İzleyiciler

26 Haziran 2018 Salı

CUNDA MADEN ADASI YÜRÜYÜŞ VE DENİZ ETKİNLİĞİ (23.06.2018)



CUNDA MADEN ADASI YÜRÜYÜŞ VE DENİZ ETKİNLİĞİ (23.06.2018)

Yarın ülkemiz için genel seçim var. Bizde KDSG olarak, bugün kısa bir yürüyüş ve maden adasında denize girmek üzere bir araya gelmeye karar verdik.
Ben Akçay'dan 13;45 gibi Ayvalık'a doğru yola çıktım. Buluşma yerimiz saat 14;45'te Ayvalık Batı Büfe bölgesiydi. Belirlenen saatten 10 dakika erken geldim, buluşma yerine.
Benden sonra ilk gelen Cem ve Erhan beyle birlikte, diğer arkadaşları beklemeye başladık. Hava yakıcı ama benim için rahatsız etmeyen bir sıcaklıktaydı. Ben sıcağı, daha çok seviyorum galiba. Neyse, Burhaniye ve Gömeç'ten gelen arkadaşlarla birlikte, tam 9 kişi İki araç ile tutturduk, Cunda yolunu.

SU YOLU...
Geçen yıl Edremit'e yerleşmek için geldiğimde, bana Cunda'yı su yolu yapacaksın deseler, asla inanmazdım. Kültürel, sanatsal etkinliklerin yanısıra, KDSG'nin etkinlikleri, Ayvalık ve Cunda adasını, benim için mit olmaktan çıkardı, sanırım. Ama bu Cunda'dan bıktım, anlamında değil tabiki. Aksine, her gelişimde daha çok seviyor, daha çok benimsiyor ve daha çok bağlanıyorum...

MADEN ADASI YOLUNDA...
Cunda'ya girdik ve geçtiğimiz haftalarda Kuyulukoy'a gittiğimiz yoldan girip, Aya Yorgi Beach yanından devam ettik. Arkadaşlarımızın bir kısmı, yarın yapılacak genel seçimlerde görevliydiler. Bu nedenle, yürüyüş bölümünü kısaltmak için maden adası yalancı boğaz bölgesine kadar, araçlarla gidildi. Burada araçları bırakıp, deniz kenarında mayolarımızı giydik, zarar görebilecek elektronik eşyalarımızı su geçirmez kılıf ve poşetlere koyduk ve tek sıra halinde girdik denize, yürümeye başladık karşıya, maden adasına doğru.


YALANCI BOĞAZ...
Burada deniz çok sığ. Su seviyesi, dizlerimize kadar geliyor, zemindeki taşlar çok kaygan. Karşı yaka, yaklaşık 150 m mesafede. En önde rehberimiz Erhan bey olmak üzere, tek sıra halinde, dikkatle yürüyoruz. Maden adasına yaklaşık 20 m kala, su bel hizasına çıkıyor. Burada çantalarımızı omuzlarımıza kaldırıyoruz, ıslanmasın diye. Burayı, Erhan beyin teknesiyle de geçmiştik, daha önce. Yaşanması gereken, unutulmaz, mutluluk verici anlar...


MADEN ADASI...
Adadayız. Islak şortlarımızın üzerine, pantolon ve botlarımızı giyiyoruz. Birazdan çalılık, makilik bir patikadan yürüyerek, yüzeceğimiz koya gideceğiz. Bu arada, Kazdağı Gezginleri Grubu ile karşılaştık. Bizim gideceğimiz koydan, dönüyorlardı. Bu parkurun keşfini, çarşamba günü Erhan beyin rehberliğinde yapmıştı, KAGEZ yöneticileri. Ayak üstü birkaç dakikalık sohbet sonrası, onlar boğazdan dönüşe, biz ise makilik, çalılık patikadan, yüzeceğimiz koya doğru, hareket ettik...



Üzeri çalılık ve maki bitkilerle kaplı, susuz ada. Ayvalık'ın 22 adasından bir tanesi. Yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüş sonrası, rengiyle çölü andıran, üzerinde hiç bir bitkinin olmadığı, kurak bir bölgeye geldik. Çok fantastik bir görünümdü.
Burayı geçince hoop, masmavi deniz ayaklarımızın dibinde...


