İzleyiciler

30 Ekim 2018 Salı

GÖMEÇ ATATÜRK KAYALIKLARI, CUMHURİYET TIRMANIŞI (29 EKİM 2018)


GÖMEÇ ATATÜRK KAYALIKLARI, CUMHURİYET TIRMANIŞI (29 EKİM 2018)

"Ey, mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kızkardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.." Arif Nihat Asya


Dün, Ören'den Assos'a uzanan 140 km'lik kamplı bisiklet turundan, yeni dönmüştüm. Ama aklım, bugünkü Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaydı. Çocukluğumdan beri milli bayramlar beni, hep heyecanlandırmıştır. Hele küçük ilçemizin, bayraklarla donatılmış çarşı meydanını dolduran, coşkun kalabalığı unutmam, mümkün değil. 23 Nisan'larda çocuk olduğum için neşelenir, 19 Mayıs'larda gençliğimin çoşkusunu yaşar, 30 Ağustos'larda vatanımız için kanlarını döken aziz şehitlerimizi dua ile anar, 29 Ekim'lerde bağımsız Cumhuriyet'imizin gururunu yaşardım...
Değişen birşey yok, bugün de hala öyleyim. Değişen tek şey kutlama şeklimiz oldu.


Evet bugün 29 Ekim 2018, Cumhuriyetimizin 95'inci yıldönümü. Ve geçen yıl olduğu gibi bu yılda; özgürlük ve varlığımızı borçlu olduğumuz, milletimize kula kulluğu değil bağımsızlığı layık gören büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ü anmak ve Cumhuriyetimizi kutlamak üzere Gömeç Atatürk Kayalıklarına tırmanacağız...


Tırmanışı öğlende sonra yapacağız. Bunun için sabah hiç acele etmeden, her zamankinden biraz geç kalkıyorum. Geç dediğime bakmayın siz. Ne kadar yorgun olursam olayım, en geç 08;00'de ayakta olurum. Oldum olası sabahları geç kalkmayı hiç sevmem. Neyse konuyu dağıtmadan sadede gelelim. Evden çıkıyor Burhaniye'ye geliyorum. Buradan Burak ve Yusuf bey ile birlikte Gömeç'e geçiyoruz. Gömeç'te diğer arkadaşlarımızla buluşuyor, Taş Kahve'de mis gibi çaylarımızı yudumluyoruz..



Saatler 13;45'i gösteriyor, artık gitme zamanı. Atatürk Kayalıkları bizi bekler. Çıkıyoruz yola. Önce Hacıhüseyinler köyünden geçiyor, bir kaç km sonra Kocaçınar yoluna giriyoruz. Toprak yolda bir süre gidip, aracımızı uygun bir yere bırakıyoruz. Günün anlam ve önemine binaen topluca fotoğraf çekilip hemen yola koyuluyoruz. Oldukça düzgün, toprak bir yolda yürüyoruz. Etrafımız çam ağaçlarıyla süslü. Hava tam bir yaz havası. Sıcak ve güneşli...


Bugün fazla yürümeyeceğiz ama çok zorlu olmasada bir tırmanışımız olacak. Tam dokuz kişiyiz. Sohbet o kadar koyuki bir ara sapacağımız yolu geçtiğimizi fark edip geri dönmek zorunda kalıyoruz. Ama merak etmeyin fazla bir mesafe değil...



 Dönüyoruz tekrar yanından geçtiğimiz yol sapağına ve duruyoruz. Buradan bildiğimiz sağdaki yoldan mı, yoksa levhanın gösterdiği ama daha önce hiç gitmediğimiz yoldan mı gidelim, oylaması neticesinde, daha önce hiç gitmediğimiz yoldan gitmeye, karar veriyoruz. 








Dalıyoruz, çam ağaçlarının içindeki toprak yola. Ve bir süre ilerleyince, iyikide bu yoldan gelmişiz diyoruz. Yolumuz gittikçe daralıyor, patika yollara dönüşüyor. Patikalar kimi zaman ağaçların gölgesinde küçük çimenliklere, kimi zaman sarp kayalıklara çıkıyor. Ama ne olursa olsun gözlerimizin gördüğü güzellikler, bir bayram hediyesi gibi mutlu ediyor bizi. Hele yükselip ilk kayalığa çıktığımızdaki ayaklarımızın altındaki yeşil örtü, taaa uzaklardaki masmavi gök-denizzz ve arkasındaki dağlar... Özgürlük hissi... İşte tamda bugün, bunun için Atatürk Kayalıkları...



