;30'da Mehmetalan köyündeydik. Köy meydanından, kamp ve piknik alanlarının olduğu, sağa saptık. Çakırın Yerinin yanından ve köprüden geçip, hemen orada, çeşme başında, araçlarımızı parkettik. Toplam iki araç ve dokuz kişiydik. Aramızda, uzun zamandır yürüyüşlere gelemeyen, arkadaşlarımızda vardı. Herkesle kısa bir selamlaşma ile hiç oyalanmadan çantalarımızı alıp, tekrar köprünün diğer tarafına geçtik. Saatler 10;38'i gösterirken, köprünün hemen sağından, Endes Kamp alanı yönüne doğru, başladık yürümeye.

ÇİSİL ÇİSİL YAĞMUR...
Sabah, hava parçalı bulutlu, ama sıcaktı. Şimdi ise tamamen kapalı. Ve daha beş dakika olmamıştıki yürümeye başlayalı, yağmur atıştırmaya başladı. Herkes bu yağmurun, geçici olduğunu düşünüyordu, ama yinede yağmurluklarımızı giymiştik. İlerleyen saatlerde, iyiki giymişiz dedirten, deli gibi olmasada, ciddi anlamda ıslatan bu yağmurun, neredeyse yürüyüşümüzün büyük bir bölümünde, bizi hiç bırakmayacağını görecektik...
Neyse, yağmurla birlikte patika toprak yolda yürüyoruz, yol hafif rampa, sohbet koyu, hissetmeden tırmanıyoruz. Önceleri solumuz zeytinlik, sağımız zeytinlik. Ama yükseldikçe zeytinliklerin yerini, kızılçamlar alıyor, nisbeten daha geniş toprak yol, yağmurla birlikte kayganlaşan, keçi patika yollarına dönüşüyor. Zakkumlarıda, unutmamak lazım. Yolun bir bölümünde sağlı sollu, rengarenk açmış ne de çok zakkum ağacı var. Burada yürürken insanın içi açılıyor. Bugün yağmur nedeniyle, cihazın zarar görme olasılığına karşı, bir çok güzelliğin fotoğrafını çekemediğim için üzgünüm...

NE YAĞMUR, NE ÇAMUR DURDURAMAZ BİZİ. BU BÜVET'TE YÜZÜLECEK...
Yağmurla birlikte biraz zorlu, birazda kaygan ve tehlikeli hal alan, yaklaşık son bir km.lik patika inişi ile saatler 12;30'u gösterirken, nihayet zümrüt yeşili büvet'e geldik.
Ancak büvet yanlız değildi, büvet'in çadırlı bir çift misafiri vardı. Büvet'in küçücük kumsalında ateş yakmış, çaylarını içiyorlardı. Tabi bizi görünce, haliyle rahatsız oldular. Çok geçmeden, sessiz sedasız çadırlarını topladılar ve derenin karşısına geçip, ağaçların arasında kayboldular. Bazen az, bazen çok yağan yağmur, hiç durmamıştı. Ama ben ve Suat bey hiç vakit kaybetmeden, şortlarımızı giyip, yeşilin bütün tonlarını barındıran, buz gibi berrak büvet'in içine, bırakıverdik bedenlerimizi. Önceleri, soğuk gelen suya vücudumuz alışınca, ben bir o tarafa, bir bu tarafa yüzerken, Suat bey bir kayanın üzerine çıkıp, defalarca kendini büvet'in derin sularına atıyordu. Bi hayli kalmıştık suda, çıktık büvet'ten. Üzerinde çay demlenen ateşe sokulduk, üşüyen bedenlerimizi ısıttık. Bir şeyler atıştırdık, sohbet ettik ateşin etrafında, yağmurda hiç durmamıştı, toplandık ve saat 13;45'de düştük yola...

YOL MOL YOK KARDEŞİM...
Yol mu? dedim. Ne yolu! Resmen yosun tutmuş, ıslak, kaygan kayaların üzerinden, geçit vermez dal-budakların arasından, ine çıka, düşe kalka, hep nereye basacağım dikkati ile gözlerin atılan adımdan başka bir yeri görmediği, tam tamına bir saatlik adrenalin yolu, bu yol... Coşkun akan dereden, karşıya geçebileceğimiz bir yer arıyoruz. Buluyoruz bir yer; "İşte buradan geçeceğiz" diyoruz. Ve botlarımızı çıkartıp, dizlerimize kadar gelen suya giriyoruz, yosundan sabun gibi kayganlaşan taşlardan düşmemek için yardımlaşarak geçiyoruz karşıya. Nihayet derenin karşısındayız, herkes olduğu yerde taşların üzerine oturuyor, nefeslenip botlarımızı giyiyoruz. Buradada yüzülesi, çok güzel bir büvet olduğunu farkediyoruz...

Saat 14;55, yağmur durdu, güneş yükseldi, sıcak iyiden iyiye sırtımıza işliyor. Halâ dere yatağındayız, hareketleniyoruz ve vuruyoruz ağaçların arasından, çok dik patika yola. Kısa ama zorlayıcı bir tırmanışla, Mehmetalan Kirsealanı yolundayız. Yol, araçların kullanabileceği şekilde çok düzgün. Yürüyoruz güneşin altında, Mehmetalan köyüne doğru. Dere sağımızda kaldı, biraz daha ilerleyince, nisbeten yoldan daha alt seviyedeki uçsuz bucaksız zeytinliklerin görseli, gönlümüzü okşuyor. Uzaktan görünen Zeytinliklerin kızılçamlarla birleştiği yer ise bizim sabah, "Akyer Büvet'e" gittiğimiz patika yoldu.
Sabah yağmur altında, dik, kaygan ve kısmen kayalık patika yollarda yürüyorduk, ama şimdi yolumuz düz ve hava güneşliydi. Sohbet ederek yürüdük, fotoğraflar çektik, yolda gördüğümüz çeşmelerden suyumuzu içip, yüzümüzü yıkadık.

KAFAYA YAZDIK...
Yürüyüşümüzün sonlarına doğru, saatler 16;15'i gösterirken, Hızır Kamp alanını biraz geçince, çağıldayan bir dere sesi duyduk. Ve dere kenarına gittiğini farkettiğimiz bir patika yoldan, indik aşağı. Önce zakkumlar ve diğer ağaçlar arasında, kamp ateşi için kullanıldığı belli olan, taşlarla çevrili birden fazla ocak ile karşılaştık, sola döndük ve durduk... Koca bir çınar ve gölgesinde, harika bir büvet, karşımızda duruyordu. Ağaçlardan, gökyüzü görünmüyordu. Epey büyük ve derin olan büvetin rengi; zümrüt yeşilimi desem, ağaçların binbir çeşit yeşilimi desem bilmiyorum. Ama büvet, yeşilin tarif edilemez binbir tonunu, taşıyordu adeta. Büyülendi buraya gelen herkes. En azından ben burayı kafama yazdım, tekrar mutlaka gelmeliyim diye. İstemeyerekte olsa, ayrıldık bu büvet'ten...

GÜNÜN MİNİK GÜZELİ...
Yürümeye devam ettik yoldan, ama 20-30 m ilerlemiştikki solumuzda; minik, ama görselliği ile kendisine şöyle bi durup baktıran, bir şelalecik vardı. Bizde öyle yaptık, bir kaç dakika oyalandık burada ve fotoğraflarını çektik...

Daha sonra yürümeye devam ettik ve sırasıyla, Endes Kamp alanı ve köy mezarlığının yanından geçip, saatler 16;38'i gösterirken, araçları bıraktığımız köprünün başına geldik. Arkadaşlarla burada vedalaşıp, Muharrem beyin aracına bindim. Erhan bey aracı ile önden, biz arkadan gidiyoruz, daha köy meydanına çıkmadan, Erhan bey sağda durdu. Bir baktık, üzerinde üç beş dut olan, bir ağaç. Perşembe günkü dut şöleninden sonra, hiç inmeye tenezül etmedim. Perşembe günkü dut ziyafetini, o kadar çok anlatmıştık ki hiç yemeyen arkadaşlar yesin istedim. Biz daha fazla beklemeden, ayrıldık. Ve saatler 17;04'ü gösterirken, Zeytinli meydanda, arkadaşlarla iyi temenni dilekleri ile ayrıldık...

SON SÖZ;
Bana, doğa harikası, çok güzel büvet'lerin yerini gösteren ve buralarda yüzmemi sağlayan Erhan bey başta olmak üzere, yol arkadaşlarım Suat bey ve eşi Songül hanıma, Necla ve Özgün hanıma, Burak, Şerafettin ve Muharrem beye sonsuz teşekkürler...

Yağmuru severim, patikaları, ovaları, dağları, ağaçlarıda severim, ama doğanın tam orta yerinde hem içebileceğim hemde yüzebileceğim suları daha da çok severim. Bugünkü parkuru, yağmuruyla, tırmanışıyla, tehlikeli patikalarıyla vede yüzülesi berrak büvet'leriyle, değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)

26 Mayıs 2018 Cumartesi

BİLİNMEYEN BİR YER; O KULE'NİN KEŞFİ (24.05.2018)





BİLİNMEYEN BİR YER; O KULE'NİN KEŞFİ (24.05.2018)

Erken kalktım ve erken geldim bugün Edremit'e. Hava parçalı bulutlu, ama ılıman. Atatürk heykelinin olduğu şehir meydanında, küçük bir manolya ağacının altındaki banka oturdum, arkadaşlarımı bekliyorum. Şehir çoktan uyanmış, öğrenciler, memurlar bir koşturma içinde, esnaf dükkanlarını yeni yeni açıyor, belediye temizlik işçileri ise harıl harıl, ellerinde süpürge-kürek bir o tarafa, bir bu tarafa dönüp duruyorlar...
Bugün "o kule" diye çıktık yola ama açıkçası nereye, nasıl bir araziye gittiğimizi bende bilmiyorum. Parkuru Erhan bey biliyor ve birazdan Ayvalık'tan beni almaya geldiklerinde, arabada detayları öğreneceğiz.
Saatler 08:12'yi gösterirken, geldi keşif arkadaşlarım ve hiç beklemeden düştük keşif yapacağımız " O kule" yoluna.

