İzleyiciler

23 Nisan 2018 Pazartesi

MADRA DAĞLARININ, KARADERE GÜZLESİ (22.04.2018)




MADRA DAĞLARININ, KARADERE GÜZLESİ.(22.04.2018)

Bugün şafak sökmeden karanlıkta, yıldızlar altında, parkurumuzu yürümeye başlayacaktık. Bu bir ilkti, köylüler bile henüz sıcacık yataklarını terketmemişken, biz Güzle yollarında olacaktık. Bu arada, "Güzle" nedir ? diye soracak olursanız, "Güzle" deyince ben "Yayla" olarak anlıyorum. İnternette yaptığım aramalarda ise en yaygın anlamları ;1. Yörüklerin en son oturdukları, daha az serin ve köye yakın olan yayla. 2. Bağ evi. 3. Kışlık ev. (http://www.nedemek.org/ )

Her neyse 03;50'de kalkıp düştüm yollara, 04;30'da Burhaniye'de arkadaşlarla buluşup, kısa bir yolculuk sonrası, Karadere köyüne geldik. İndik aracımızdan, sırt çantalarımızı kuşanıp, tepe lambalarımızın ışıklarını yakıp, saatler 05;10'nu gösterirken, karanlığın içindeki yola doğru, alel acele başladık yürümeye.

BÜLBÜL YOLU
Çok sürmedi dayanamadık durduk, herkes sus pus. Karanlığın içinden gelen bülbül, ispinoz ve daha adını bilmediğim bir çok ötücü kuşların, senfonik seslerine kulak verdik. Yüzümüzü gökyüzüne çevirdik; büyük ayı, küçük ayı, kutup yıldızını aradık, bulduk, gözlemledik. Tekrar yürüdük karanlığın içine doğru, sağımızda çağıldayan dere sesine karışan kuşların melodik, ağıllardaki koyunların meleyen sesleri eşliğinde. Havanın mis gibi orman kokusuna karışan ağıl kokusu, insana sadeliğin ve doğallığın huzurunu veriyordu, adeta.

Saatler 05;40'ı gösterirken, şafak vakti sökmeye başlamıştı. Yalnız yürüdüğümüz yolda bir tuhaflık vardı; solumuzdaki yamaç kazılmış, sağımızdaki dere yatağına doğru ise genişletilen bir yol vardı. Ve bu yol bir yayla yoluna göre gayet genişti.
Saatler 06;35'i gösterirken, kahvaltı için sağımızda kalan derenin karşı tarafına geçmeye, karar verdik. Yol, yamaçtan kazılan kaya ve toprak yığınıyla o kadar yükseltilmiştiki, her adımda ayaklarımızın altından taş toprak kayıyor, düşmemek için olağanüstü gayret sarfediyorduk. Neyse zor bela dereyi geçip, çınarlar altındaki düzlükte, kahvaltı için ateşimizi yaktık. Çay demlendi, kahvaltı yapıldı ve saat 07; 15'de, tekrar yola koyulduk.
Yaklaşık 10 dakika sonra solumuzda bize şiddetle havlayan bir köpek sesi ve meleyen koyunlarıyla bir saya gördük. Saya sahibi bahçede çalışıyordu; hemen bize şiddetle havlayan ve bağlı olmayan köpeği sakinleştirdi. Sonra bizimle kısa bir selamlaşma.