ATATÜRK'ÜN ALNIMI, BURNUMU...
İlk kayalık yığınındayız. Burası Gömeç İzmir çevre yolundan görünen silüetin hangi parçasıydı acaba. Kayalığın hangi kısmında olduğumuzu kestirmeye çalışıyor, durmadan yorumlar yapıyoruz. Kimimiz bu kayalığın Atatürk'ün alnı, kimimiz kaşı olduğunu söylüyor, kimimiz ise bu kaya kütlesinin Atatürk silüeti ile ilgisi olmadığını iddia ediyordu.


Fazla oyalanmadan bu kaya kütlesinden ayrılıyor, sık meşe ağaçları ve çalılıkların arasından elimizi kolumuzu çizdirerek, tırmanmaya devam ediyoruz. Tırmanma dediysek, öyle ipli-halatlı kaya tırmanışı anlaşılmasın. Oldukça dik, toprak çim karışımı bir patika düşünün. Kolay mı? değil. Zor mu? o da değil. Ortaya karışık bişey işte... İkinci kayalık grubuna geliyoruz. Aynı konuşmalar buradada yapılıyor. Kaşında mıyız, çenesinde miyiz...




Biraz soluklanıyor, aynı zamanda da önümüzdeki uçurum-vadinin tam karşısındaki diğer kayalık grubuna bakıyoruz. İşte diyoruz, oraya gitmeliyiz. Ve başlıyoruz yine düşmemeye çalışarak, çalılık ve ağaçlar arasından yürümeye. Bir taraftanda bu kayalık "burundu", şu kayalık "çeneydi" derken, aslında biz Atatürk silüetini oluşturan tüm kayalık gruplarının üstüne tek tek çıkıp çıkıp iniyorduk. Yani başından alnına tırmanmış, alından kaşları aşıp gözlere inmiş ve tekrar burun'a çıkmıştık...




YAŞASIN CUMHURİYET...
Saat 15;20. Ve kayalığın en yüksek noktası, burundayız...
Buraya benim bu üçüncü gelişim. Burada, huzur bulduğumu farkediyorum biran. Her defasında da sanki yeni bir zirveye tırmanıyormuşum hissine kapılıyorum...
Elimizde bayraklar hemen başlıyoruz tırmanmaya, kayalığın en tepesine...
Burada manzara şahane. Tüm Edremit körfezi ayaklarımızın altında. İşte, taaa şu nokta dün kamp yaptığımız Assos, bu tarafta Altınoluk, işte şurası Gömeç. Ayvalık adaları, Cunda hemen ayaklarımızın dibinde... Hayret! Bugün uçuran rüzgar da yok. Bayraklar elimizde, kayalıkların tepesinde gururla dikiliyoruz. Ve hep birlikte, tek yürek tek ses YAŞASIN CUMHURİYET diye, bağırıyoruz ard arda. Bağırıyoruz ki duysun dostlarımız da sevinsin, düşmanlarımız da duysun ki titresin ve bilsinki " TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET VAR OLACAKTIR" ...


Zirveden iniyoruz kayalıkların dibine. Ayrılmıyor hemen, oturuyoruz her birimiz bir yere. Her zamanki gibi Rita hanımın termosundan, çaylarımızı içiyoruz.



NASILDA ÖZLEMİŞİM SENİ...
Saat 16;10. Dönüş zamanı. İnişimiz geldiğimiz yönün aksine, oldukça kaygan, dik ve tehlikeli bir noktadan Koçaçınara olacaktı. Buraya kadar gelmişken, Kocaçınarı ziyaret etmeden olmazdı. Oldukça dikkatli ve zaman zaman kayarak, hafif düşe-kalklarla, yarım saatin sonunda iniyoruz. Aşağıda devasa kollarını açmış, Koçaçınar bizi bekliyor. Nasılda özlemişim, burayı. Tam bir yıl öncede buradaydım. Daha bu bölgeye yeni gelmiş ve ilk yürüyüşümüde buraya yapmıştım.

Hemen sarılıyoruz koluna bacağına, hasret gideriyoruz Kocaçınar'la. Sonra oda bizi kollarına alıyor ve hatıramız olsun diye birlikte fotoğraflar çekiliyoruz... Ve sonrası vedalaşma...