HEDEF, KARADAĞ KULE.
Yolda öğrendik ki gideceğimiz yangın gözetleme kulesinin ismi, Dereli Köy sınırları içinde bulunan "Karadağkule".
Edremit'ten Hanlar yoluna saptık ve Diş Hastahanesi sapağından içeri girerek Dereli Köy yoluna girdik.
Şehir merkezine çok yakın olan köy merkezine, yaklaşık 15 dakika sonra girip, aracımızı köyün diğer çıkışında parkettik.
Saatler 08;28'i gösterirken, hafif rampa toprak yoldan yukarı doğru, başladık yürümeye. Toprak hafif ıslak, yükselen güneşle birlikte, bitki ve ağaç yapraklarında biriken yağmur taneleri, inci gibi parlıyor.
Gelip geçen bir araçtan, yürüdüğümüz yolun, Ortaoba köyüne çıktığını öğrendik. Biraz yükseldikçe, gözlerimiz yemyeşil dağların, ovaların görüntüsü ile büyülendi. Toprak ise akşam yağan yağmurla birlikte, mis gibi kokusunu havaya salmış, biz doğaseverleri zevk sarhoşu yapıyordu. Bir ara Erhan bey, "dut ağacı olsada, biraz dut yesek" temennisinin üzerinden daha 5 dakika geçmeden, bir baktık solumuzda bir dut ağacı. Gerçi dut ağacının üzerinde, pek dut kalmamıştı ama, yine de Erhan beyin ağzını tatlandıracak kadar vardı...

KÖPEKLER VE DUT AĞACI.
Yürümeye devam ettik ve bir süre sonra ileriden, gök gürültüsü gibi sesi olan bir köpek havlaması duyduk. Ve önümüzdeki dönemeci dönünce, sağda bir çeşme, solda ise Balıkesir Fidan Üretme İstasyonunu gördük. Bu arada, gök gürültülü ses çıkararak havlayan köpeği gördük; iri yarı bir köpek beklerken, karşımıza bir av köpeği çıktı. Çeşmenin oralarda, bir sağa bir sola koşarak, bize olanca gücüyle havlıyordu. Fidan Üretme İstasyonunun önündede, "yerden bitme" bir köpek vardı. Diğeri havladığı için oda bize havlıyordu. Suat bey hemen küçük köpeğe doğru, sakinleştirici sözlerle yürümeye başladı ve köpek birden bire havlamayı kesip, bizleri izlemeye başladı. Bizden zarar gelmeyeceğini anlamış olmalı. Yolun karşısındaki çeşmenin yanındaki köpekte, havlamayı kesmişti. Çeşmeye yöneldik, o da ne? Dallarında bolca dut bulunan, koca bir dut ağacı. Dururmuyuz hiç! Herbirimiz hemen uzanıp, dut dolu birer dalı, çektik kendimize. Ve bal gibi tatlı, iri iri dut tanelerini ardı ardına gönderdik midemize. Bir dalı bitirip, diğerine geçiyorduk. Artık biri dur desin...

Saat 09;10. Midelerimiz dut ile dolu, Orman Fidan Üretme İstasyonunun yanından, vurduk rampa yukarı ağaçların arasına. Yaklaşık yüz metre sonra, ağaçlar arasından patika yola çıktık. Yukarı doğru sürekli bir tırmanış vardı. Toprak ve otlar ıslak, hava nem yüklüydü. Bunaltıcı nasıl bir hava vardı. Ama iyiydik, sohbetimiz neşeliydi.
Kuleye yaklaştıkça, yol boyunca bol miktarda sumaklar ve üzerinde rengarenk kelebeklerin uçuştuğu, pembe ladenler gözümüzü okşuyordu.

KARADAĞ KULE.
Saat 10;44 Kuledeyiz. Kıvrıla kıvrıla, tatlı bir eğimle yükselen, yaklaşık 5,5 km yol yürümüşüz. O kadar koyu bir sohbet içindeydik ki bir baktık kuledeyiz. Kulenin teras bölümüne çıktık. Edremit şehir merkezi, ayaklarımızın altındaydı. Altınkum, Zeytinli ve Akçay sahil hattıda olduğu gibi görüş alanımızdaydı. 15 dakika kadar takıldık burada, fotoğraflar çekip, saat 11;00'da ayrıldık. İnerken anladıkki çok dik bir rampa tırmanmışız.
Dönüşte, kelebeklerin adeta dans edişlerine şahit olduk. Erhan bey, bol bol kelebek fotoğrafı çekti.
Dönüş yolumuzu biraz daha uzatmak adına, aynı yoldan değilde, biraz daha sola doğru açıktan alarak, yürümeye devam ettik. Bu parkurda su sıkıntısı var gibiydi, hava gittikçe yakmaya başlamıştı, çam ağaçları arasından yürüyoruz, ve saat 11;55 gibi bir çeşme. Açıkcası suyu çok kaliteli olmasada çölde vaha bulmak gibi oldu bizim için. Su içtik ve 15 dakika kadar mola verdik. Ve tekrar başladık yürümeye, çok geçmedi düştük düz yola, yolun sağı solu zakkum ağaçları ile süslenmiş. Sağımızda ise sessizce akan, cılız bir akarsu...

DUT YEMEYE, KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM...
Saatler 12;35'i gösterirken, daha önce tanıştığımız köpeklerin havlama sesleri ile Fidan Üretme İstasyonunun alt tarafından çıktık. Bu sefer sağımızda, Fidan Üretme İstasyonu, solumuzda ise Dut ağacı ve çeşme.
Fidanlıkta çalışan ve gece gündüz orada kalan bir personel ile ağaç altında oturduk biraz, konuştuk sağdan soldan. Gitme zamanı, ama yolluk almadan olmaz. Yine dut ağacının dallarını çekiştiriyoruz. Yiyoruz, yiyoruz...

Saat 13;15. Geldik aracımızı bıraktığımız yere. Yürüdüğümüz mesafe 12 km. Toplandık, düştük yola. Gelirken, köyün içinde derenin kenarında, çok güzel bir alabalık tesisi görmüştük. Orada balık yemeye karar verdik. Ama boşuna heveslenmişiz, tesis malesef hizmet vermiyordu. Aldık voltamızı. Bişeyler atıştırıp, yüzebileceğimiz bir yere gitmek için tekrar yola koyulduk.

BUGÜN, DUT YEMİŞ BÜLBÜLE DÖNMEZSEK İYİ !
Erhan bey, direksiyonu Hanlar yönüne çevirdi ve Çamcı köyüne getirdiğinde bizi, ben bugün dut'a doyamadım dedi. Hiç itiraz etmedik. Ve biz dört silahşörler, dut ağaçlarını hemen kuşatma altına aldık. Ellerimiz, karadut'tan kan revan içinde, otomatik olarak koparılan dut'ları ağza atıyor, ağzımız ise geleni çiğnemeye fırsat bulamadan, dutları mideye gönderiyordu. Ağzımız; "Allahım bu ne lezzet derken", midemiz; "yeter artık" diye, feryat ediyordu. Ellerimiz ve dudaklarımız, karaduttan renk değiştirmiş, nefes nefese bitirdik dut yemeyi...

MEHMETALAN KÖYÜ.
Çıktık tekrar yola, bu sefer Zeytinli'den Mehmetalan köyüne geçtik. Çakırın Yerinde, yüzüp dinleneceğiz. Merdivenlerden indik, zümrüt yeşili büvetin dibine. Oturduk, tahta piknik masalarından birine. İlk suya giren, her zamanki gibi Suat bey oldu. Arkasından ben. İlk girişte soğuk gelen suya, vücut hemen alışıyor. Sonrası ise süper. Balıkların içinde, epeyce büyük sayılabilecek bir büvette, bir aşağı bir yukarı kulaç atıp duruyoruz. Bazı yerler boyu aşıyor, bazı yerler ise büyük kayalardan dolayı tehlike oluşturuyordu. Ama muhteşem bir yerdi.
Burası bence misafir getirilebilecek bir mekandı aynı zamanda. Masa ve mangal ücretini ödemek koşuluyla et, balık ne istersen dışarıdan getirebilirsin veya istersen oradan herhangi bir şey yiyebilirsin. Kısacası güzel bir mekandı. Gitme vakti geldi. Saat 17;00'ı gösteriyordu, "Çakırın Yerinden" ayrıldığımızda. Haa, unutmadan; Çakırın Yerinde'de dut ağacı vardı!..

Zeytinli meydanda, kısa bir çay molası ve Akçay'da vedalaşma...

Son söz; Bugünkü parkur kısmen tırmanış içeren, dere, şelale, kanyon ve bitki örtüsü olarak herhangibir özelliği ve de görselliği olmayan, çok kolay, içme su kalitesi düşük, kısa bir parkurdu. Ama bence, günün en önemli anları; Dut Ziyafetleriydi...

Değerlendirme; Parkur basit ve kolaydı, bu anlamda, 10/5 puan aldı benden. Ama günün ikinci yarısı, 10 numara 5 yıldızdı benim için.