Yürüdük ve ileride bir su geçiş menfezinin başında, bir çeşme ve sağa sola ayrılan iki yol vardı. Çeşmeden suyumuzu içtik ve soldan giden Karadere Güzle yoluna, devam ettik. Bu bölgeyi çok iyi bilen Erhan bey, sağa yukarı doğru giden yolun, Kuyucaoluk yaylası ile Yaylacık yaylalarına gittiğini söyledi.
Yol üzerinde yine Erhan beyin tanıdığı ve içinde kuzular, oğlaklar, buzağılar olan bir sayayı ziyaret ettik. Saya sahibi yoktu ama bizi çok sıcak karşılayan ailesi ile hasbihal ettik, hayvanları sevdik ve ayrıldık.
Bu arada bir iki saya'da, ağaca asılmış Türk Bayrağını görmekte, beni çok mutlu etti. Bu insanları, dağ başında öylesine yaşıyorlar sanmayın, herbirisi herşeyi çok iyi bilen ama hiçbirşeyden şikayet etmeden, sadece vatanları ile gurur duyan, çalışkan insanlar.

BU COĞRAFYAYI SEVİYORUM;
Yürüdüğümüz yolun sağı ve solu yüksek ağaçlarla dolu ama bir bölümünde, ağaç kesimi var. Bulunduğumuz noktadan, yüksek dağların arasındaki yemyeşil vadileri, havada süzülen Şahinleri görüyoruz. Manzara çok güzel, saatler 09;20'yi gösterirken, sağımızdaki vadinin derinliklerinden gelen, su sesine kulak kabartıyoruz.
Ve yine bir şelale; bu coğrafyayı seviyorum. Yaklaşık 50 metrelik oldukça dik ve kaygan bir zeminde yapılan zorlu bir inişten sonra, çok farklı ve görülesi bir şelaledeyiz. Diğer şelalelerden farkı; yüksek ama zemine direkt dökülmüyor, adeta kayaların üzerinde kayarak düşüyor. Böylelikle tam dibine kadar girebiliyor, rahatsız olmuyorsunuz. Çevresi ise üstü açık mağara gibi metrelerce yükseklikte, kaya yamaçla çevrili. Yine onlarca fotoğraf çektik ve 09;48'de tırmanarak, geldiğimiz yola çıktık.

GÜZLE'DEYİZ...
Orman yollarında, kıvrıla kıvrıla tempolu bir yürüyüşle, yaklaşık 14,5 km mesafe katederek, saat 10;25'de, Karadere Güzlesine girdik.
Hava iyice ısınmış, terlemiştik. Yaylaya girişte bizi karşılayan pınarın, buz gibi sularından içtik, içimizi soğuttuk, mataralarımızı doldurduk.
Yaylada yaza hazırlık babından; evinin badanası, temizliği, ağılının bakımı, tamiri için gelmiş bir kaç aile vardı. Yaylacılarla sohbet ettik, yaylayı dolaştık, gezdik, dalından can eriği yedik ve öğlen yemeği için yaylanın altındaki vadiye doğru, bahçelerin arasından, dar patika yollardan indik, saatler 11;15'i gösterirken Erhan beyin, "benimle yaşıt" dediği, çeşme başına. Ateşimizi yaktık, yeme içme, güneşe karşı şekerleme derken, saat 12;20'de yola revan olundu.
Dönüş yolumuz bu sefer, vadinin bu tarafındaki patikalardan olacak, taaki kuzuları, oğlakları sevdiğimiz sayaya kadar...

MUTLULUĞUMUZU HÜZNE BOĞAN, DÖNÜŞ YOLU...
Nasılda güzel bir patika, iyiki bu yoldan dönüyoruz dedirten... Koca yapraklı yeşil eğrelti otlarının arasından sıra sıra göğe yükselen ulu dev çınarlar, daracık keçi yolları ile insana özgürlük ve sevinç duygusu yaşatan patikalar. Bir süre sonra tekrak geldiğimiz yola indik. Ve yaklaşık 10 dakika sonra, doğanın tahribinin sebebi, yol çalışmasını yapan dev iş makinasını gördük. Harıl harıl, önündeki bıçaklı kepçesini, bizim sağımızda kalan yamacın böğrüne sokuyor ve ne koparırsa alıp, solumuzdaki dere yatağına doğru döküyordu. Bu arada kökleri açıkta kalan, yaralanan ağaçlar yerle bir oluyordu, derenin içindeki canlıların akibetini ise göremiyorduk bile. Doğanın ekolojik dengesiyle, ancak bu kadar oynanır. Öğrendik ki yaklaşık 20 km yukarıda, bir altın madeni var ve bu yol çalışmasınıda, bu altın madeni işletmesi finanse ediyormuş. Sabahın alaca karanlığında, işin boyutunun bu denli ciddi olduğunu, farketmemiştik. Üzülerek yolumuza devam ettik. Bu işin sorumlularını esefle kınıyorum...