TUZLUKOY...
Hemen pantolonumu çıkardım, şortum altında hazırdı zaten. Ve deniz.... Yüzdüm, yüzdüm... Açığa yüzdüm, kayalıklara yüzdüm, daldım, merak içinde bana gelip, vücudumdaki ölü derileri tırtıklamaya çalışan, korkusuz küçük balıklarla tanıştım, kayaların, oyukların arasında kaçışan çeşit çeşit balıkları takip ettim...
Deniz, yine aldı beni içine, bırakmıyor. Çok susadım, ama çıkasım yok. Kendimi ikna ettim, çıktım kıyıya. Dudaklarım ve ağzımın içi tuzdan yanıyordu, adeta. Kana kana su içtim ve bir daha deniz....
Denizde bir hayli kalmıştım. Farkında olmadan, ara ara 1,5 litre su içmiştim ama dudaklarımın içi hala tuzdan yanıyordu. Bu koyun adı nedir? bilmiyorum ama adı, "Tuzlukoy" olmalıydı bence...


VE DÖNÜŞ... BIRAKIN BENİ DENİZLERE...
Güne geç başlamıştık, günler uzun olmasına rağmen, vakit bi hayli ilerlemişti. Toplandık, dönüyoruz. Geldik yine "yalancı boğaza." Burada çok kısada olsa, birkez daha denize girdik... Deniz ayakkabım ayağımdan çıktı, bir süre ayakkabıyı aradım, daldım çıktım sonunda buldum... Arkadaşlarımızın bir kısmı denizden yürüyerek karşıya geçmeye başlamışlardı bile.
Çantalar sırtımızda, denizin içinde yürüyoruz; hiç bitmesini istemediğiniz, çok keyifli bir deniz içi yürüyüşü... Kıyıya geldiğimizde çantaları bir tarafa bırakıp tekrar dalıyoruz denize. Çıkmak istemiyorum denizden, bugün deniz bir başka, hava bir başka, sarhoş gibiyim. Deniz beni çarptı galiba, çok mutluyum... Erhan beyin, gitme vakti anonsu ile içimden "yarın tekrar sana geleceğim" diyerek, vedalaşıp çıktım denizden...



KAMP ALANIMIZIN GÖRÜLMESİ...
Bindik araçlara, toprak bozuk yollardan, eşsiz pateriça koyunun güzelliklerini izleyerek ve sohbetle gitmeye başladık. Erhan bey, KDSG'nin geçmiş yıllarda kamp yaptığı ve bu yılda yapılacak bölgeyi göstermek istedi. Gittik ve deniz kenarındaki, muhteşem gün batımı ile mest olduk. Bol bol fotoğraf çektik. Harika bir yerdi, burada yapılacak kamp etkinliğini iple çekiyor olacağım...



GİDENLERLE VEDA, KALANLARLA CENNETTEPE...
Saatler 20;00'ı gösterirken, Ayvalık'tayız. Burada, bir grup arkadaşlarımızla vedalaşıp, ayrıldık. Ancak Erhan beyin teklifi ile Burak bey, Muharrem bey, Banu hanım ve ben, Ayvalık'ta "Cennettepesi" denilen yere gittik...

Bir düşünün; bir kaç saat önce yürüdüğünüz adaları, yüzdüğünüz koyları, günbatımının kızılıyla boyanmış olarak, kuşbakışı seyrediyorsunuz. Arka sıralarda Maden adası, sol tarafta küçücük görünen Tavuk adası, sağ tarafta Yumurta adası, Cunda ile Lale adasını birbirine bağlayan ilk boğaz köprüsü, akşamın alaca karanlığında ışık oyunları ile size göz kırpan Ayvalık'tan Lale adasına uzanan kemerli köprü, Ayvalık sahili....
Muhteşem bir manzara. Manzaranın, güzelliğine güzelllik katan ise batmaya çalışan, "gündüz bakmayın yakarım gözlerinizi, şimdi bakın özleyin bendenizi" dercesine, tüm kızıllığıyla yeri göğü yakan, bir zamanların tanrısı Güneşti tabiki...
Bu manzara, yaşanmadan nasıl anlatılır, bilmiyorum...

Saatler 22;30'u gösterirken, Akçay'da evimdeydim. Duşumu alıp yatağıma uzandığımda, halâ zihnim, geçirdiğim muhteşem bu günün mutluluğunu, hazmetmeye çalışıyordu...

SON SÖZ;
Lafı uzatmadan, bu muhteşem günü beraber yaşadığım değerli arkadaşlarım, Erhan, Burak, Suat, Muharrem, Cem beyler ile Songül, Banu ve Özgün hanıma çook teşekkür ediyorum...