(Murat Turan-Akçay 2018)

22 Mayıs 2018 Salı

EYBEK DAĞI ZİRVE (20.05.2018)




EYBEK DAĞI ZİRVE (20.05.2018)

Bugün, uzun zamandır sık sık adını duyduğum ve görmek için dört gözle beklediğim, Eybek Dağına gitme günü.
Sabah başka bir heyecanla, erkenden kalktım ve düştüm yollara. Ayvalık ve Burhaniye'den gelen arkadaşlarımla, saatler 07;10'nu gösterirken Edremit Ptt önünde buluşup, Hanlara doğru devam ettik.
Saat 07;45'de Hanlar'dan yürüyüşe başladığımızda, tam tamına 8 kişiydik. Ve birde Hanlar'da tanıştığımız bir sokak köpeği. Birkaç km geldi ardımız sıra köpek. Aramıza 50-100 m mesafe bırakarak, bizi takip ediyordu. Yolumuz zorlu ve uzundu. Köpeğin peşimizden gelip, perişan olmasını istemediğimiz için, defalarca kovalamamıza rağmen, ısrarla bizi takip ediyordu. Herneyse parkura dönelim; hava kapalı, serin ama üşütmüyor. Yani dağa tırmanış için çok ideal bir hava. Ormanlar içinden, çok güzel toprak bir yolda yürüyorduk.
Saat 09;00 gibi Ayıgediği Karanlıkdere yol ayrımından geçip, Döşemedere yönüne ilerledik. Yine bir Ayı'nın ben buradayım işareti ile karşılaştık. Üzerinde sinekler uçuşan, neredeyse dumanı üzerinde, çok taze bir Ayı pisliği gördük. Birkaç dakikalık fotoraf çekimi sonrası, yola devam ettik. Yaklaşık 10 dakika sonra, pazar günü yürüdüğümüz "Döşemedere Ihlamur Yolu" parkurunun, Hanlar-Eybek yol ayrımı ile birleştiği noktaya geldik. Ve sonrasında saat 09:30'da şelaledeydik.

AQUAPARK ŞELALE !
Bu şelalenin, bir önceki gelişimdede farklı olduğunu gözlemlemiş ve aklıma aquapark kaydırağını getirdiğini belirtmiştim. Evet bu şelale, tam anlamıyla bir aquapark kaydırağına benziyordu, ama asla kayılmaması gereken bir kaydırak. Yoksa mazallah; ne popo kalır insanda, nede kırılmadık kemik. Şelalenin tadını çıkardık, fotoğraflar çektik, sularımızı tazeleyip, bodoslama vurduk ağaçların içinden, tepeye.

MEST EDEN TIRMANIŞ...
Şelalenin döküldüğü yere çıktık ve hemen üstünden başladık tırmanmaya. Tırmanış dik, sık ağaçlar arasından bulutların üzerinde olduğumuzu görüyoruz, ortam fantastik, yorgunluk yok denecek kadar az, ama yinede arasıra 1-2 dakikalık nefeslenme araları ile saat 10;20'de Eybek 1,5 km, Hanlar 6,5 km yazan levhanın olduğu Karanlıkdere yoluna çıktık. Tırmanış parkuru o kadar güzel ki beni adeta mest etti. Birkaç dakika nefeslenme ve tekrar vurduk rampa yukarı. Gökyüzüne uzanan göknar, karaçam ağaçları arasında yürürken, zaman zaman sis bulutlarının içine girdik, ıslandık, çıktık. Kimi zaman devasa kayaların üzerinde sekerek, kimi zaman çürümüş devrilmiş ağaçların üzerinden atlayarak, belli belirsiz patika yollardan, nihayet geldik Su Çıktığı'na. Ben böyle; güzel, yormayan ama bulutların üzerine tırmandığını hissettiren, sisler içinden uzanan bitki ve ağaç silüetleri ile insana iyiki buradayım sevinç patlamaları yaşatan bir tırmanış görmedim...

SAAT 12;00, SU ÇIKTIĞI' NDA MOLA.
Buraya ilk geldiğimizde dikkatimizi çeken şey, sanki yağmur yağıyordu, ama yağmıyordu. Ama biz ıslanıyorduk. Hava sisli ve ağaçların yaprakları o kadar su damlacığı ile dolu ki. Yağmur olup, üzerimize çiseliyordu adeta.
"Su Çıktığı" adını, devasa bir kayanın altından buz gibi suyun çıkmasından aldığı belliydi. Kaz dağlarının derinliklerinde, Eybek'in kalbinde, sisler içinde, kayaların arasında, ıslak ağaçların altında esrarengiz bir yerdi, burası. İşte böyle bir yerde yaktık ateşimizi, içtik sıcacık çaylarımızı. Dinlendik, atıştırmalıklarımızı yedik, sohbet ettik. Mutlu ve neşeliydik. Ama Eybek bizi çağırıyordu, çok az kalmıştı kavuşmaya. 45 dakikalık bir molanın ardından, başladık tekrar tırmanmaya. Herkes çok canlı ve hevesli. Önce, kayalık ve çürümüş-kurumuş ağaçların çok olduğu, bir bölgeden geçtik, ağaçlar seyrekleşti, tek tük göknarları geçince çorak, kayalık bir düzlüğe çıktık. Eybek zirve karşımızda duruyordu, durmadık, tırmanmaya başladık kayaları.

EYBEK ZİRVE...
Saat 13;10 ve 1249 rakımlı, Eybek Babadayız...
Sisten 10 m ötemizi görmüyoruz. Hava nisbeten rüzgarlı, ama hiçte rahatsızlık vermiyor. Halbuki buranın şiddetli rüzgarlarının, adam uçurduğunu söylemişlerdi. Fotoğraflar çekildik, Eybek Babanın sağını solunu düzelttik. Herbirimiz sırtını bir kayaya verdi, kapattı gözlerini; huzur, dinginlik, mutluluk, sevinç...

KİMDİR, EYBEK BABA !
Bin pınarlı Kazdağları’nın her köşesi adeta, ayrı bir gizem, ayrı bir ruh taşımaktadır. Bunlardan biriside, Kazdağları’nın doğu zirvesindeki Eybek Dağı’nda bulunan, Eybek Baba Türbesidir. Belirli bir hikayesi olmamakla birlikte, yaygın olan söylence; Eybek Babanın iftiraya uğrayan, ermiş bir çoban olduğudur. Bölgede yaşayan Türkmenler tarafından Sarıkız’dan sonra kutsal sayılan bir türbedir. Ziyaretçiler tarafından başörtüsü bağlanmakta, mum yakılıp dilekte bulunulmaktadır...

DÖNÜYORUZ...
Gitme zamanı, saat 13;50. Dönüşümüz güney yamaçtan olacak. Başladık yürümeye, inişte benim sağ dizim, sinyal vermeye başladı. Hemen taktım dizliğimi. Bugün bizimle ilk kez gelen, Ayvalık'tan Ahmet beyin dizide fena ağrıyor, ağır aksak zorla yürüyordu. Kenan bey, yanında taşıdığı dizliği Ahmet beye verince, oda biraz daha rahat yürümeye başladı. Bundan sonraki yolumuz nisbeten düz, patika ve hep inişti.
Yolumuz üzerinde, KDSG'nin daha önceden dostu olan bir çobana ait saya ziyaret edildi, çoban yoktu ama oğlaklar sevildi, fotoğraflar çekildi. Dönüş yolumuz, yürümesi çok kolay ve eğlenceli patika bir yoldu. Ama yinede bu patikadan saya'ya katırlarla eşya taşınması veya saya'dan aşağıya süt taşıması yapıldığını düşününce, insan hayretler içinde kalıyor. Hayat bazı insanlar için gerçekten çok zor.

Saat 14;30-14;40 arası, kısa süreli bir mola veriyoruz. Sonrasında yaklaşık 25 dakika yürüdükten sonra, yanında çok güzel bir çeşme olan toprak bir yola çıkıyoruz. Saatler 15;15'i gösterirken, buradan gönüllü beş kişi ile yaklaşık 100 m rampa yukarı toprak bir yoldan Eybek Yangın Gözetleme Kulesine çıktık. Gittiğimizde kulede görevli kimse yoktu. Kulenin üstünden; bir taraftan, saatler önce misafiri olduğumuz, sisler içindeki müthiş Eybek dağını, diğer taraftan, madencilerin kel tavuğa çevirdikleri, Havran maden bölgesini gözlemledik. Kulenin bir tarafında haz, tebessüm ve mutluluk, diğer tarafında ise hüzün, öfke ve çaresizlik...

Geldik çeşme başında bıraktığımız arkadaşlarımızın yanına. Ve hiç duraksamadan saatler 15;30'u gösterirken, düştük dönüş yoluna.
15 dakika sonra, bir yol ayrımı ve bir çeşme daha. Çeşmede, elimizi yüzümüzü yıkadık, tam ayrılacağız, karşımızda; her iki yanlarında süt güğümleri bulunan iki katır ve öndeki katırın üzerinde saya sahibi çoban. Bizi görür görmez taa uzaktan otuziki dişini birden göstererek yaklaştı bize. Nasılda bir içten tebessümle selam vermiş ve sohbete başlamıştı. Ayak üstü samimi bir hoşsohbetin sonunda, düştük yine yola. Ve saatler 16;44'ü gösterirken geldik Hanlar bölgesine, araçlarımızın yanına. Toplam 18,80 km yol yürümüştük. Açıkçası, üzerimizde yorgunluktan eser yoktu ve çok mutluyduk.
Burada grubumuz yine ikiye ayrıldı, ben Erhan beylerin aracına geçtim ve Kalkım'a çilek tarlasına yollandık. Mis kokulu kasa kasa çileklerimizi aldıktan sonra, Kazdağlarının buz gibi sularından damacanalarımızı doldurduk, Çamcı köyünde dalından dut, erik yedik ve güler yüzlü, gönlü bol, misafirperver Fatma teyzenin çay, zeytin ve peynirinin eşsiz lezzetlerinin tadına bakıp evimizin yolunu tutturduk.

O BİZİ SEVDİ, BİZDE ONU SEVDİK.
Haa, bu arada köpeği soracak olursanız, önceleri bizi 40-50 m geriden takip eden sadık dostumuz, sonraları bizimle diz temasıyla patikaları, kayaları tırmandı, Eybek zirve yaptı, döndü dolaştı ve Hanlar'da bıraktı bizi... Verdiğimiz iki lokma ekmeği bile, bizi kırmamak için zorla yedi. Onun istediği dostluktu, sevgiydi. O bizi sevdi bizde onu sevdik...

