İzleyiciler

26 Temmuz 2019 Cuma

ÇANAKKALE BOZCAADA GEZİ -GEYİKLİ KAMP (20-22.07.2019)


ÇANAKKALE BOZCAADA GEZİ -GEYİKLİ KAMP (20-22.07.2019)

Bugün itibariyle Gökçeada maceramız sona erdi... Artık dönme zamanı. Feribot biniş biletlerimizi daha önceden aldığımız için hiç acele etmeden iskeleye geliyor, giriyoruz araç kuyruğuna... Feribotun gelmesine neredeyse yarım saat var. Bizimkilerin üzerinde ise adadan ayrılmanın hüznü... Dönüp Hazan hanıma "İsterseniz siz inin biraz hava alın" diyorum. Hiç konuşmadan başı ile "peki" diyerek, iniyor kızımla birlikte aşağı. Ben arabada bekliyorum... Nihayet geliyor feribotumuz ve biniyoruz sırayla... Dönüş yolculuğumuz biraz hüzünle karışık, sıkıcı geçiyor. Bizimkilere moral olsun diye tatilimizin Çanakkale ve Bozcaada kısmını anlatıyorum ballandıra ballandıra... Derken geliyoruz Kabatepe'ye. Feribottan iner inmez basıyoruz gaza, Eceabat yönüne doğru. Başka bir feribotla Çanakkale'ye geçeceğiz. Ama daha Eceabat şehir merkezine girmeden başlayan araç kuyruğunu görünce, moraller alt üst oluyor... Hiç oyalanmadan yönümü daha sakin olacağını düşündüğüm Kilitbahir'e çeviriyorum... Ama nerdeee. Kilitbahir'de de durum aynı. Kilometrelerce araç dizilmiş arka arkaya; dur kalk dur kalk...


Nihayet feribottayız... Güverteye çıkıp dayıyoruz kollarımızı korkuluklara. Gemi kıyıdan yavaş yavaş uzaklaşırken, hepimizde bir sessizlik, geride bıraktıklarımıza, yaşanmışlıklarımıza dalıp gidiyoruz uzaklara...

Saat 21;15. Akşamın griliği, yerini gecenin karanlığına bırakmak üzere iken, geliyoruz kalacağımız otele. Hiç bir şey yapmadan direkt restoran bölümüne geçip, bişeyler yemek istiyoruz. Yol boyunca abur cubur bişeyler atıştırmamıza rağmen oldukça açız. Neyseki verilen siparişler hızlıca geliyor, yiyoruz afiyetle... Hiç oyalanmıyoruz. Hemen kendimizi çeşit çeşit yeme içme yerlerinin sıralandığı sahile atıyoruz.


Sahil oldukça kalabalık ve hareketli. Şansımıza Truva atının önündeki boşluğa kurulan bir platformda uluslararası halk dansları gösterisine denk geliyoruz... Alanda bir çok ülkeden bir çok halk dansları grubu ile karşılaşıyoruz. Herbirisi rengarenk yöresel kıyafetleri içinde, kimisi komik kimisi ise masal kahramanı gibi sahne sırasını bekleyip duruyorlar... Sahnede olanlar ise ülkelerinin müzik ritimleri ile coşmuş durumda... Bir süre bizde izliyoruz bu şahane gösterileri... Ve sonra devam ediyoruz saat kulesine doğru. Ara sokaklara dalıp, buluyoruz Peynir Helvacıları. Gün boyunca aklımızdan çıkmayan Peynir Helvasını, mideye gömmeden yatmamız mümkün değil... Giriyoruz bir yere, siparişlerimizi verip, oturuyoruz bir masaya.... Ve bir çırpıda yalayıp yutuyoruz... Keçi sütünden yapılma dondurma eşliğinde önümüze gelen "Meşhur Peynir Helvasını"... Canınız çekmesin diye fotoğraf paylaşmayacağımı, üzülerek belirtmeliyim...

Artık otele gitmeli ve yatmalıyız... Çok yorgunuz ve üstelik yarın Bozcaada gezilecek, gecesinde ise çadırlar kurulup kamp yapılacak... Yani belli ki yarında çok yorulacağız...


21.07.2019 Pazar...

Bozcaada yollarına düşmeden birde gündüz gözüyle görmek istiyoruz, Çanakkale sokaklarını... Sabah hiçte acele etmeden aheste aheste otelde kahvaltımızı yapıp, çıkıyoruz dışarı. Otelimiz sahilde. Dolayısıyla bizde dışarı çıkar çıkmaz sahilde buluyoruz kendimizi... Yürüyoruz sağımıza solumuza bakınarak.