Düşüyoruz toprak yola, herkes yanındaki ile sohbet içinde...


Çok geçmiyor durup, başımızı kayalıklara çeviriyoruz. Yine başlıyoruz yorumlara; şu çıkıntı burnu, şu çıkıntı çenesi, bakın işte biz şu kayaların üzerindeydik diye... Ayrılamıyoruz bir türlü, ama gitmeliyiz. Gitmeliyiz çünkü KDSG olarak, Gömeç sahilinde ateş yakıp, ailelerimizle birlikte, Cumhuriyet'imizi kutlayacağız daha...



Saatler 17;35'i gösterirken, kısa ama çok güzel bir yolun sonunda araçlarımıza varıyoruz. Ve Gömeç sahilinde buluşmak üzere, vedalaşıp ayrılıyoruz...


SON SÖZ;
Bu yürüyüş Cumhuriyet yürüyüşüydü. Bu yürüyüş, Türk Milletine layık gördüğü Cumhuriyet yönetim şekli için büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'e saygı yürüyüşüydü. Bu yürüyüş vatanları için canlarını feda eden şehitlerimize minnettarlık, gazilerimize şükran yürüyüşüydü...
Tüm şehitlerimizi saygıyla anıyor, ruhları şad olsun diyorum ...

"Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!"



Bugünkü anlamlı yürüyüşte bize rehberlik eden Erhan bey başta olmak üzere, Suat, Yusuf, Burak ve Cem bey ile Songül, Yasemin ve Rita hanıma çook teşekkür ederim...

Etkinliğin anlam ve önemine binaen, bugünkü parkuru değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)


23 Ekim 2018 Salı

RES'E KARŞI EYBEK DAĞI YÜRÜYÜŞÜ (21.10.2018)





RES'E KARŞI EYBEK DAĞI YÜRÜYÜŞÜ (21.10.2018)

Kazdağları silsilesi içinde, birisi gecenin karanlığında olmak üzere, tam iki defa ziyaret ettiğim, 1340 rakımlı kutsal dağ. Ruhumun huzur bulduğu, sislerin içindeki gizemli ve her daim rüzgarlı dağ. Eybek Dağı... Bizim için ulu ve mitsel ulaşılmaz olan dağımız. Şimdi çaresiz ve bize ihtiyacı var...

Son günlerde sosyal medyada, Eybek dağına "Rüzgar Enerji Santrali" (RES) kurulacağı, biz doğaseverlerin gözbebeği güzel Kazdağlarımızın katledileceği ile ilgili duyurular yapılıp duruyordu. Tabiki bu haber, biz doğaseverler için korkunç bir haberdi. Daha haberi duyar duymaz, yüreğimiz daralmış, içimiz sızlamıştı. Duyarsız kalamazdık. Bişeyler yapmalıydık. Gözümüz bu konudaki girişimleri aramaya başladı. Ve gördük ki bu konudaki en büyük mücadeleyi "Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği" veriyordu. Dernek, bölgedeki köylüyü bilinçlendirme toplantıları yapıyor, ilgili makamlara RES'in Kazdağlarına zarar vereceğini, dolayısıyla bu projeden vazgeçilmesi konusunda gerekli girişimlerde bulunuyor ve tüm doğa severleri bu mücadeleye davet ediyordu. Hatta bu konuda akademisyenlerin bilgilendirme yapacağı panel bile düzenlemişti...


"EYBEK DAĞINDA RES'E HAYIR" PANELİ...
20.10.2018 Cumartesi. Bugün çok önemli işlerim var ama panele mutlaka gitmeliydim. Gittimde. Ve öğrendiğim bilgilerden sonra, iyiki de gelmişim dedim. Panele, sosyal medya üzerinden yapılan çağrı ile; Körfez Doğa Sporları Grubu (KDSG), Kazdağı Gezginleri (KAGEZ), Kuzey Ege Treking Grubu (KET) ve Kazdağı Tutkunları olmak üzere toplam dört "Doğasever Yürüyüş Grubu" katılmıştı. Bölgemizde yaklaşık 20'ye yakın "doğa sporları yürüyüş grubu" olmasına rağmen, maalesef panele katılan grup sayısı, hepi topu dört'tü. Açıkçası buda düşündürücü ve üzüntü verici ayrı bir durumdu. Bugün burada olmayanlar, yarın acaba hangi dağlarda yürümeyi, hangi ormanlarda derin derin nefes almayı, hangi soğuk pınarlardan kana kana su içmeyi düşünüyorlardı... Neyse, konuyu dağıtmadan biz gelelim panelde neler konuşulduğuna, neler öğrendiğimize...
Ama merak etmeyin uzun uzadıya sizlere RES'leri anlatmayacağım. Ama RES'lerin yenilenebilir ve diğer enerji kaynaklarına göre daha temiz olmalarına rağmen, uygun bölgelerde kurulmadıklarında; gerek doğaya ve gerekse hayvanlar ile insanlara karşı bir çok zararlarının olduğunu vurgulamadan geçemeyeceğim. Çünkü RES'lerin zararlarını bilmez isek, konuyuda doğru kavrayamayız diye, düşünüyorum...