SON SÖZ...
Bugünkü etkinliğin planlayıcısı ve rehberi olan Erhan beye ve yan yana yürümekten, sohbet etmekten büyük bir keyif aldığım yol arkadaşlarım; Özgün ve Necla hanıma, Suat, Kenan, Muharrem ve Ahmet beye ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Değerlendirme; Bugün şelale vardı, patika yol vardı, çok sık ormanlarda çok dik tırmanışlar vardı, binbir çeşit bitki, ağaç, börtü böcek vardı, Ayı kardeşin ben buradayım işareti vardı, sis-pus vardı, kayalık vardı, su çıktığı vardı, Eybek zirve vardı, rüzgar vardı, güneş vardı, saya ve oğlaklar vardı, soğuk sularıyla çeşmeler vardı, bize yol arkadaşlığı yapan köpek vardı, Kalkım'ın mis kokulu çileği, Çamcı köyünün dalından beyaz-kara dutu, güler yüzlü misafirperver Fatma teyzesi vardı. Vardı da vardı....Daha ne olsun. İşte bu nedenlerle, bugünün ve bu parkurun beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)

16 Mayıs 2018 Çarşamba

DÖŞEMEDERE IHLAMUR YOLU (13.05.2018)






DÖŞEMEDERE IHLAMUR YOLU (13.05.2018)

Bu maceranın üzerinden üç gün geçti, hala iki satır yazamadım. Fırsat bulamadığımdan değil, nedenini bilemediğim üzerimde bir atalet, bir atalet.
Neyse ki bu sabah ara verdiğim spor salonuna, yeniden başladım ve üzerime bir canlılık geldi.
Evet, sadede gelelim; bu pazar Döşemedere Ihlamur yoluna gidecektik. Ve bu sefer Ayvalık, Gömeç ve Burhaniye'den iki araç ile gelen arkadaşlarım, beni tam saat 08;00'da, Edremit Ptt önünden aldılar. Serin ama çok güzel bir bahar sabahında, 08;40'da Kalkım'daydık. Kalkım'ın içinden çokta kötü olmayan, toprak maden yolundan Döşemedere'ye, yürüyüşe başlayacağımız noktaya doğru, yollandık. Nihayetinde araçlarımızı parkedip, saat 09;25'te yürüyüşe başladık. Kazdağlarının kuzeye bakan bu tarafı, o kadar güzeldi ki; hava üşütecek kadar serindi. Ağaçlar o kadar sık ve dallı budaklıydı ki, havada yükselen güneşin, zaman zaman ısısınıda, ışığınıda hissetmek ve görmek mümkün olmadı. Bulunulan ortam, insana olağanüstü sevinç, özgürlük ve bazende korku duygusu yaşatıyordu. Yürüyüşe başladıktan 5-10 dakika sonra, soldan Döşemedere üzerinden karşıya geçtik ve çoğunlukla ıhlamur olmak üzere kestane, meşe, çam ve hatta bir kaçta kiraz ağacından tutunda, hercai menekşesi, papatyası, sığır kuyruğu, kantaronu ve daha bir çok çiçek ve otlar arasında heyecan ve neşeyle yürüdük, tırmandık, yürüdük.. Ağaçlardan güneşi bir görüyor, bir kaybediyorduk.

KOCAOĞLANIN SELAMI VAR!..
Yolun yarı ıslak topraklı bir bölümünde, hayvan ayak izleri gördük. Bu ayak izleri tabiki hiç kuşkusuz bir kocaoğlana aitti. Daha yorum bile yapamadan, 20-30 adım atmıştık ki hemen sol tarafımızdaki yamacın 10-15 m uzağından gelen çok sert bir kükreme ile donduk kaldık. Hemen herkes sus pus, ani hareket yapmadan yavaşça uzaklaşmaya çalıştık. Koca oğlan kibarca bizi uyarmıştı. Nede olsa onun evindeydik. Bulunduğumuz noktayı tarif etmek gerekirse; ayının kükrediği sol tarafımız ağaçlarla kaplı dik bir yamaç, sağımız ise çok dik bir uçurum. Yani Ayı bizi kafaya taksa varın siz düşünün, halimizi...
Çok geçmedi, daracık patikanın hemen kenarında bir düzineye yakın arı kovanı ile karşılaştık. Ağız, burun ve göz bölgemizi baf'larla kapatarak resmen havada vızıldaşan binlerce arının içinden kovanlara teğet geçtik. Son 10 dakikada, arka arkaya adrenalin yüklemesi yapmıştık.

SARIKIZ ÇEŞMESİNDE, MOLA ZAMANI;
Saat 11;55. Aslında ne yorulduk, nede acıktık. Ama hem soğuk sularından içip, çay demleyebileceğimiz çok güzel bir çeşme vardı burada, hemde terimizi soğutup, biraz sohbet etme molasıydı bu. Yine ateş yakıldı, çay demlendi, atıştırmalıklar yenildi, sohbetler edildi.
Saat 12;50. Toplandık, tekrar düştük yola. Toplamda yaklaşık 8 km, çeşmeden sonra ise 500 m sonra sol tarafı Hanlar'a, sağ tarafı ise Eybek Dağına giden, yol ayrımına geldik. Tabelada, Eybek 3,5 km yazıyordu. Biz bu yöne doğru yürümeye devam ettik ve çok geçmeden yaklaşık 1 km sonra , saat 13;25'te Döşemedere Şelalesindeydik.
Bu şelale, yukarıdan direkt zemine dökülen bir şelale değildi, sanki aquapark kaydırağı gibi su, siyahımsı yekpare görünümlü kayanın üzerinden, kayarak dökülüyordu. Belkide, suyun azlığından böyle görünüyordu, ama yinede farklı bir güzelliği vardı. Her zamanki gibi fotoğraflar çekildik, güzellliği özümseyip, geldiğimiz yoldan geri yürümeye başladık ve yaklaşık 250 m sonra sola, dereye doğru inmeye başladık. Bir süre sonra, gerçekten ağaçların sıklığından, güneş görünmez oldu. Solumuzda şırıl şırıl akan Döşemedere, ağaçların içinde, etrafımızda uçuşan renk renk kelebekler arasında, harika bir patikada yürüyorduk.
Saatler 14;45'i gösterirken, ikinci kez keyif maksatlı, molamızı verdik. Ateş yakıldı, çaylar demlendi ikinci kez. Yenildi içildi, sohbetler edildi. Ve hatta, Darıdere'nin buz gibi sularına girdi, Suat bey... Yaklaşık bir saat süren molanın ardından, dereyi geçip, arabamıza doğru yürümeye başladık.

YÜZÜLESİ BÜVET'LERİ TEĞET GEÇMEK...
Hava bugün gölgede üşütüyor, güneşte yakıyordu. Suat bey dereye girdiğinde bile, hiç canım çekmemişti. Ama ikinci mola yerinden sonra, adım başı büvet'e rastlıyorduk. Hemde, öyle böyle değil; havuz gibi, akvaryum gibi berrak, köpüklü turkuvaz görünümüyle adeta içine çağırıp duruyordu. Giremedik içine, yüzemedik buz gibi sularında ama, önümüz yaz mevsimi ve biz yazdık burayı aklımızın bir kenarına.

Saat 16;38 ve araçlarımızı parkettiğimiz noktadayız. Bugün sabah Döşemedere'den yukarı tırmanmış, şelaleyi ziyaret ettikten sonra, tekrar Döşemedere'yi önce solumuza, sonra sağımıza alarak, çok keyifli olan parkurumuzu 16.4 km katederek tamamlamıştık...

Bindik araçlarımıza, Kalkım'a, çilekçi İlyas'ın tarlasına geldik. Kasa kasa ellerimizle topladık çileklerimizi, Hanlar'da Kazdağları'nın buz gibi akan çeşmelerinden, su damacanalarımızı doldurduk. Ve ben Edremit'te ayrıldım arkadaşlarımdan. Mutlu, huzurlu ve tatlı bir yorgunlukla düştük evlerimizin yoluna...

Teşekkür; Mutluluk, huzur ve ruh dinginliği hissine kapıldığım, adrenalinlerin yükseldiği, heyecan dolu bugünümü benimle paylaşan; yürüyüşün planlayıcısı Erhan bey başta olmak üzere, Suat bey ve eşi Songül hanıma, Kenan bey ve eşi Serpil hanıma, Özcan hanım ve Muharrem beye sonsuz teşekkürler...

Not; Bugünkü parkuru, bana verdiği haz ve heyecan yönüyle değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)


14 Mayıs 2018 Pazartesi

AYVACIK UZUNALAN KÖY ORMANLARI; KEŞİF (10.05.2018)






AYVACIK UZUNALAN KÖY ORMANLARI; KEŞİF (10.05.2018)




Günlerden, KDSG keşif ekibi ile keşif günü. Yani bugün açıkcası; bizi ne bekliyor, ne ile karşılaşacağız, hangi yola gireceğiz, hangi yoldan çıkacağız, bizde bilmiyoruz.
Sabah buluşma noktamız Yasa' ya gittiğimde, Ayvalık'tan arkadaşlarımın, benden önce geldiklerini gördüm. Kısa bir selamlaşma sonrası, saat 07;47'de Çanakkale yönüne doğru, yola koyulduk. Bugün yolumuz, biraz daha uzundu. Ayvacık'a bağlı Uzunalan köyü ormanlarını, patikalarını arşınlayacaktık. Hava açık, çokta rahatsız etmeyen tatlı bir sıcaklık vardı. Trafik, Yeşilyurt köyünü geçene kadar gayet rahattı. Ama Yeşilyurt köyünden sonra, bu yolu bilenler bilir; bol virajı ve sürekli tırmanışı olan gidiş gelişli, iki şeritli bir yoldur. İşte tamda bu noktada, birdenbire önümüzde ikisi tır, tam beş araç beliriverdi. Uzun bir süre, önümüzde çok yavaş seyreden tırların arkasından gittikten sonra, Yeniçam, Çaltı köylerini gösteren tabelalardan sağa dönüp devam ettik. Sırası ile Çaltı köyü, Güzelköy ve Baharlar köyünün içinden geçip, saatler 08;54'ü gösterirken, keşif yürüyüşüne başlayacağımız, Uzunalan Köyüne geldik.