Eğer istenirse 10-12 km.lik bir yürüyüş parkuru ile de zengileştirilebilir olan, yüzme ağırlıklı, adalar arası fantastik deniz içi yürüyüşü içeren bu etkinliği değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)

ARITAŞI KÖYÜ-MANASTIR VADİSİ (17.06.2018)



ARITAŞI KÖYÜ-MANASTIR VADİSİ (17.06.2018)

Bugün hem Ramazan bayramının üçüncü günü, hemde Babalar günü. Biz iki ayrı önemi olan böyle bir günde, Kazdağlarına atacağız kendimizi. Şahsen ben bugünü kendime bayram ve babalar günü hediyesi olarak verdim...

Ayvalıktan gelen Erhan ve Sait bey beni saat 07:58'de Yasa Avm önünden aldılar ve durmadan Altınoluk tarafına doğru, devam ettik. Dediğim gibi bugün farklı iki öneme sahip bir gün olması nedeniyle, katılım azdı. KDS Grup arkadaşlarımızın bir kısmı şehir dışındaydı, bir kısmının ise misafiri vardı. Ve biz bugün toplamda, üç kişiydik...

OKSİJENİ BİLMEM AMA YAŞAMAK İÇİN ÇAY ŞARTTIR...
Çok kısa bir süre sonra Altınoluk'a gelmeden Avcılar, Arıtaşı köyü yönüne dönüyoruz. Avcılar köyünün içinden geçerken, solumuzdaki kahvehanenin duvarındaki yazı, dikkatimizi çekiyor. " Oksijeni bilmem ama yaşamak için çay şarttır." Allah'ım, bizim insanımızın filozofik espiri anlayışına hayranım. Gülüyoruz, hiç durmadan devam ediyoruz. Ve saatler 08;20'yi gösterirken, Arıtaşı köyündeyiz.


BEKLE BİZİ DAĞLAR...
Aracımızı müsait bir yere park edip, başladık Kazdağlarının içine doğru yürümeye.
Erhan beyin planlamasına göre, Fındıklı çayı boyunca, Manastır Vadisi içlerine kadar yürüyüp, döneceğiz. Daha yürüyüşümüzün ilk dakikalarından itibaren, sürekli yağan yağmur, bizi hiç yanlız bırakmadı. Yürüdüğümüz yol, bildiğimiz az kullanılan, orman toprak yollardan birisiydi. Sürekli bir tatlı tırmanış içindeydik. Bir süre sonra, karşımızda ve sağımızda yükselen sisler içinde, çizik çizik görünen yağmur damlaları arasından devasa büyüklükte, dik, yekpare kaya duvarların yükseldiğini gördük. Her tarafımızdan, cins cins orman ağaçları yükseliyordu.


EYVAH! DERE YATAKLARI KURUMUŞ...
Yürüyüşümüzün ilk kilometrelerinde, kimi zaman sağımızda, kimi zaman solumuzda kalan, fındıklı çay yatağının kurumuş olduğunu görüp, önce hüzünlendik. Çünkü, buz gibi büvetlerde yüzmek için mayolarımızı yanımıza almıştık. Ama ilerledikçe, dere yatağında cılızda olsa, bir suyun aktığını gördük. Acaba dedik. Yok hayır, biraz daha ilerleyince, su yine kaybolmuştu. Ama olsun, parkur olabildiğince bakir ve görseli yüksekti.


Erhan bey önde yürüyordu, birden durdu ve fotoğraf makinasını çıkardı. Dikkatle, bir şeyi fotoğraflamaya çalışıyordu. Yanına geldik sessizce ve birde baktık ki, sararmış yaprak ve taşlar arasında, yavru bir yılan... Zehirli bir cinse benziyordu, çok sürmedi yılanın şaşkınlığı, bir kaç poz verdikten sonra, akıp gitti taşların arasından....



Dere yatağında, su bir ortaya çıkıyor bir kayboluyordu. Ama ilginçtir, çok cılız akan sulardan oluşan, öyle büvetler gördükki; buradamı girsek, şuradamı girsek demeye başladık. Ve bir tanesini, dönüşte yüzmek üzere gözümüze kestirip, yolumuza devam ettik.