RES'LERİN OLUŞTURABİLECEĞİ ZARARLAR...
Evet, gerek internetteki araştırmalarımdan ve gerekse panelistlerin açıklamalarından rüzgar türbinlerinden kaynaklı en önemli çevresel sorunun GÜRÜLTÜ olduğunu öğreniyorum. Gürültü deyip geçmeyin. Islık ve uğultu benzeri bir sesin 7/24 saat sürekli kulaklarınızda olduğunu düşünün. Tabi birde devasa kanatların insan kulağının duyma eşiğinin altında yaydığı seslerden bahsediliyor ki, bununda insanlarda; stres, uyku bozukluğu, baş ağrısı, kulak çınlaması, sinirlilik, konsantrasyon ve hafıza bozuklukluğu gibi bir çok hastalıklara sebep olduğu belirtiliyor.
Ayrıca;
1. Olası yıldırım düşmelerine bağlı YANGIN riski,
2. Kış aylarında tribün kanatlarında oluşabilecek BUZ PARÇALARININ FIRLAMASI ile insan ve hayvan ölümlerine sebep olma ihtimali,
3. Kurulduğu bölgede rüzgarı kesme ve farklı yönlere dağıtmaya bağlı HAVA ISISINDA DEĞİŞİMLERE SEBEP OLMA ve EKOLOJİK DENGEYİ BOZMA,
4. Göç yollarındaki RES'lerin yarattığı hava akımlarına bağlı YARASA ve GÖÇMEN KUŞ ÖLÜMLERİNE neden olma, göç yollarının değişmesiyle göçmen kuş nesillerinin tehlikeye girmesi,
5. RES'in bulunduğu bölgenin yakınında HABERLEŞME VE İLETİŞİM SİNYALLERİNİN BOZULMASI,
6. Pervane direklerinin kurulacağı alanın BETONLAŞTIRILMASI,
7. Açılacak yollar ile AĞAÇLAR ve ORMANLARIN YOKEDİLMESİ,
8. Onlarca hektarlık alanın gasp edilerek CANLILARIN DOĞAL YAŞAM ALANLARININ BOZULMASI gibi bir çok zararlarının olduğunu öğreniyorum...
Yukarıda ulaştığım bilgiler ışığında bu RES projesinin; içinde bir çok endemik bitkiyi barındıran, bir çok hayvanın evi konumundaki dünyanın gözbebeği, oksijen deposu Kazdağlarına kurulmasına müsaade edildiğini düşündükçe, akıl tutulması yaşıyor insan...

Çıkıyoruz panelden; duyduklarımız karşısında biraz şaşkın, biraz üzgün biraz ümitli...
Ümitliyiz çünkü yarın, dört yürüyüş grubu ile birlikte; taşa, kuşa, ağaca, su pınarlarına seninleyiz diyebilmek, zirveden RES'E HAYIR diye haykırabilmek için Eybek Dağına yürüyeceğiz ...

21.10.2018 PAZAR SABAHI...
Sabah çok erken kalkıyorum. Güzel bir kahvaltı sonrası, çantamı tekrar kontrol ediyorum. Ve Ayvalık tarafından gelecek arkadaşlarımla buluşmak üzere, Edremit'e doğru yola çıkıyorum. Yaklaşık 20 dakika sonra, gelen arkadaşlarımın arasına karışıyorum. Uzun süredir görüşemediğim arkadaşlarımla ayak üstü hal hatır ediyor, biniyoruz araçlara...