BU KÖYÜN İNSANI, MUTLU EDER MİSAFİRİ...
Arabamızı, müsait bir yere parkettikten sonra, köylülerin sıcak karşılaması ile karşılaştık. Ayaküstü beş dakikalık çok güzel ve samimi bir sohbetin arkasından, kuşandık çantalarımızı, düştük yola. Ama daha 50 m gitmeden, sağda çınarlar altında, büyük bir bahçe içinde, bir grup köylü kadınından bazıları bize hoşgeldin deyip, buyur ettiler yanlarına. Hemen çay getirdiler. Yüzlerinden hiç eksik etmedikleri tebessüm ve samimiyetle sohbet ettiler bizimle. Hepside neşeliydi ve pozitif enerji saçıyorlardı etraflarına. Köyde, öğlen saatlerinde verilecek bir hayır yemeğinin hazırlığı için toplandıklarını söyleyip, bizimde yemeğe kalmamızı istediler. Kendimizi sohbetten zor alıkoyup, saat 09;20'de ormana doğru başladık yürümeye. Hemen köy çıkışında, "Uzunalan Gençler Hatırası" çeşmesinde, suyumuzu içip mataralarımızı soğuk su ile tekrar doldurup devam ettik. Karşımıza Orman Yangın Koruma İstasyonu ve bu noktadanda ikiye ayrılan yol çıktı. Bu yolun solu Kazdağı Tatil Sitesine, sağı ise Tuztaşı köyüne gitmekteydi. Biz yolun sağından, köprüden geçip Tuztaşı yönünden gitmeye karar verdik. Ve rampa yukarı yaklaşık bir km asfalt yolda yürüdükten sonra, tepede "Tuztaşı" yazan tabeladan sola, orman içine, patika yola döndük. Yol sürekli bir tırmanış içeren, ayak altından sürekli kayan taşlı-çakıllı, orman içinde, enfes güzellikte bir parkurdu. Tahminen 4-5 km sürekli, ama tatlı bir tırmanış sonrası, yine dipleri yemyeşil, büyük yapraklı eğrelti otlarıyla kaplı, Karaçam ağırlıklı orman yolundan inmeye başladık.

BAHARDA, ORMAN...
Ve yürüdükçe, bahar mevsiminin güzellikleri ve telaşı içinde bulduk kendimizi. Öyleki, sağımız solumuz; çoook uzaklardan bile bize göz kırpan, güneşin altında parlayan mor-lila rengiyle gönlümüzü ferahlatan, arıları ve kelebekleri etrafında pervane eden sayısız "deve dikenleriyle" doluydu. Yine, hiçte acele etmeden ilerleyen kaplumbağa kardeşe ve binbir telaş içinde, boylarından büyük gübreyi önlerinde yuvarlayan "gübre böceklerine" rastladık yolda. Attığımız her adımda, kulaklarımızda ezgisel bir tat bırakan, kuş seslerini hiç söylemiyorum bile. Hele, dere kenarına inmiş, yanlarında taylarıyla "yılkı at'larını." Anlatılmaz, yaşanır misali. Müthişşşş...

ÇÖP KONTEYNIRI...
Gördüklerimizi, belleğimize-yüreğimize sindire sindire yürürken; yabani tabiatın tam kalbinde, işgalci insanların yaptığı ve yaşadığı Kazdağı Tatil Sitesinin yanından geçtik. Ve saatler 12;45'i gösterirken soğuk suları, piknik masası ve dinlenme tahtı olan çeşme başında mola verdik. Hatta çöp konteynırı bile vardı, burada. Burada çöp konteynırı görmek, belkide beni en çok mutlu eden şey oldu. Yedik içtik, hatta bazı arkadaşlar şekerleme bile yaptı. Ve saat 14;30'u gösterirken toplandık, yola revan olduk.

BUZ GİBİ SULARINA GİRMEDEN OLMAZ!.
Mola yerinden, daha 15-20 adım atmıştıkki, oda ne. Şahane bir büvet. Yazık oldu, mola süremiz bitmişti. Hevesimiz içimizde, sağımızda derenin çağıldayan sesi, yürümeye devam ettik. Ama Suat bey çocuk gibi, illa biryerde suya girelim diye, tutturmuştu, yol boyunca. İçine girilebilecek bir büvet bakınarak, ilerlemeye devam ettik. Ve eh işte, içine girilebilecek, bir yer bulundu sonunda. Çok derin değildi, ama buz gibi sularıyla serinlemeye yeterdide artardı bile. Hemen Suat bey ile Erhan bey, kendilerini bırakıverdiler suyun içine. Açıkçası, bugün benim pek keyfim yoktu, suyun tadını çıkaracak. Bende, Özgün hanım gibi ayaklarımı sokuverdim, derenin berrak ve buz gibi sularına. Rengarenk "kız böcekleri", suyun üzerinde ahenkle dans ediyor, dere şırıl şırıl akıyor, Suat bey ise neşeyle, "harika! harika!" diye, söylenip duruyordu...

Saat 16;05 ve arabadayı bıraktığımız yerdeyiz. Sabah sohbet ettiğimiz Köyün ihtiyarları, yine sıcak karşıladı bizi. "Biraz sohbet edelim, sonra gidersiniz!" dediler. Kıramadık, beş dakika tahta banklara oturduk, sohbet ettik ve vedalaştık.

GPS = ERHAN
Erhan bey arabanın direksiyonunu, biraz önce yürüyerek geldiğimiz yöne kırdı. Tuztaşı köyüne gitmeyi planlıyordu ve daha yoldayken orman içi yollarla, Adatepebaşı köyüne çıkmayı düşündüğünü, söyledi. Önce Tuztaşı köyünde araçtan inmeden kısa bir attıktan sonra, Adatepebaşı köyüne varabilme ümidiyle, orman yoluna dalıverdik. Elimizde hernekadar Gps cihazıda olsa, defalarca çıkmaz dağ yollarına girdik, çıktık, kaybolduk, ama nihayetinde yolumuzu bulduk. Adatepebaşı köyüne yaklaştıkça, yollar bizede tanıdık gelmeye başlamıştı. Çünkü daha önce yürümüştük buraları. Saat 17;51. Geldik Adatepebaşı köyüne. Kaybolduk ama iyiki bu yoldan geldik diyorum, gördüklerim karşısında. Tabiatın içinde olmak güzel, be kardeşim... Aman, sakın bu yazımı okuyupta, bu yollara girmeye kalkmasın kimse. Eğer illaki gireceklersede, yanlarına mutlaka, bir Gps vede Erhan bey almalarını tavsiye ederim.

Saat 18;25'de Akçay'da, arkadaşlarımla vedalaşarak ayrıldım. Benim için yine farklı ve çok güzel bir gün olmuştu. Bugünümü benimle paylaşan, dört arkadaşıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Not; Bugün ormanın ta kendisini; bitkisi, böceği ve diğer hayvanlarıyla içimde hissettiren, yöre köylülerinin insana mutluluk ve enerji veren misafirperverlikleriyle, çok kolay ama eğlenceli, bu parkurun beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/9

(Murat Turan-Akçay 2018)



7 Mayıs 2018 Pazartesi

BİR GÜNDE İKİ PARKUR (03.05.2018)

BİR GÜNDE İKİ PARKUR
(KAVURMACILAR KÖYÜNDEN İSMAİLUÇTU ŞELALESİ - NARLI KÖYÜNDEN BAŞDEĞİRMEN KÖPRÜSÜ) (03.05.2018)




Bugün, keşif günümüz. Ancak, bugün biz bilmediğimiz yerlerin değil, aksine daha önceden yürüdüğümüz ve bildiğimiz, farklı iki parkurun keşfini yapacağız. Ne için mi ? Çünkü, hafta sonu, Ordu ve İzmir'den gelecek doğaseverler için uygun parkur oluşturmaya çalışacağız.
Her zamanki gibi Ayvalık'tan gelen çekirdek keşif ekibi, beni sabah saat 08;10'da, Yasa Avm'nin önünden aldılar. Hiç beklemeden, birinci keşif rotamızın başlayacağı, Kavurmacılara doğru yola çıktık.

1'NCİ KEŞİF; KAVURMACILAR-İSMAİLUÇTU.
Saatler 08;42'i gösterirken, Kavurmacılar köyünde aracımızı bırakıp, önce biraz gezindik etrafta. Bu köyde pek yaşayan yok gibiydi. Bizi girişte bir keçi ve yanındaki oğlaklar karşıladı. Restore edilen, çok güzel bir kaç taş ev vardı, ama hayat belirtisi yoktu. İlk olarak, daha köye girerken dikkatimizi çeken, tarihi olmasada, bi hayli eski zamanda inşa edildiğini düşündüğüm, sadece minareden ibaret, yapının yanına gittik. Spiral şekilde, döne döne yukarı çıkan taş merdivenli minarenin, oldukça dar olan içinden, şerefe bölümüne çıktık. Manzara süper. Ağaçlardan oluşan yeşil ve mavi denizin tüm güzelliği, kuşbakışı ayaklarımızın altında.
Bugün çok yapılacak iş var, Erhan beyin aşağıdan sesli ikazı olmasa; Suat bey, Özgün hanım ve ben, gözlerimizin önündeki manzara karşısında büyülenmiş olarak, daha çook kalabilirdik. İstemeye istemeye, indik minareden ve yanında çeşme olan koca çınarin sağından, patika yola doğru, yürümeye başladık. Çok sürmedi ilk sürpriz. Hemen patikanın yanında, Kazdağına özgü endemik bir bitki olan "yüksük otunu" gördü-gösterdi Erhan bey.
Yürümeye devam ettik, orman sıklaşmış, yürüdüğümüz patika yol gittikçe daralmıştı. Tek sıra halinde yürüyorduk. Kuş sesleri, adeta bizlerin sohbetine eşlik ediyordu. Çok sürmedi, saat 09;50'de şelaleye geldik. Bu sefer şelalenin döküldüğü yere kadar indik. Su azdı ama, şelalenin döküldüğü yer, yinede bir adam boyu derinlikteydi. Hemen mayolarımızı giyip, buz gibi köpüklü suların içine, bırakıverdik kendimizi. Havada bugün ne sıcaktı. Suyun keyfini çıkardıktan sonra, soğumuş bedenlerimizi, güneşte ısınmış kayaların üzerine atıverdik.
Saat 11;20'yi gösteriyordu. Yeterdi bu kadar keyif, toplandık. Şelaleye indiğimiz noktadan çıkıp, aşağı doğru uzanan, kanyona doğru ilerledik biraz. Ürkütücü ama çok güzeldi. Çıktık yukarı doğru tekrar, şelaleden karşıya geçiş noktasını, tespit edecektik. Çok şaşırmıştım. Su o kadar azalmışki. Halbuki, Mart ayının ilk haftası buraya geldiğimizde, coşkun sular bize geçit vermemişti. Ve biz şelaleyi geçemediğimiz için geriye dönmek zorunda kalmıştık.
Neyse, burada keşif işimiz bitmişti, geldiğimiz yoldan düştük patika yola ve saatler 12;15'i gösterirken Kavurmacılar'dayız. Yaklaşık 6 km yol yürümüştük. Hava çok sıcak olmaya başladı. Çınar altındaki çeşmede elimizi, yüzümüzü yıkadık, suyumuzu içtik, mataralarımızı doldurduk. Biraz soluklandıktan sonra, arabamızla indik Güre sahile.