AH ŞU DİZİM ! NE ZAMAN İYİLEŞECEK ?
Sıcak, iyiden iyiye bastırdı, ama sıcak umurumda değil. Benim canımı asıl sıkan şey, menisküs ameliyatı olduğum sağ dizimin, bi hayli ağrımaya başlamasıydı. Arkadan yürüdüm, kimseye belli etmeden.
Saatler 14;25'i gösterirken, betondan yapılma bir su menfezine geldik. Burak beyden, ayaklarımızı suya sokalım teklifi geldi. Burak bey, kendi teklifini fiiliyata geçirmesede, hemen Erhan bey ve ben botlarımızı çıkartıp, buz gibi akan suyun içine, baldırlarımıza kadar girdik. Ohh... Buz gibi su, ne güzel gelmişti. Hemen diz çökerek, ağrıyan sağ dizimide daldırdım buz gibi suya. 10 dakika yetmişti. Çıktık, ayaklarımızı kurulayıp, giydik botlarımızı. Burada, sabah geldiğimiz yoldan tekrar ayrıldık. Ayaklarımızı suya soktuğumuz  yerden tepeye doğru, kayalık ve dik bir patikadan, 30-40 metrelik bir tırmanışla, çıktık yukarı ve sağımızda dere, patika yoldan yürümeye devam ettik. Sağ dizimde ağrı kalmamıştı, anlaşılan soğuk su çok iyi gelmişti, sevindim.

VE BAŞLADIĞIMIZ YERDEYİZ...
Köye yaklaşmıştık, sayaların içinden geçtik ve bir süre sonra köydeyiz. Hemen ilk evlerden birinin önünde ekmek fırını, önünde bir kadın, yakmış fırını ekmek pişirecek. Ekmeklerin çıkmasına en az 2 saat olduğunu öğreniyoruz. Güler yüzlü teyzenin yanından, ayak üstü hoş sohbetle ayrıldık. Köy camisinin yanında, tekerlekli sandalyede oturan çok yaşlı bir amcayla selamlaşıp, sarı korkuluklu köprüden geçtik. Arabamız tam karşımızda işte. Şafaktan önce karanlıkta başladığımız, yaklaşık 26 km.'lik yürüyüşümüz, saat 15;15'de bitmişti işte.

Teşekkür; Rehberimiz Erhan bey başta olmak üzere bugün beraber adım attığım Varol bey, Burak bey ve Kevser hanıma çook teşekkür ediyorum.

Not; Bugünkü yürüyüş yolumuz çok kolay ama uzun, ötücü kuşların senfonik seslerine doyum olmayan tatlılıkta ama doğa tahribatı ile hüzünlü bir hal alması yönüyle, parkuru değerlendirme puanım;10/8
(Murat Turan-Akçay 2018)

21 Nisan 2018 Cumartesi

HANLAR KEYİF (19.04.2018)


HANLAR KEYİF (19.04.2018)