 
Kafelerin önünden geçip, devasa boyutları ile Truva atının yanıbaşına geliyoruz hemencecik. Burada akşam fotoğraf çekilmemize rağmen, gündüz de bir fotoğrafımız olsun istiyoruz... Ardından feribot iskelesine doğru yürüyor ve caddenin karşısına geçer geçmez, ilk sokağın başında saat kulesini görüyoruz, yeniden. Aslında gece karanlığında gezdiğimiz bu yerleri, şimdi de gündüz gözüyle tekrar ediyoruz...



AYNALI ÇARŞI...
Buradan dalıyoruz ara sokaklara. Şimdiki istikametimiz, akşam kapalı olduğu için gezemediğimiz Aynalı Çarşı... Aynalı Çarşı deyince ister istemez aklımıza, içimizi titreten sözü ve ezgisiyle, o meşhur Çanakkale türküsü geliyor... Ve istemsiz olarak, türkünün o iç sızlatan dizelerini mırıldanarak;

"Çanakkale içinde aynalı çarşı,
Ana ben gidiyom düşmana karşı,
Off! Gençliğim eyvah!.
.." giriyoruz çarşıdan içeri...


Çarşının içinde, önündeki rengarenk hediyelik eşya tezgahları ile sıra sıra dükkanlar karşılıyor bizi. Yürüyoruz baştan sona bakına bakına, alış veriş yapa yapa...

Vakit bi hayli ilerliyor. Çanakkale için yeter diyor, düşüyoruz Bozcaada yollarına...



BOZCAADA...
Saat 15;00. Geyikli'de feribottayız... Çok sürmüyor, yaklaşık yarım saat sonra Bozcaada'dayız... Büyük bir heyecanla kalabalığa karışıp, iniyoruz feribottan. Ve hızlı adımlarla kalabalıktan kaçarcasına uzaklaşıp, Anıt meydana çıkıyoruz.




Adada ilk selamımızı al bayrağımız ile Ata'mıza çakıp, dalıyoruz arka sokaklara... Geziniyoruz sokaklarını, bir çok yaşanmışlıkların şahidi, asırlık evlerin gölgesinde... Aslında Hazan hanımdan ziyade, benim daha heyecanlı olduğumu söylemeliyim. Bunun sebebi tamamen eşimin memnun kalacağını düşündüğüm bir kahveci dükkânından ibaret...



Tam bir ay önce bisiklet ile geldiğim Bozcaada'nın sokaklarında gezinirken; mavi panjurlu Madam'ın Kahveci dükkânını görmüşte, kahve müptelası Hazan hanımı buraya mutlaka getirmeliyim demiştim kendi kendime... Ve şimdi buradayız... İşte benim heyecanımın nedeni bu kadar basit. Eşimin memnuniyeti...
İçiliyor güzel bir sunumla gelen kahveler. Sohbet ediyoruz, şimdiki zamana dair. Eşim ve kızımın yüzü gülüyor. Onlar mutlu, bende mutlu...



 

Sonrasında kalkıyoruz Madamın Kahveci dükkânından ve gire çıka arşınlıyoruz ada sokaklarını. Makyajlı boyalı halleriyle gözümüze şirin görünen evlerin önlerinde durup, fotoğraf çekile çekile geliyoruz iskeleye kadar... Ziyaretin kısası makbuldür deyip, ayrılıyoruz Bozcaada'dan...


KAMP ZAMANI...
Saat 19;00. Geyik'li Hantepe mevkisindeyiz... Denizin kenarında, küçük bir koruluk. Bu gece burada, çadırda konaklayacağız. Bugün günlerden pazar ve haliyle biraz kalabalık olacak düşüncesine kendimi hazırlamama rağmen, oldukça sakin buluyorum burayı... Hemen çekiyorum arabayı bir ağacın altına. Ben masa ve sandalyeleri açarken, eşim ile kızım yolun hemen karşısındaki markete alışverişe gidip, geliyorlar. Biz yiyip içene kadar koruluktaki kalabalıktan eser kalmıyor. Yemek sonrası geziniyorum küçücük korulukta çadır yeri için.


Ve mahremiyeti olan, denize ve Bozcaada'ya nazır, ağaçlar altında bir yer buluyorum.


Hemen arabayı buraya getirip, başlıyorum kamp alanımızın çevre temizliğine... Ben hayatımda bu kadar çöpü bir arada görmedim. Açıkcası şaşkınım. Ve de sinirli. Yiyen çöpünü olduğu gibi bırakıp gitmiş... Nasıl bir haleti ruhiye içindedir, benim halkım... Neyse bozmuyoruz moralleri. Poşet poşet çöpleri toplayıp, biraz uzağımıza bir ağacın altına istifliyorum...