GÜRE SAHİLDE, NE YAPTIK?
Bugünün, farklı bir keşif günü olduğunu, söylemiştim. Cumartesi günü, Ordu'dan gelecek Doğa Sporları Derneğine (ORDOST) mensup doğaseverler için akşam yeme içme yeri tespit etme ve rezervasyonunu yapacaktık. Amacımız, uzaklardan gelen doğasever dostlarımızın, gerek doğada ve gerekse şehirde en iyi şekilde ağırlanmalarını sağlamaktı.
Bir çok yeri titizlikle dolaştık. Erhan bey ince eleyip sık dokuyup, uygun olan yeri Ordu'daki arkadaşlarla kararlaştırdıktan sonra, bizde acıktığımızı farkettik. Saat 13;20 olmuştu. Hemen bişeyler atıştırıp, İzmirden gelecek doğaseverlerin yürüyeceği ikinci parkurun keşfi için, düştük Narlı yollarına.

2'NCİ KEŞİF; NARLI-BAŞDEĞİRMEN KÖPRÜSÜ.
Saat 14;12. Narlı köy kahvehanesinin, ağaçlar altındaki masalarından birine, oturuverdik. Söyledik ikisi kekik, dört çay.
15 dakika sonra, kalktık ve düştük yollara.
Bu parkur için söylenecek pek bir şey yok, zeytinlikler arasından, düz ve sürekli rampa aşağı doğru inen, bir patika yol. Bu yolun, İdaultramaraton parkuru olması nedeniyle, benim için ayrı bir anlamı daha vardı tabiki.
Yol boyunca yine, Coğrafya Öğretmenimiz Erhan bey ve Biyoloji Öğretmenimiz Özgün hanımdan; Laden-Pamukla, Hayıt, Acı bakla, Sarı Kantaron, Kekik vb. daha bir çok bitki hakkında bilgiler aldık, aydınlandık.
Saat 15;25, Başdeğirmen Köprüsündeyiz. Yine hayal kırıklığı !.. Mıhlı çayındaki sular, ne kadarda azalmış.
Hava, o kadar sıcaktıki, Suat bey ile Erhan bey, hiç beklemeden, direkt kendilerini Mıhlı çayının buz gibi sularına, bırakıverdiler. Ben biraz kararsızdım. Bir süre, arkadaşlarımın fotoğraflarını çektim, ama yeter artık... Arkadaşlarım suyun içinde o kadar mutlularki ve su o kadar, davetkar ki...Nasıl oldu bilmiyorum, ama bir baktım köprünün altından geçmiş, kayaları tırmanmış, büvetin içinde sularla boğuşuyorum. Kolum-bacağım kayalara çarpıyor, ama hiç umursamıyorum. Çünkü, hiç çıkasım yok, suyun içinden...
Yeter artık bu kadar keyif. Dönüş zamanı. Geldiğimiz yoldan yürümeye başladık, sıcakta gittikçe artıyormuydu ne...Yolda birden bire, dikleşmişti sanki. Bu yolun ayarlarıyla birisimi oynadı, ne... Bugün yorulmadım, ama yorgun hissediyordum. Mutlu ama garip bir burukluk durumundayım. Ahh! bu havalar....
Saat 17;58, Narlı köyündeyiz. Katedilen mesafe, 6,5 km.
Tekrar köy kahvehanesindeyiz. Bu sefer söyledik buz gibi maden sularını, içimizdeki yangını söndürsün diye. Çok sürmedi, kalktık aracımıza bindik. İşimiz daha bitmemişti. İzmir grubunu Narlı'ya bıraktıktan sonra, araçlar yürüyüş bitiş noktasına giderek bekleyecekti. İşte biz, aracın tam olarak hangi yolu izleyeceği ve nerede bekleyeceğini tespit edecektik. Gerekli ölçümleri yaptık, notlarımızı aldık ve dönüşe geçtik. Mutlu ve huzurluyduk. En azından ben öyleydim. Daha şimdiden, yarınki gideceğim Ayvalık Doğa Festivali kapsamındaki, "Cunda Tabiat Parkı Yürüyüş Etkinliğinin" heyecanını, duyumsamaya başlamıştım.
Saat 19;00'u gösterirken, keşif arkadaşlarımla vedalaşıp, Akçay'da indim araçtan. Her zamanki gibi; doğanın bana vermiş olduğu tatlı bir sarhoşluk havasında, düştüm evimin yoluna...

Teşekkür; bugünü benimle paylaşan arkadaşlarıma, sonsuz teşekkürler...

Not; Bugünün anlamı farklı idi benim için. Bildiğimiz ama bilmiyormuş gibi yolları yeni bir bakış açısıyla yürümek, daha bir kaç ay önce yürüdüğümüz bu yoldaki bitkilerin, coşkun suların, kısa bir sürede nasıl bir değişim geçirdiğine şahit olmak, buz gibi şelale ve büvetlerde yüzmek ve tabiki dostlarla birlikte olmak açısından, bu günkü duble parkuru değerlendirme puanım;10/10
(Murat Turan-Akçay 2018)

6 Mayıs 2018 Pazar

KDSG İLE MİSAFİR ORDOST ELELE; SARIKIZ ZİRVE (05.05.2018)





KDSG İLE MİSAFİR ORDOST ELELE; SARIKIZ ZİRVE (05.05.2018)


Bugün yürüyüş etkinliği olarak, farklı bir gün deneyimleyeceğiz. Körfez Doğa Sporları Grubu (KDSG) olarak, çok uzaklardan gelen Ordu Doğa Sporları Derneği (ORDOST) ile birlikte Kazdağları Milli Park sınırları içindeki 1726 rakımlı Sarıkız Zirvesine çıkacağız.
Sabah Ordu'dan gelen misafirlerimizi karşıladık ve Kızılkeçili yolu girişindeki Hasbihal'de kahvaltılarını yaptılar. Kahvaltı sonrası saat 09;10'da, dört minibüs olarak hareket ettik. Önce Kızılkeçili köyüne, oradanda ara bağlantı yolu ile Zeytinli köy merkezine geldik. Şunu söylemeden geçemeyeceğim; buralara ben köy diyorum ama aslında bu köyler, Edremit Belediyesine bağlı birer mahalle olarak görünüyor. Ve bir şehirde ne ararsan; eczane, market, pastahane vs. her şey bu köylerdede var.

KILAVUZ ALMAK ŞART !
Araçlarımız, Milli parka giriş için kılavuz almak üzere direkt, Zeytinli Milli Park İrtibat Bürosunun önüne gittiğinde, saatler 09;40'ı gösteriyordu.
Kazdağı'nın Balıkesir ili sınırları içinde kalan 21.452 hektarlık (yaklaşık 214.520 dönüm) alanı, 1993 yılında Bakanlar Kurulu Kararıyla, Milli Park olarak ilan edilmiş. Milli Parkta, 2873 sayılı kanun gereği; hiç bir üretim faaliyetine izin verilmemekte, ekosistem kendi doğal seyrine bırakılmış olup, aynı zamanda hayvan otlatma, avcılık ve endemik bitkilerin toplanmasıda yasaklanmıştır. Bu nedenle ücreti mukabilinde Alan Klavuzu almadan Milli Parka giriş mümkün değildir. (balikesir@ormansu.gov.tr)

TOZLU MU TOZLU, "TOZLU" YOLLARI...
Zeytinli'den saat 10;05'de, hareket ettik. Pınarbaşı yol ayrımından Mehmetalan köyüne doğru dönerek, 3-4 km sonra köyün içinden geçtik. Saat 10;20 gibi, Kazdağı Milli Parkı Yalama Giriş Kontrol Ünitesinde, milli parka giriş için araç ve klavuz ücretleri yatırıldı.
Bindik araçlarımıza, vurduk rampa yukarı. Kılavuzumuz, Kazdağı hakkında sürekli bilgilendirme yapıp duruyordu, yapmasına da; ah! şu tozlarda nereden geliyor. Aracın içini, toz duman götürüyordu. Pencereyi açsan daha beter, açmasan kapı aralarından ve daha nereden girdiğini bilmediğimiz, tozdan nefes alamaz hale geliyorduk. Herkes bafıyla, bandanasınıyla ne bulduysa onunla kapattı, ağzını gözünü. Sık sık mola vererek, araçlardan inip nefes almaya çalıştık. Hava kapalı, yollar kurumu kuru, tozlumu tozlu.