Saatler 08;45'i gösterirken, Hanlar bölgesine gelmeden, soldan Kumluca yoluna giriyoruz. Ve "Orman Yangın İlk Müdahale İstasyonu'nun" karşısına, ağaçların altına parkediyoruz araçlarımızı. İniyoruz araçlardan. Bugün tam 12 kişiyiz. Hemen öyle yürüyüşe başlamıyoruz. Önce Yoga hocamız Burak beyin yönlendirmesi ile nefes tekniklerini uyguluyor, kas-iskelet sistemimizi esnetip gerdiriyoruz...



Ve sonrasında, başlasın yürüyüş. Dalıyoruz Kızılçamların içindeki orman yoluna. Hava yazdan kalma, güneşli ve ılıman. Gökyüzü açık ve masmavi. Her zamanki gibi içimiz neşe dolu. Nedense daha adımımı ormana atar atmaz, içimde tarif edilemez bir coşku, duygu ve enerji patlamaları yaşıyorum... Bu aslında benim doğada ki doğal halimdi, yani öz bendim, yani kendimdim...


BENİM İÇİN FARKLI ROTA...
Eybek Dağına bu sefer, farklı bir rotadan gidilecekti. Daha doğrusu ben, bu rotadan ilk kez gidecektim. "Kumluca Orman Evi- At Kayası" yolunu takip ederek, At Kayasına çıkan yola sapmadan, Eybek Kule kavşağındaki çeşmeye çıkacaktık. Buradan sonrası ise sürekli zigzaglar çizerek tırmanacağımız, bildiğimiz zorlu patika yollardı...

Kızılçamların içindeyiz, herkes yanındaki ile sohbet ederek yürüyor. Bazen içinde yürüdüğümüz tablovari tabiatın bir parçası olmanın mutluluğunu içimizde hissediyor, fotoğraflar çekiyoruz. Bazen içsel düşüncelere dalıyor, bazen ise yanımızda kim varsa onunla hayata dair iki çift laf ediyoruz...
Bir kaç arkadaşımız mevsime uygun giyinmiş olsalarda şu anda yazı yaşıyoruz. Ve tabiki üzerindekiler fazla geliyor, fazla geldikçe de kat kat çıkartılıyor giysiler...





BEKLE BENİ "AT KAYASI"...
Sürekli tatlı bir tırmanış içindeyiz. Yaklaşık 2,5 km sonra, At Kayası yol ayrımını solumuzda bırakıp, devam ediyoruz. Sağımızda belli belirsiz şırıltılı sesi ile bir derecik, yol arkadaşımız oluyor. Yürüdüğümüz yol toprak, ama bir araç yolu kadarda düzgün. Sonbahara uygun olarak, bitkiler çoktan renk değiştirmeye başlamış. Ne yana baksan, ayrı bir güzel. Kıvrıla kıvrıla ilerledikçe görsel şölenimiz daha bir artmaya başlıyor. İleriye yükseklere bakıyoruz, sisler içinde bizi bekleyen Eybek Dağını görmeye çalışıyor göremiyoruz. Bu sefer olduğumuz yerde arkamıza dönüp, tam karşımıza bakıyoruz. İşte orada, oda bizi selamlıyor, sisler içinden muhteşem görüntüsü ile "At Kayası." Buraların ruhunda var gizemlilik. At Kayası'nında bütün cazibesi üzerinde galiba, bugün. Dur bakim, bana gözmü kırptın sen. İçimden " Tamam, kabul. Beni ayarttın. En kısa sürede geleceğim sana, bekle beni." diyor ve devam ediyorum yoluma...


TOPLANMA NOKTASI; KULE ÇEŞME...
Havada ne kadar da berrak, güneş ışıl ışıl tepemizde. Binbir renkli ağaçlar, dereler ve ormanların bize sunduğu manzara sarhoşluğu içinde, Eybek Kule kavşağındaki çeşmeye geliyoruz. Ve buradaki kalabalığı görünce, tekrar ne maksatla buraya geldiğimizin bilinci ile karışıyoruz aralarına. Burada kalanlar, ait olduğu yürüyüş grubu ile Eybek Dağı zirveye çıkamayan veya çıkmak istemeyen kişilerdi. Zirveden dönecekler için ateş yakılmış, çaylar demlenmiş, kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Bizden de bir arkadaşı burada bırakıyoruz...