Yaklaşık 9 km yürümüştük. Önümüzde yol bitmişti ve dere yatağı üstünün kırılmış, çökmüş beton bir yol ile kapatıldığını gördük. Biraz endişe ederek, iki tarafı yüksek kayalıklarla kaplı, dehlizvari dere yatağına girdik. Biraz daha ilerleyince, burasının muhtemelen geçmişte, madenciler tarafından dere yatağının üstüne yapılmış olan, yol olduğunu gördük. Karşımıza, vahşi bir hayvan çıksa veya ani bir sel baskını olsa, kurtulma şansımızın sıfır olduğunu söylemek, abartı olmazdı sanırım...

Döndük, geldiğimiz yoldan geriye. Yağmur çok şiddetlenmişti. Bir süre, şemsiye gibi kollarını açmış, çınar ağaçlarının altına sığındık. Yağmur şiddetini azaltınca, tekrar yürümeye başladık. Yüzmek için gözümüze kestirdiğimiz büvet'e, yaklaşıyorduk. Önce yağmur hafifledi, sonra güneş yüzünü gösterdi...



YAĞMURDAN BİZE, ATEŞ YAKMA VE YÜZME MÜSAADESİ...
Saat 12;30. Büvet'in yanına geldiğimizde, yağmur tamamen durmuş, güneş ısıtmaya başlamıştı. Hemen bir küçük ateş yakıldı, çay demlendi. Giydik mayolarımızı, daldık büvetin buz gibi sularına... Su gerçekten çok soğuktu ama, Ayazma şelalesinden sonra, burayada soğuktu diyesim yok açıkçası...
Yinede üşüdük, sokulduk ateşin yanına. Bir yandan sohbet, bir yandan birşeyler atıştırma derken, saat 13;25'de kalktık. Gök gürlüyor. Yağmur geliyor yine.


Ve gök gürültülü, müthiş bir sağanak ... Hemen cep telefonlarını kapattık, yıldırım tehlikesine karşı. Üzerimizde yağmurluklar vardı ama, pantolonun diz altı, botlar ve çoraplar sırılsıklam olmuştu. Hava sıcaktı, rüzgar yoktu ve üşümüyorduk. Doğrusunu söylemek gerekirse, benim için çok keyifli bir yürüyüş oluyordu...



Saat 15;00. Geldik Arıtaşı köyünün, kazdağlarına açılan kapısı; bağlık bahçelik girişine. Yağmur hafiflemişti. Bahçenin birinin yanından geçerken, üzeri meyve ile dolu, dalları yola taşmış mürdüm eriği ağacından, aldık göz hakkı bire tane meyve. 50-100 m sonra, sağımızda dalları dut dolu ağacı görünce, gözümüz döndü birden. Yahu bir meyve, bu kadar mı lezzetli olur. Çarşıdan aldıklarımız, bu kadar tatlı ve leziz değiller. Aklımızda Özgün hanım ve Suat bey olmak üzere, yine karnımız ağrıyıncaya kadar yedik. Ben taman artık deyip, kolumu dallardan aşağı indirip, biraz ileriye bakınca, ne göreyim. Bugün bizimle ilk kez yürüyüşe gelen Sait bey, çökmüş bir malta eriği ağacının tepesine. Eh ! bizde baktık tabiki, malta eriğinin tadına, yetmedi birde elmaları test ettik. Armutları ise elimizle yokladık, ham olduğunu bildiğimizden, nefsimize hakim olup koparmadık...

Ayrıldık bahçelerden, köye doğru daha 15-20 adım atmıştıkki yağmur şıp diye, kesiliverdi. Girdik köye. Dağlarda, sabahtan beri yağmur yağarken, köye tabiri caizse, teğet geçmişti...

Saatler 15;15'i gösterirken, arabayı park ettiğimiz yere geldik. Buradaki dut ağaçlarınında hatırını sorup, bindik aracımıza. Toplam 18,5 km yol yürümüştük...

SON SÖZ;
Çok özel bir günde, Kazdağlarının bambaşka bir yerini, yağmur altında arşınlama, büvetlerinde yüzme mutluluğunu yaşadığım bugünde; rehberimiz Erhan bey başta olmak üzere, Sait beye çok teşekkür ederim...