Bugün günlerden perşembe, "kafa nereye, ben oraya" misali, büyük oranda ne olacağını, ne ile karşılaşacağımızı bilmeden, keşif ve keyif ağırlıklı, doğayla kucaklaştığımız bir gün. Programımızda Hanlar bölgesi var.
Bakın ne yaşadık bugün; Sabah erkenden kalktım, kahvaltımı yaptım ve saat 07;12'de Ayvalık'tan gelecek arkadaşlarla buluşma noktamız olan Entur Termal Otelin önüne geldim. Burada arabamı parkederek, arkadaşlarımın arabasına altıncı kişi olarak bindim. Ve 07;37'de Havran'da, ilk kaşıklar çalındı İsa ustanın çorbalarına. Arkasından çaylarr. 08;00'da Hanlara doğru vurduk arabayı, sohbet ederek. Ha, araçta kimler mi var? Ayvalık'tan Erhan bey ile Özgün hanım, Gömeç'ten Suat bey ve eşi Songül hanım, Burhaniye'den Muharrem bey ve Edremit'ten ben.
Erhan bey her zamanki gibi farklı yollardan giderek, bizlere hem bölgenin güzelliklerini gösteriyor, hemde tanıma fırsatı veriyordu. Yine aynı şekilde Hanlara gelmeden, ara toprak bir yoldan sağa doğru girerek, sağımızda-solumuzda akarsu sesleri, çeşmeler ve baharın yeşil tonuna bürünmüş cins cins ağaçlarıyla ve yemyeşil çayırlarıyla, bulunduğumuz coğrafyanın muhteşem görselliğini seyrede seyrede ilerledik. Saat 09;00'da, Handere yürüyüş yolu üzerinde, çimenler içinde bir çeşme başına geldik. Aslında amacımız, buradan yürüyüşe başlayıp, yine burada yürüyüşü bitirerek, konaklamaktı. Ama aşırı rüzgar vardı ve ciddi rahatsız ediyordu. Hemen kısa bir durum değerlendirmesi ile buradan kısa bir yürüyüş yapmaya ve akabinde gelirken bahsi geçen ve daha az rüzgarlı olduğunu düşündüğümüz, Barış Çeşmesinde konaklamaya, karar verdik. Ve öylede yaptık, yaklaşık iki saat çok güzel bir parkurda yürüdük (gezindik); yol boyunca konudan konuya atlayarak sohbetler ettik, gördüğümüz güzelliklerin fotoğraflarını çektik ve arabamıza atlayarak, bir kaç km daha aşağıda bulunan, Barış Çeşmesine geldik. Saat 11;20.

KEYFİN ADRESİ, BARIŞ ÇEŞMESİ...
Çeşme başındada rüzgar vardı, ama biraz ileride bir yanı yamaç,  diğer yanı dere olan küçük bir düzlüğe eşyalarımızı bırakıp, hemen ateş yaktık. Daha doğrusu mangal diyelim. Dedikya bugün keyif ağırlıklı bir gün.  Sağolsun Erhan bey bir gün önceden, köfte hazırlığı yapmış. Eh diğer arkadaşlarda ne getirdilerse; domates, biber, peynir vs. koyverdiler ortaya. Songül hanımın, evde kendi hazırlamış olduğu, kurutulmuş soslu kırmızı biberinide, unutmamak gerek; gerçekten nefisti. Ellerine sağlık Songül hanım...
Yedik içtik, çok güzel sohbetler ettik, türküler mırıldandık. Kamp ateşine benzer ateşimizi harladık, ateşte demlenen çaylarımızı içtik. Sırtımızı toprağa, yüzümüzü güneşe verdik, esen rüzgarla birlikte ateşin dumanını soluduk, kimi arkadaşımız ayaklarını buz gibi derenin içine sokuverdi. Ben bir ara, bir çift kertenkele ile dost oldum, etrafımızda baharın tadını çıkarıyorlardı. Bana bol bol poz verdiler, bende onların bol bol fotoğraflarını çektim. Yaptıklarımız basitti ama doğadaydık ve mutluyduk. Daha ne olsunki. Evet oldu, bişeyler.