EYBEK BABA BİZİ BEKLER...
Saat 11;00. Ve KDSG olarak hiç oyalanmadan vuruyoruz dar ve dik patika yola. Zigzaglar çizerek ve düşmemek için bir gözümüz patikada, tek sıra halinde tırmanıyoruz. Kimi zaman nefeslenme molaları, kimi zaman ise gözümüze ilişen güzel mor Çiğdem'lerin, mantarların, sonbaharın muhteşem fotoğraflarını çekme molaları veriyoruz...


Diğer gruplarla zirvede buluşacağız. Ağaçlık alandan çıkıp, zirvenin kayalık yamaçlarına geldiğimizde, başımı kaldırıp zirveye doğru bakıyorum. Ve garip şekilde içimde bir burukluk hissediyorum. Sanki Eybek Baba bizi görmüştü, görmüştü de yardım edin diye, feryat ediyordu...


ZİRVE... RES'LERE HAYIR !...
Saat 12;00. Zirvedeyiz. Ama zirvede adım atacak yer yok. Diğer gruplar bizden çok önce gelmiş, pankartlarını çoktan açmışlardı. Hemen bizde yerimizi aldık zirvede. Topluca fotoğraflar çekilip, hep bir ağızdan "Eybek Dağında RES'lere Hayır! " diye defalarca haykırdık. Dağımıza, taşımıza, ağaçlarımıza, kuşlarımıza, pınarlarımıza biz buradayız, korkmayın dedik...



Diğer gruplar zirveden inmeye başlıyor. Aşağıda, çeşme başında da bilgilendirme yapılacak. Ama biz hemen ayrılmak istemiyoruz öyle, ateş almaya gelmiş gibi.
Eybek Babanın başı yine dumanlı. Oturuyoruz Eybek Babanın yanıbaşına. Rita hanımın termosu ile getirdiği sıcak çaylar, kahveler içiliyor, rüzgara karşı. Ve sonra vedalaşma. Saatler 12;35'i gösterirken, bizde inmeye başlıyoruz, zirvenin büyük kayalarından sekerek...



Kayalıklardan daha ormana girmemiştik ki uzaklardan, kayaların içinden gelen tanıdık bir havlama sesi ile yüzümüzde tebessüm oluşuyor. Daha önce Eybek dağı gece yürüyüşünde tanıştığımız, çoban Murteza'nın kulakları kesik kangal çoban köpeği, gür sesi ile bize havlayıp duruyordu. Kaya rengindeki tüyleriyle kayalıklarda kamufle olmuş, kendisini hemen görememiştik. Onu görür görmez, ona doğru ıslık çaldık. Bu ıslık ile önceleri aslan edasıyla havlayan köpek, süklüm püklüm kuyruğunu sallayarak hemen yanımıza geldi. Aradan geçen onca zamana karşın, değişen bişey yoktu, hala çok zayıftı. Suat bey ve Rita hanım köpek dostumuzla ekmeklerini paylaşır paylaşmaz, yolumuza revan olduk tekrar...

İnerken yolumuza çıkan her çeşmeden bol bol su içtik ve bir taraftanda RES'lere engel olamazsak bidahaki sefere buralarda nasıl bir değişim bizi bekliyor olacağı psikozu ile üzüldük...



SON KONUŞMALAR...
Saat 13;20. İniyoruz kule kavşağındaki çeşmeye. Bütün yürüyüş grupları burada. RES projesi ve zararları ile ilgili burada da bir bilgilendirme konuşması yapılıyor. Ateş harlanmış, herkesin elinde sıcacık bir çay, pür dikkat konuşmacıyı dinliyor. Burada bulunan bütün insanlar, konuya çok duyarlı ve tepkili...


Kazdağlarını görmeyen, havasını solumayan, soğuk sularından içmeyen bilmez buraların kıymetini kadrini. Patikalarında, ormanlarında yürümeyen, buz gibi büvetlerinde yüzmeyen ise hiç anlamaz seni ve duymaz haykırışlarını...

Bilgilendirme konuşmaları biter bitmez, grup olarak ayrılıyor, geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Saat 14;35'e kadar hiç durmadan yürüyoruz. Ama bişeyler yemeliyiz...