Yürüme yolu olarak son derece kolay, doğası ve süprizli zümrüt yeşili büvet'leriyle bu parkuru değerlendirme puanım;10/8

(Murat Turan-Akçay 2018)

13 Haziran 2018 Çarşamba

CUNDA ADASI KUYULUKOY YÜZME ETKİNLİĞİ (10.06.2018)


CUNDA ADASI KUYULUKOY YÜZME ETKİNLİĞİ (10.06.2018)
Bu hafta sonu biz Turinkler için, biraz hareketli ama eğlenceli geçti.
Cumartesi günü, İzmir Aliağa'da akraba ziyareti, pazar günü dönüşte, sabah Dikili turu ve nefis bir kahve molası, öğlenden sonra ise KDSG ile Cunda adasında, kısa bir doğa yürüyüşü ve akabinde muhteşem bir koyda yüzme.

Ben burada, Cunda'daki yüzme etkinliğini anlatacağım.

Saatler 13;15'i gösterirken, Cunda'ya geldik. Arabamızı uygun bir yere parkedip, ada merkezine doğru yürüyorduk ki Erhan bey telefon ile arayıp nerede olduğumuzu sordu. KDSG'nin Ayvalık'tan buluşma noktası Batı Büfe olacaktı. Ben, Cunda'da olduğumuzu, buradan etkinliğe katılacağımızı söyledim.


KUYULUKOY'A DOĞRU...
Ve saatler 14;00'ı gösterirken iki araç ile arkadaşlarımız geldi ve üçüncü araç olarak takıldık arkalarına. Pateriça tarafına doğru, kısa bir asfalt yol, sonrasında ise düzgün sayılabilecek tozlu topraklı bir yoldan ilerledik. Yolculuk boyunca deniz, pürüzsüz, çarşaf gibi olabildiğince mavi ve yeşil renkleriyle sağımızda kalıyordu. Yer yer otomobil ve motosikletler ile denize girmek üzere gelip, deniz kenarında konuşlanan insanlar vardı. Bir süre sonra, Ramo'nun yeri denilen bir plaj işletmesinin, biraz ilerisine araçları parkettik. Ve saatler 14;15'i gösterirken Kuyulukoya doğru, kısa makilik bitki örtülü araziden, yürümeye başladık. Toplam 11 kişiydik. Yaklaşık 2 km yol yürüdük, sohbet ederek. Farkına varmadan kısmen tırmanmışız. Küçük bir tepecikte buluyoruz kendimizi. Ve yarım ay şeklindeki, muhteşem rengiyle Kuyulukoy'u tam karşımızda buluyoruz.



DENİZ NEDİR? DİYE, SORSALAR SİZE !
Gördüğüm manzara karşısında; biraz sevinçten, biraz heyecandan olda gerek göğüs kafesim sıkışıyor, kalbimin atışları hızlanıyor. Deniz beni her zaman heyecanlandırmış, yüreğimin atışlarını hızlandırmıştır. Deniz benim için özgürlüktür. Deniz, "kendimle hesaplaştığım, ruhumu onardığım, kafamı boşalttığım, hüzünlerimi gömdüğüm, sevinçlerimi yaşadığım, günahlarımdan arındığım, başka boyuttaki bir dünyadır," benim için...


DENİZ'İN, TADINI ÇIKARMAK...
Ve saatler 14;43'ü gösterirken indik Kuyulukoy'a. Yarım ay'ın tam merkezindeyiz. Çevremizde, hiç gölgelik yapacak ağaç ve bitki örtüsü olmamasından dem vururken bazı arkadaşlar, ben direkt denize odaklandım.
Önce, kolumdaki yaranın enfekte olmaması için ilaç sürüp, kapattım. Arkasından önce ayaklarım, sonra bacaklarım derken, dalıverdim berrak turkuaz renkli denize. Ne kadar kulaç attım, bilmiyorum ama, durduğumda koyun çıkışına yakın buldum kendimi. Hava güneşli, denizin sıcaklığı yüzme için idealdi. Koyun içerisinde biraz sağa, biraz sola, sonra kayalıklara derken, tekrar kıyıya doğru kulaçlarımı atarak, arkadaşlarımın yanına geldim. Beş on dakikalık molanın ardından, Kuyulukoy'u baştan başa yeniden kulaçlamak üzere, bir daha atlayıverdik, su dünyasının içine. Bu arada, kolumdaki koruyucu bandaj çözülüp, çoktan denizin derinliklerinde kaybolmuştu. Yara hafif hafif sızlıyordu, denizin tuzlu suyunda ama, hiç umurumda bile değildi...