BEN ARTÇI, ERHAN BEY ÖNCÜ; BAŞLASIN, DOĞA YÜRÜYÜŞÜ...
Sonunda geldik, yürüyüş noktamızın başlangıcına. Yürüyüşe, Tozlu yaylasının bir km aşağısından, Karanlıkdere girişinden başlayıp, milli parkın el değmemiş, araç girmez patikalarından, dar bir "U" çizerek, yaklaşık 12-13 km yürüyüp, çeşmelerin olduğu Tozlu Yayla Mevkine çıkacaktık.
Saatler 11;55'i gösterirken, Erhan bey ve bende birer telsiz; ben artçı, Erhan bey öncü , 16 KDSG üyesi, 49 Ordu'lu misafirler ve milli parkın görevlendirdiği kılavuzlarımızla, başladık yürümeye.
Koruma altındaki, el değmemiş Milli Parkın içinde olmak, yürümek ne büyük mutluluk. Ama bu mutluluk, benim için çok sürmedi. Daha 10 dakika yürümemiştik ki bir çeşme ve çevresinde, insan atığı çöpler. Hemde ne çöp arkadaş! Adamlar, bildiğin yatak, yorgan getirmişler; yemişler, içmişler, yatmışlar, sonrada yatak yorgan dahil ne varsa, bütün çöplerini bırakıp gitmişler. Yanımızdaki Milli Park Alan kılavuzuda şaşırdı, durum karşısında. Biraz önce bu alanın korumada olduğunu, kontrolsüz girilemeyeceğinden dem vurup duruyordu. Artık hiç bir şey demiyorum, bu insan oğluna. Ne çöpünü atanda utanma var, nede görevini layıkıyla yapmadan, her ay maaşını alanlarda. Sadece "PES" diyorum...
Neyseki yol boyunca Kazdağının görsel güzelliği; hele dev gibi her yerde açmış, halk arasında "ayı gülü" veya "eşek gülü" diyede adlandırılan al, al şakayıklarıyla, uçları açık yeşil renkle boyanmış gibi yeni filiz vermiş göknar ağaçlarının selamıyla, tekrar kendimize geldik.

YEMEK MOLASI VE SONRASI...
Saat 13;38. Yemek molası. Herkes çantasında ne varsa çıkardı yedi, ikram etti. Dinlendi, sohbet etti ve çıkıldı yola. Artık hafifte olsa, bir tırmanış vardı, yol taşlı ve bozuktu. Ayak burkulmalarına karşı, adımları dikkatli atmak gerekiyordu.
Grup genelde dinamik genç insanlardan oluşuyordu. Ama kondüsyonu kötü olanlar ve kısmen kilolu olanlar, haliyle zorlanıyorlardı.
Ben artçıydım, onun için bu kadar kalabalık olmasına rağmen, pek az insanla iletişime geçebildim. Bunlardan bir taneside, malulen emekli bir meslektaşımın eşi ve oğlu oldu. Buradan kendisine ve eşine selam olsun.
Yemek molasından sonraki bölümde, Erhan beyin eşi Aynur hanım biraz rahatsızlanınca, bitiş noktasına kadar, biz üç kişi beraber yürüdük.
Saat 15;18'de Kazdağı Göknarı Seyir Noktası,
16;05'de ise yürüyüşümüzün bitiş noktası, 1470 rakımlı Tozlu Yaylasına geldik.
Nefeslendik, elimizi yüzümüzü yıkadık ve Sarıkız'a gitmek üzere tekrar araçlarımıza bindik. Yine toz yuta yuta, yaklaşık 7 km yol katederek, saat 16;40'da geldik Sarıkız'a, yürüyeceğimiz noktaya.

SARIKIZ İLE KAVUŞMA...
Araçlar yol kenarındaki, bulunduğumuz bölgeyi tanımlayan tabelaların, yanına parketti. İndik araçlardan ve başladık toprak, kayalık yoldan yürümeye. Hemen sağımızda, tepesinde küre silüeti bulunan, Baba Dağı (Sarıkız'ın babasının öldüğü tepe, Çılbak Baba Tepesi) görünüyordu. Yürüdükçe, karşımızda duran Sarıkızın; gözümüzde görüntüsü, içimizde ise heyecanı büyüyordu. Belki 1,5 km, belki 2 km yürüdük. Bilmiyorum ama bir çırpıda gelmiş, kayalardan tırmanmıştım Sarıkız'a. Sarıkız tepesi, inananlar için kutsal bir mekandı. Burayı ziyaret edenlerin, "hacı" oldukları söyleniyordu. Sarıkız efsanesini burada anlatmayacağım, çünkü o kadar çok söylence ve rivayet varki. Merak edenler internetten bir çoğuna ulaşabilir ve nasıl inanmak istiyorsa ona inanabilir.
Beni soracak olursanız; Akçay'a ilk geldiğim günden itibaren adını duyduğum, efsanelerini defalarca dinlediğim, buraya yürüyerek gelen bir çok arkadaşımın ağzından duyduğum Sarıkız'a gelmek; beni gerçekten çok mutlu etti, omuzlarımdan bir ton yük alınmış gibi hem bedenimi, hem de ruhumu hafifletti...

Vedalaşıp ayrıldık Sarıkız'dan, araçlara doğru yürüyoruz. Yol, nasılda uzadı! Halbuki gelirken, sanki 2 dakikada uçup konuvermiştik, Sarıkız'ın tepesine.

Saat 17;30 araçlardayız. Yine toz, yine toz... Taktık korsanlar gibi bandanalarımızı, ağzımızın, burnumuzun üzerine. Kiminin gözleri kapalı, kiminin kısık. Konuşan konuşuyor yine, nasıl başarıyorsa.

Saat 18;40, Zeytinli meydandayız, elimizi yüzümüzü tozdan arındırıp, oturduk çay bahçesine. Soluklandık, çaylar içildi.
Gün henüz bitmemişti, Ordu'dan gelen misafirlerimiz için. Programa göre daha Çamlıbel, Tahtakuşlar ve Yeşilyurt köyleri gezilecekti. Ben müsaade istedim, saatler 19;20'yi gösterirken, Kızılkeçili köyü kavşağında araçtan inip, evimin yolunu tutturdum.

Son söz; Benim için çok anlamlı olan bu gezi ve yürüyüşte beraber olduğum tüm KDSG üyeleri ile Ordu'dan gelen değerli misafirlerimiz ORDOST üyelerine, çook teşekkür ediyorum.
Ayrıca rahatsızlanan eşine, kimi zaman baston, kimi zaman sedye olan Erhan bey ve eşi Aynur hanıma, geçmiş olsun dileklerimle acil şifalar diliyorum.

Not; Bu etkinliğin, beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)

1 Mayıs 2018 Salı

KAZDAĞLARI KAMP- GÜRLEYİK ŞELALE YÜRÜYÜŞÜ (28-29.04.2018)

DARIDERE KAMPI - GÜRLEYİK ŞELALE YÜRÜYÜŞÜ (28-29.04. 2018)








Nisan ayının başlarıydı; Darıdere'deki dört bir tarafı ağaçlarla çevrili, yanından şırıl şırıl akan deresiyle, yemyeşil çayır alanı gördüğümüzde. Ve görür görmez, burada mutlaka kamp yapmalıyız, demiştik. İşte bu hafta sonu oradaydık.
Bu kampın benim için önemi, kızımla katılacak olmamdı. Günler öncesinden hazırlık yapmaya başladık. Kampa götürülecekler listesi hazırladık ve peyder pey malzemelerimizi tamamladık.
Geldi çattı kamp günü. Malzemelerimizi arabaya yerleştirdik. Ve 28 Nisan 2018 saat 14;35'de Ayvalık ve Burhaniye'den gelen arkadaşlarımızla, Yasa Avm'nin önünde buluşup, üç araçla çıktık yola. Aslında Erhan bey, iki araçla gidebileceğimizi söylesede, kampa kızımında geliyor olması nedeniyle o kadar çok malzeme almıştımki, diğer araçlara sığmamız mümkün değildi.
Darıdere bölgesine son bir ayda, üçüncü gidişimdi bu. Kazdağlarının her yeri başka bir güzel ama bu bölgeyi daha çok sevmiştim sanki.
İzmir Çanakkale yolundan, Narlı köyüne döndük, köyün içinden geçip orman yoluna girdik. Taşlı, tozlu, topraklı ve benim araç için bi hayli bozuk olan yoldan, yaklaşık 13 km sonra, saatler 16;00'ı gösterirken, kamp yapacağımız alana geldik. Yol boyunca kızımla sürekli bir sohbet içinde olmak, ayrı bir mutluluktu benim için, kızım ise ilk kez yaşayacağı çadırda uyuma, kamp ateşi, börtü böcek düşüncesi içinde, tatlı bir heyecan içindeydi.