YEMEK MOLASI...
Sabah gelirken, kayalardan aşağı süzülen cılız bir su, dikkatimizi çekmişti. Suyun döküldüğü yere tırmanan Varol bey, buranın çok güzel olduğunu söyleyince, dönüşte burada mola vermeyi planlamıştık. Öylede oldu, tırmandık bol yapraklı, topraklı kaygan rampadan yukarı. Yukarıda ilk gördüğümüz şey, merdiven basamağı şeklindeki kayalardan dökülen, minik bir şelalecik oldu. Aslında şelalecik demek bile, çok iddialı belki. Ama görünümü, insanı sevince boğacak kadar muhteşemdi.


BUGÜN DESELER Kİ NEYİ HİÇ UNUTMAZSIN...
Burada kayaların üzerinde hemen ateş yakıldı, çay suyu konuldu . Herkes boş bulduğu bir düzlüğe oturup, sırtını bir kayalığa verdi. Birşeyler atıştırırken, bir taraftanda sohbet ediliyordu. Herkesin neşesi yerindeydi. Benim canım ise birşey yemek istemiyordu bugün. Sunta bisküvi dışında bişeyde getirmemiştim zaten...





Grup arkadaşlarımı, biraz daha yukarıdan gören bir yükseltiye çıkıp, uzandım bir ağacın dibindeki, kurumuş çam ve meşe yapraklarının üstüne. Ve bugüne kadar ilk defa, doğada kulaklıklarımı taktım kulağıma. Müzik dinlemek, ruhumu o an, o ortamdan ayırmak istedim. Gözlerim, ağaç dallarının arasından aralanan mavi gökyüzünde... Çok sürmedi kapattım gözlerimi, çıkarttım kulaklıkları. Hafifçe esen rüzgarın sesine, bizim minik şelalenin karışan sesi, daha bir okşadı ruhumu. Doğa nasıl bir huzur veriyor, nasılda mutlu ediyordu beni. Neydi beni doğada bu kadar mutlu eden. Ben doğanın neyini seviyordum. Bunu anlatmak öyle kolay değil. Ama bugün ne gördün, neyi hiç unutmazsın deseler, derimki; kurumuş yaprakların arasından başını uzatan mor renkli sarı gözlü çiğdemler sizi hiç unutmam, sarı-turuncu elbiselerini giymeye başlayan ağaçlar sizide. Herşeye inat dört mevsim yeşil kalabilen çamlar, yerlere saçılmış sincapların yemeği meşe palamutları, böcekler, kuşlar sizide. Henüz karşılaşmadığımız kurt, çakal, domuz, ayı sizide hiç unutmam. Ama belli ki sizleri unutan birileri var. RES'e müsaade edenler, gözlerini para hırsı bürüyenler, kendini bilmez, gözü kimseyi görmezler var. Bilmiyorlar ki RES yapılırsa doğa; bütün güzel renklerini ve seslerini, canlılar; canlarını kaybecek...
Ne diyebilirimki... Ama merak etmeyin, bu işler öyle kolay değil...


Saat 16;40. Araçlarımızı bıraktığımız yerdeyiz. Toplamda yaklaşık 19 km yol yürümüşüz. Ama bedensel zerre yorgunluk yok... Ruhumuzu ve zihnimizi ise hiç sormayın...

Biniyoruz araçlarımıza ve her zamanki gibi Edremit'te vedalaşıp ayrılıyorum arkadaşlarımdan...

SON SÖZ;
Bu yürüyüş bir karşı çıkma, yanlışı düzeltme, gözbebeğimiz, ciğerimiz Kazdağlarına yardım yürüyüşüydü. Bu yürüyüş çocuklarımızın geleceğine, yöre halkının menfaatlerine sahip çıkma yürüyüşüydü. Bu yürüyüş fütursuzca ormanlarımızı katletme eylemine, artık dur deme yürüyüşüydü. Bu yürüyüş tüm doğaseverlerin dikkatini çekme adına yapılmış keyfi değil, sosyal sorumluluk yürüyüşüydü...
Umarım olması gerektiği gibi ormanları, dağları kısacası tüm doğayı bir gün anlar ve kendi döngüsüne bırakmayı başarırız...

Bugünkü anlamlı yürüyüşte bize rehberlik eden Erhan bey başta olmak üzere, tüm yol arkadaşlarıma ve bu etkinliğe katılarak dağlarımıza sahip çıkan diğer yürüyüş gruplarına çook teşekkür ediyorum...

Etkinliğin anlam ve önemine binaen, bugünkü parkuru değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)