Erhan beyin aksiyon kamerası ile su altı fotoğrafları çekildik, Suat beyin keşfettiği ve muhteşem bir yer olarak tanımladığı, kayalıklar arasındaki "saklı mekana" yüzerek gidip, keşifler yaptık. Yüzdük, daldık, yüzdük...
Denizden çıkmak istemiyordum, ama maalesef her şeyin bir sonu var...

HER ŞEYİN BİR SONU VARDIR...
Saat 17;15. Kuyulukoy'a elveda dedik. Geldiğimiz yoldan, araçlarımızı bıraktığımız yere geldik. Burada da, deniz kenarının insan ve araçlarla dolu olduğunu gördük. Yazın buralarda, "iğne atsan yere düşmez" düşüncesi ile arkadaşlarımızla vedalaştık. Bu arada Alev hanımın kestiği, karpuzdan da yemeyi, ihmal etmedik tabiki....

Ve saat 18;00. Önce tozlu, sonra kısa bir asfalt yol sonrası, Cunda'yı terkettik.

Bu etkinliğe, kızım ve eşimde katılmışlardı. Değişik ama güzel bir gün olmuştu, bizim için.
Mutluyduk, evimizin yolunu tutturduğumuzda.

Bu etkinlikte, beraber olduğumuz tüm arkadaşlarımıza, teşekkürü borç biliriz...

(Murat Turan-Akçay 2018)

VALLAH ŞELALESİ (07.06.2018)



KAZDAĞLARI VALLAH ŞELALESİ (07.06.2018)

Günlerden keşif günü. Bilinen bir noktaya, farklı bir parkurdan gideceğiz. Ayvalık'tan gelecek, keşif grubu arkadaşlarımla buluşmak üzere, saat 07;05'te Zeytinli'deyim. Bu sefer, Belediye binasının önünde, Atatürk anıtının olduğu meydanda, palmiye ağaçlarından birinin altındaki, banklara oturdum.
Beni ilk selamlayan köyün köpekleri oldu, yiyecek istedikleri her hallerinden belliydi. Ama bir tanesi tehditkar bakıyordu, zaten "Pit Bul'a" benzemesiylede, ürkütüyordu. Ama sonunda, onunda yiyecek istediği, kuyruğunu sallamasıyla ortaya çıktı. Beni ellerimde çanta ve poşetlerle görünce, onlara bir şey getirdiğimi zannetmiş olmalılar...
Saat 07;20. Geldiler. Ben araca biner binmez, durmadan devam ettik. Mehmetalan köyünden sırasıyla Endes, Hızır, Akaleos kamplarını geçip, Kiraealanı'na doğru devam ettik.
Mehmetalan köyünden yaklaşık 10 km sonra, saatler 07;54'ü gösterirken, Kirsealanı mevkine geldik.
Yol şimdilik fena değildi, sorunsuz ilerliyorduk. Hava açık ve sıcaktı. Saat 08;20. Durduk. Yolun sağında ve solunda, birbirlerine çok yakın, tam üç çeşme var. Burada, kısa bir mola vereceğiz. Ve aynı zamanda, arkadaşlarımızın daha önceden keşfettikleri, küçük bir şelaleyi ziyaret edeceğiz.


SAKLI ŞELALE...
Yolun üstündeki kaya yığınlarının arasından gelen cılız su, araç yolu'ndan aşağı doğru, yol bulmuş akıyor. İşte biz tepeye doğru, dev gibi kaya kütlelerinin arasından geçerek, üstünden tırmanarak yukarı çıktık. Ve üç tarafı devasa kaya duvar olan, yaklaşık 10 m yüksekliğinde bir suyun, aşağı doğru büyüleyici bir ahenkle, döküldüğünü şaşkınlıkla gördük. Başınızı yukarı kaldırıp baktığınızda, suyun tam aktığı noktada bir ağaç gözünüze çarpıyor. Bir an bu ağacın, suyun hayat kaynağı olduğunu, düşünüyorsunuz. Kayaların arasında tamamen kendini saklamış, seyrine doyum olmayan, narin, muhteşem bir şelale...


AĞAÇ KESİMİ...
Orman yollarından ilerliyoruz, ormancılar ağaç kesimi yapmakta ve istiflemekteler. Kesimler, her ne kadar ormancıların kontrolünde olsada, yerde gördüğüm her ağaç gövdesi, beni çok üzüyor. Keşke, ormanlara hiç müdahale edilmese, doğal haline bırakılsa, olmaz mı acaba!