1'NCİ GÜN; KÜTÜK OBASI, OYNAK BAŞI İLAYDA.
Araçlarımızdan indik ve çadırlarımızı kuracağımız alanın, keşfini yapmaya başladık. Ve çayır alanın en sonunda, gürül gürül akan derenin yanıbaşında, çam ağaçlarının altına kuruverdik çadırlarımızı. Tam dört çadır, toplam sekiz kişiydik. Hemen odun topladık ve önümüzde kocaman bir kamp ateşi yaktık. Hava çok sıcaktı, yolda gelirken her tarafımız tozla kaplanmış, çadırları kurarken kan ter içinde kalmıştık. Giydik şortlarımızı ve kamp alanından daha aşağı seviyeden olan, derenin yanına indik. Burada, bir tarafı 4-5 metre yüksekliğinde kaya olan, çok güzel bir büvet vardı. Hiç düşünmeden daldık derenin buz gibi sularına. Tabir yerindeyse "cosss" diye, ses çıktı adeta. Dört koca adam, suyun içinde çocuklar gibi şendik. Rahatlamıştık, çıktık üzerimizi giydik ve geldik ateş başına. Ateşin hemen berisinde; portatif masalar açıldı, üzeri donatıldı çeşit çeşit aperatif yiyeceklerle. Espirili, neşeli bol sohbetler ettik. Suat bey genç kampçılarımız İlayda ve Nazlıcan'a takılıp durdu. Ve birden bire, "obamızın adı ne olsun" dedi. Önce "Ayı Obası" dendi, sonra ateşe attığımız kocaman kütüklerden esinlenerek obanın adının "Kütük Obası" olmasına karar verdik. Arkasından yine Suat bey "Oba Başı, Oynak Başı İlayda olsun" dedi. Güldük, eğlendik. Hepimiz mutluyduk. Bir süre sonra, her zamanki gibi Erhan bey geçti mangalın başına ve özel olarak kendi kasabına yaptırdığı köfteleri ve arkasından kumpirleri afiyetle yedik.
Zaman su gibi akıyordu. Yemekler yenildi, çaylar içildi, sohbetler edilip türküler söylendi. Güneş gidince, hava dahada soğumuştu, giydik montlarımızı, sokulduk biraz daha ateşe. Gökyüzündeki yıldızlar ve de gecemizi gün gibi aydınlatan dolunay, yüreğimize ferahlık ve huzur veriyordu.
Saat 22;00 civarı, kızım İlayda yatmak üzere çadıra gitti. Onun için kampet yatak ve çok kalın battaniye getirmiştim. Kampçılığı sevmesi için bu ilk kampında, biraz rahat etmesini istiyordum.
İlk yatan İlayda, arkasındanda Muharrem beyin aynı yaştaki kızı Nazlıcan olmuştu.
Biz ateş başında sohbetimize devam ettik. Zaman zaman gecenin alaca karanlığında ateş için odun topluyor, su ikmali için çeşmeye gidiyorduk. Doğada olmak nasılda bir huzur veriyor insana. Gündüz nasılda şakıyordu bülbüller, ispinozlar ve başka başka ötücü kuşlar. Gün batımı ile birden bire kesilen kuş seslerinin yerini, kurbağalar korosunun sabaha kadar durmaksızın, "vırak, vırak" sesleri aldı.
Gece yarısı, ben dahil bir kaç kişi daha yatmak üzere çadırlarımıza gitmiştik. Derenin gürül gürül sesine karışan kurbağa vıraklamaları eşliğinde, girdim uyku tulumuma. Hemen uyumuşum. Gece tahmininden de rahat geçti. Sabah 06;30'da uyandım.
Çadırdan çıktığımda, Erhan beyin çoktan uyanıp ateşi canlandırdığını, çay suyunu koyduğunu gördüm. Suat beyde uyanmıştı. Ateşin başında bir müddet oturduk, sessizce. Yarım saat içinde diğer arkadaşlarımızda uyanmıştı. Çok zengin bir kahvaltı sonrası, çadırlarımızı toplamaya başladık.

2'NCİ GÜN; GÜRLEYİK ŞELALESİNE YÜRÜYÜŞ.
Ve Ayvalık'tan bu sabah gelen Varol bey, Meral ve Neslihan hanımlarında katılımı ile toplam 11 kişi, saat 09;38'de yürümeye başladık.
Gürleyik şelalesine, bende ilk kez yürüyecektim. Ve yanımda kızımda olacaktı. Çok zorlu ve tehlikeli iniş ve tırmanış içeren bir parkur olduğunu, daha önceden buraya gelen arkadaşlarımdan duymuştum. Kızımı hiç yanımdan vede gözümün önünden ayırmamaya, karar verdim.
Çok neşeli başladı yürüyüş. Kamp alanından çıkıp, Darıdere Tabiat Parkı orman yoluna girdik. Narlı köyü yönüne doğru, yaklaşık 200 m kadar ilerledikten sonra, ikiye ayrılan yolun sağından dereye paralel olarak, ilermeye devam ettik. Yol oldukça düz ve rahat bir yoldu. Taaki yaklaşık yarım saat sonra, ayaklarımızın altından kayıp giden, adımlarımızı bile nereye atacağımızı şaşırdığımız, kayalık alana gelene kadar. Rakım artmıştı, hissedilmeyen bir tırmanış yaşamıştık. Atlaya zıplaya, pürdikkat yürümeye devam ettik. Havada iyiden iyiye ısınmıştı, yanıma aldığım iki matara suyu, neredeyse tek başına İlayda bitirmişti. Neyseki saatler 11;10 'nu gösterirken, yerden 15-20 cm yüksekliğinde olan bir kaynak su çeşmesine geldik. Burayı görünce, aklımdan buraya bir isim vermeliyim diye düşündüm... Herkes "Cüce Çeşmesinde" elini, yüzünü yıkadı, suyunu içti, mataralarını doldurdu. 10 dakika nefeslendik. İlayda'nın yanakları, al al olmuştu. Burada kızıma bir ağaç dalından, yürüyüş batonu yaptım. Artık geniş bir yay çizerek, yapraklarla kaplı, sürekli ayağın altından kayıp giden, belli belirsiz patikadan inmeye başlamıştık. Buraya kadar tek başına yürüyen kızıma, bu noktadan sonra destek olmaya başlamıştım. Özellikle, düşerek ayağını burkma vb tatsız bir olay yaşamak istemiyordum. Dahada ilerledikçe, ancak tek adımın sığacağı darlıkta, altı metrelerce uçurum olan, kaygan patika yollardan geçtikçe, kızıma karşı olan sorumluluğum, bendeki adrenalini tavan yaptırmıştı.

OHH! BİR NEFES, ALLAHIM...
Üstü düz bir kaya parçası; arkadaşlarımın deyimiyle "Seyir Terası". Yüksekten bakışla, manzara çok güzel. Ama ben manzaradan çok, kızımla bir soluklanma fırsatı bulduğum için seviniyorum.
Uzatmayalım, gerçekten çok zorlu ve tehlikeli bir inişle, nihayet saat 12;28'de, Gürleyik Şelalesindeyiz.

BU ŞELALEDE YÜZMEDEN OLMAZ...
Şunu söylemeliyim ki şu ana kadar gördüğüm en güzel şelale bu şelaleydi. Bu güzel şelale, kendini kazdağlarının en gizli ve ulaşılması en zorlu yerine öyle saklamışki. Ona ulaşmak çok zor olmuştu, belliki dönüşte, bir o kadar zorlu olacaktı. Unuttuk her şeyi. Fotoğraf için yarışa girdik adeta. Onlarca foroğraf çektik, çektirdik. Sıra geldi yüzmeye. Giydik şortlarımızı, bıraktık kendimizi uğultuyla tepemize düşen şelalenin, buz gibi sularına...Yüzdük, yüzdük...
Saatler 13;20'yi gösteriyor. Ziyaret bitti. Dönüş, daha doğrusu tırmanış zamanı...
Kızımla el eleyiz. Dönüş daha zorlu ve yorucu oldu, kızım için. Gözüne çok yakın bir yeri dal parçası çizdi, korktuk, ucuz atlatmıştık. Sık sık anlık molalar verdik. Birbirimize moral verdik, espiriler yaptık, oflaya puflaya tırmandık, tırmandık tırmandık...
Saat 14;50. Ve nihayet tırmanışın bittiği ve nisbeten daha kolay olan bölümün başlangıcı, uzun soluklu mola ve su ikmal noktamız olan Cüce Çeşmesindeyiz.
Artık daha rahat yürüyoruz, ellerimizi bıraktık. Suat bey ve Songül hanımla sohbet bile etmeye başladık. Kamp alanına doğru yaklaştıkça kızıma; artık elindeki baton maksatlı kullandığı sopayı atabileceğini söyledim. Ama kızım;
-"Hayır, baba atamam" dedi.
-"Neden?" diye sorduğumda, kızım gülerek;
-" Baba, bu sopayla aramda duygusal bir bağ oluştu, bırakmak istemiyorum". dedi. Güldük...
İlayda çok zorlu bir parkuru, çok yorulmasına rağmen, hiç sızlanmadan tamamlamıştı. Bana bir kaç kez; -"Baba, seninle yürüdüğüm için mutlumusun" diye sordu. Güzel kızım benim için pes etmeden, çok zor bir iş başarmıştı. Daha öncesinde yürüyüş deneyimi olmayan, bu yaştaki gençler için, parkurun zorluğunu yazmak kifayetsiz bence, yaşamak lazım.

SAAT 16;05. KAMP ALANINDAYIZ...
Kamp alanına girerken, ilk geldiğimiz gün karşılaştığımız ve bizi hem üzen, hemde kızdıran çöp yığınının yanına geldik. Bu kötü görüntü karşısında, duyarsız kalamazdık. Kalmadıkta; dörtbir koldan, şehir merkezinde herhangibir çöp toplama noktasına bırakmak üzere, mümkün olduğunca topladık.

Tekrar ateş yaktık, çay demledik, bir şeyler atıştırıp toplandık. Vedalaştık ve saat 17;30'da kamp alanından ayrıldık.

Amma toz yuttuk, arkadaş! Arabanın altı alçak, hız 25-30'u geçmiyor. Yol bozuk; taş, kaya ne ararsan var. Ve ağzımıza gözümüze yapışan, bitmeyen tozu, toprağı. Olsun! Biz kızımla, koyu sohbet içindeyiz ve çook mutluyuz.
Ve saatler 18;45'i gösterirken; bedenimiz yorgun- argın, elimiz-yüzümüz-elbiselerimiz tozlu topraklı ve yüzümüzde tebessümle evimizdeyiz...

Teşekkür; Sevgili kızım İlayda ile birlikte çok sevdiğim doğanın kalbinde böyle bir organizasyonu planlayan kamp ve yürüyüş rehberimiz Erhan bey başta olmak üzere kamp arkadaşlarım; Suat bey ve değerli eşi Songül hanıma, Muharrem bey, kıymetli eşi Dürdane hanım ve biricik kızları Nazlıcan'a, yürüyüş arkadaşlarım Varol bey, Meral ve Neslihan hanıma çook teşekkür ediyorum.

Not; iki günlük kamp ve yürüyüş etkinliğinin, beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)