Sonra gün batımına karşı, kuruyorum çadırlarımızı... Muhteşem manzara karşısında dilimiz tutuluyor adeta. Bir süre konuşmadan öylesine bakıyoruz karşımızdaki kızıllığa ... Sonra kuruyemişler ve maden suları çıkıyor ortaya. Deniz seviyesinden neredeyse beş metre daha yukarıdayız. Ama ilginçtir kumsal, ağaçların içinden, bizim çadırların önünden başlıyor... Burası çook güzel bir yer...



Ailece yüzümüz de hep tebessüm, birbirimize espiriler yapıyor, neşemize neşe katıyoruz... Gökçeada'dan ayrılık hüznünün üzerine, bu kamp bize ilaç gibi geliyor...

Hepimiz çok yorgunuz. Saat daha gecenin 11'i olmadan giriyoruz çadırlarımıza... Bizimkiler yan çadırda, sesleri kıkır kıkır. Ben ise daha matımın üzerine uzanır uzanmaz, uykuya dalıyorum...

Okuyanlarınız bilir geçtiğimiz ay bisiklet üzerinde Akçay Çanakkale turunda da burada kamp yapmıştık. Ama ne kamp! Sabaha kadar beynimizi zonklatan bangır bangır müzik ve
sarhoş zırıltısı dırıltısı içinde, kabus dolusu bir gece... Bu gecede tek korkum buydu işte. Ama olmadı bişey. Gecenin birbuçuğunda genç bir delikanlının, sevgilisi şerefine patlattığı havai fişekleri saymazsak... Olsun buna razıyım. Ne varki bunda. Uykumun en derin yerinde bir kere havaya zıplamışım çok mu yani... Gecenin bu saatinde bu kadarcık gürültüden ne çıkar ki. Şunun şurasında bir gencimiz duygularını ifade ediyor, değil mi yani !?.. Hay ben seni yetiştiren anne babanın ×*@#+^&.....

Ben bu duygularda iken, bizim yan çadırdakiler ne yapsa beğenirsiniz. Ne yapacaklar!.. Havada patlayan havai fişekleri izleyebilme heyecanı ile çadırdan dışarı fırlamaktan başka... Allahım sen akıl fikir ver... Hadi bakim, hadii! Herkes yatağına...

22.07.2019 Pazartesi...

Sabah tam 05;55'te uyanıyorum. Ne kadar uyumak istesem de tekrar uyuyamayacağımı bildiğim için toparlanıp, çadırdan çıkıyorum dışarı...


Güneş doğmak üzere... Hava oldukça serin, bayağı bayağı üşüyorum... Üzerimde bir şort ve tişörtten başka bişey yok... Üzerime bişey giymek yerine, ateş yakmak istiyorum... Hem ateşsiz kamp mı olurmuş... Topluyorum çevremdeki çalı çırpıları. Tutuşturuyorum ucundan. Çıtırtı ile yanan ateşte hem bedenimi hemde ruhumu ısıtıyorum bir süre. Sonra, başlıyorum çevremde ne kadar plastik, kâğıt, izmarit varsa toplamaya... Ve yok ediyorum hepsini, harlı kamp ateşimizin dayanılmaz ısısında...


Hazan hanımda uyanıyor, yüzünde bir tebessümle. İniyor şıpırtılı, çarşaf gibi denizin kenarına... Sonra geliyor, hazırlıyoruz kahvaltı soframızı... Çocukluğundan beri her koşulda uyuyabilen, kızımız çadırında mışıl mışıl uyuyor. Ama artık uyanma vakti. Uyandırıyor annesi şefkat dolu bir sesle...


Oturuyoruz hep beraber kahvaltı masasına. Sanki beş yıldızlı bir otel odasında uyanmış gibi herkesin yüzünden mutluluk akıyor. Neşe içinde, iştahla yapıyoruz kahvaltımızı...

 
Kahvaltı sonrası bir süre daha oturuyoruz, öylesine... Acelemiz yok. Bulunduğumuz anın, ortamın ve manzaranın keyfini çıkarıyoruz...

Saat 09;30. Güneş yükseliyor, denize gelenler var. Sanırım artık gitme vakti... El birliği ile bir çırpıda topluyoruz çadırlarımızı... Ve düşüyoruz evimizin yollarına...

Murat Turan -2019