ORMANCILAR...
Yol boyunca çalışan ormancılarla karşılaşıyoruz, kimisiyle yanında durup, ayaküstü hasbihal ediyor, kimisiyle el işaretiyle selamlaşıp, yanından geçiyoruz. Ormancıların bir kısmı ailelerini de getirmişler. Barınak olarak,
dörtbir tarafı naylon ve branda ile kapatılmış kulübeler yapmışlar. Açıkçası resmen, ormanda koloni kurmuşlar...


BEYPINARI...
Karaçamlar, kayınlar ve daha bir çok ağaçlar arasında, bazen çamurlu, bazen dere geçişli, toprak orman yolda, yaklaşık bir saat gittikten sonra, saat 09;30'da, Beypınarı'na varıyoruz. Burasıda Orman İşletmesince yapılmış, ama terkedilmiş bir binadan ibaret. Bu binalar zamanında niye yapılmış, ne kadar süre ile kullanılmış ve neden artık kullanılmıyor; bu soruların cevapları şimdilik yok. Birgün belki bu konuda, ilgili makamlardan bilgi alabilirim...

Aracımızı, Beypınarı'nda bıraktık. Çantalarımızı alıp, neşe içinde düştük yola. Her iki tarafında ağaçlar olan, rampa aşağı nefis bir parkurda ilerliyorduk. Hiç tırmanış yoktu; sürekli ya iniş yada düz bir yolda ilerliyorduk. Bu inişli neşeli yolun, akşam dönüşte eziyete dönebileceğini tahmin etmek, zor olmasa gerek.
Bu parkuru daha önce yürüyen Erhan bey, bizlere bölge hakkında sürekli bilgiler veriyor, anılarını anlatıyordu.


BİRGÜN, BURUN BURUNA GELECEĞİZ AMA, SONUMUZ HAYROLA...
Çok geçmedi daha yolun başında, yine bir "kocaoğlan" işareti. Hemde, çok yeni bir işaretti. Tazeydi ve üzerinde, sinekler uçuşup duruyordu. Ne yemiş bu hayvan böyle, içinde yok yoktu. Birgün, burun buruna geleceğiz "kocaoğlan'la" ama, sonumuz hayrola...

Durmak yok yürüyoruz. Bir kavşağa geliyoruz, tam tamına altıya ayrılan bir kavşak. Rehberi veya Gps'i olmayanlar için bir muamma. Biz şanslıyız. İkiside var bizde.


BEN, BÖYLE SOĞUK SU GÖRMEDİM...
Birazdan bir ormancı anısına yaptırılan, abartısız gerçekten buz gibi bir suyu olan, bir çeşmeye geliyoruz. Şöyle izah edeyim, suyun soğukluğunu; suyu şişeye doldurduğunuz an, şişenin yüzeyi hemen beyazlaşıyor, su kabarcıkları oluşuyor. Eğer suyu ağız dolusu içerseniz, dişlerinizi sızlatıyor, boğazınızı ağrıtıyor. Sanırım, bu açıklamalar yeterli, olmuştur...

BİZİM AKLIMIZ ŞELALEDE...
Fazla oyalanmadan, aklımız şuana kadar defalarca adını duyduğum, hakkında çok şeyler anlatılan, görmeyi çok arzu ettiğim şelaledeydi. Bu duygularla, sohbet ederek, çevremizdeki güzelliklerinde tadına vararak, sert adımlarla yürüdük. Ve saatler 11;45'i gösterirken, hiçbir yere sapmadan, sürekli yürüdüğümüz orman yolundan; sola, belli belirsiz patika yoldan, bodoslama karaçam ormanına daldık. Sürekli bir iniş başladı, ağaçlar arasından. Uzaktan çağıldayan suyun sesini duyuyorduk. Adımlarımız dikkatli, hızlandık biraz daha...

"VALLAH"İ-DE BİLLAHİ DE GELDİK...
Saat 11;55. Vallah şelalesi ile göz göze geldik. Henüz dibine inmemiştik ama işte şimdi, tüm ihtişamıyla, tam karşımızda duruyordu. Kazdağlarında gördüğüm en yüksek şelaleydi, şu an karşımda duran şelale. "Güzelliğimi uzaktan seyredin" der gibi yanına inmek, biraz maharet istiyor. Rahatsız ettiğimiz için özür dileyerek, "biz çook uzak ve meşakkatli yollardan geldik, senin için geldik, güzeller güzeli, nazlı şelale," dedik ve indik yanına.

RUHUN YÜKSELİŞİ...
Meğerse, yanıbaşında zümrüt yeşili büvetiyle, ayrı bir güzellik saklarmış.
Doyamadık seyre, fotoğrafladık sağdan soldan, hatıramız olsun diye. Yüzdük içinde, zümrüt yeşili suların içinde, kaybolurcasına. Soğuk sularında titreyip, güneşi soğurmuş kayalarında ısıttık bedenlerimizi. Hem ruhumuzu, hem bedenimizi doyurduk, tam birbuçuk saat boyunca. Ve saatler 13;30'u gösterirken, istemeye istemeye vedalaşıp, ayrıldık yanından.

Geldiğimiz patikadan, tırmanmaya başladık. İlk göz göze geldiğimiz yükseltiye gelince, geriye dönüp bir daha baktık, güzeller güzeline. İçimiz burularak, başımız önümüzde, sus pus, karaçam ormanı içinde, geldiğimiz patikadan başladık tırmanmaya...

YEMEK MOLASI...
Saatler 14;00'ü gösterirken, devasa ağaçların altında, dağdan gelen su yatağının üzerindeki taşların üzerinde, kurduk çilingiri. Yedik, içtik, bol bol sohbet ettik, soframıza konuk olan salyangoz'a, yiyeceklerimizden ikram etttik, fotoğraflarını çektik. Ve zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmadan, saat 16;00'da düştük, dönüş yoluna...

DEMİŞTİK, DÖNÜŞ YOLU'NUN ZORLU OLACAĞINI...
Gelirken hep rampa aşağı indiğimiz yol, şimdi olmuştu bize, hep rampa çıkışlı yol. Sıcakta çabası. Ağaçlara rağmen, güneşte nasıl bastırıyor. Bu sefer sık sık nefeslenme molaları veriyoruz. Sonunda, soğuk sularıyla tanıdığımız, ormancı anısına yaptırılan "taş çeşmeye" geldik. İçtik sularından, nefeslenerek, mataralarımızı doldurduk. Çok az kalmıştı, yolumuz. Altıyol'daydık. Güneş gitmiş ve hatta numunelik bir kaç damla yağmur düşmüştü, yüzümüze. Güle oynaya çıktık, son metreleri....


DÖNÜYORUZ...
Saatler 18;25'i gösterirken arabayı bıraktığımız Beypınarı'na vardık. Toplam 15 km yol yürümüşüz. Bindik arabaya dönüyoruz. Bir kaç km sonra, yolumuza kütük yüklü bir traktör çıkıyor. Yol çok dar, geçmek mümkün değil. Ormancı, kestiği kütükleri traktörden indirip, yol kenarına istiflemeye çalışıyor. Hemen arabamızdan indik ve kütükleri ormancının şaşkın bakışları altında, süratle indirmeye başladık. Ormancının adı Ali. Mehmetalan köyünden. Yıllardır bu işi yaptığını söylüyor. Köyde kurulan kooperatif bünyesinde, Orman İşletme Müdürlüğünün ihalesi sonucu, ağaç kesme ve ster denilen istifleri yapıyorlar. Bizim yardımımız, Ali abiyi çok memnun etti, kütükleri indirirken yaptığımız sohbet, iş bitimi ile vedalaşmaya döndü...

Dönüş yolu biraz uzun gelmişti, sabaha göre. Ama sohbetimiz hiç eksik olmadı...
Ve saatler 20;08'i gösterirken Zeytinli'ye geldik. Burada iyi temennilerle vedalaşıp, evlerimizin yolunu tutturduk...


"Vallahi o yardır,
Billahi o yardır.
Sinemin üstünde,
Hala o dağdır.

Mavi yüzük firuze,
Haber verin horoza.
Horoz bugün ötmesin,
Yar gelmiş hanemize."
(Celal Güzelses, Muzaffer Sarısözen-Diyarbakır)



SON SÖZ;
Kazdağlarının harikası, en büyük, en yüksek, en nazlı, en güzel şelalesine yolculuğumda; bize rehberlik eden Erhan bey başta olmak üzere, yol arkadaşlarım Suat bey ve Özgün hanıma çook teşekkür ederim...

Yürüme yolu olarak son derece kolay ama, başındaki "saklı şelalesiyle" ve nihayetindeki Vallah'ıyla, zümrüt yeşili büvetiyle bu parkuru değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)