GÜNÜN CİLASI !
Muharrem bey, herkes birtaraflara sereserpe yatıp uzanmışken, birdenbire aklından geçirdiği şeyi söyleyiverdi. " İleride bir şelale var, yaklaşık 2 km mesafede, gidelim mi? " dedi. Ben hemen atladım tabi, gidelim diye. Su varsa ben her zaman varım. Saatler 15;20'yi gösterirken; Özgün, Muharrem ve ben çıktık yola. Daha 10 dakika olmuştuki, çağıl çağıl su sesini duymaya başlamıştık. Hemen sağımızdan, çok dik ama kısa bir rampa aşağı, dikkatle su sesine doğru indiğimizde, karşımıza minik ama bulunduğu yer itibariyle karakteristik, çok güzel bir şelalecik çıkmıştı. Dururmuyuz hiç, hemen fotoğraflar çekildik. Mutlu olduk, kısa bir yürüyüşle buraya gelip böyle bir güzelliği gördüğünüz için. Şelaleye giden yolda beni müthiş etkiledi. Yol olabildiğince düz, ama yer yer yeşil, yolun sağı ve solu yüksek yeşil çam ağaçlarıyla, çiçeklerle bezenmiş Alıç ağacı ve daha adını bilmediğim bir çok bitkilerle süslü. Bu minik, güzel şelale ziyareti, güzel günümüzün adeta cilası olmuştu. Sana bunun için, çokk teşekkür ediyorum Muharrem bey.

Döndük şelaleden, baktık bizimkiler ateşi dahada harlamışlar, yeniden çaylar demlenmiş, sohbet koyu.

TEMİZLİK ZAMANI...
Bu arada, çeşmeye ilk geldiğimizde dikkatimi çeken, her tarafın insanların attığı, cam şişe, plastik bardak, tabak, poşet vb atıklar ile aşırı derecede kirli olduğuydu. O şırıl şırıl akan, berrak suların içinde yosun tutmuş cam şişeleri, plastik poşetlerin dere kenarındaki taşa, dala, budağa boğasıya sarılmış olduklarını görmek, ruhumu karartmıştı. Bu konudaki insanların duyarsızlığı, beni her zaman hem üzmüş, hemde sinirlendirmiştir. Son yarım saat, çevre temizliği yapmaya karar verdim. Tam üç poşet cam şişe, bir poşet ise plastik atık topladım. Tabiki topladıklarımızı orada bırakmadık. Şehir merkezinde, çöp toplama noktasına atılmak üzere, arabanın bagajına taşıdık.
Bu arada Songül hanımın girişimi, Suat ve Erhan beylerin olağanüstü gayretleri ile hemen yanıbaşımızdaki genç çam ağacı; kendisine musallat olan bir " çam kese böceği'nden" kurtarıldı. (Çam kese böceğinin zararları hakkında detaylı bilgi; www.bocek.gen.tr/cam-kese-bocegi.html).

Saat oldu 17;00, toplanma ve gitme zamanı.
Bindik arabamıza, toprak yoldan çıktık ana yola. Dönüş yolumuz, Çamcı köyü üzerinden, Edremit oldu. Arkadaşlarla vedalaşıp, sabah beni aldıkları Entur Termal Tesisleri önünde indim.

Bugün doğa yürüyüşünden ziyade; doğayı dinleme, anlama, yardımlaşma, toprağına boylu boyunca yatma, dostlarla keyif yapma günüydü. Güzel ve farklı bir gündü.
Bugünü, benimle paylaşan tüm arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum.

(Murat Turan-Akçay 2018)

13 Nisan 2018 Cuma

DOYAMADIK DARIDERE'YE (12.04.2018)

DARIDERE KEŞFİ (12.04.2018)








 Bugün, daha üç gün önce 08 Nisan pazar günü gittiğimiz Darıdere bölgesine, keşif ve de kayıp bir eşyayı arama maksadıyla gideceğiz. Darıdere ve şelaleleri, bende güzel bir iz bırakmıştı. Sabah yine erken kalkıldı, kahvaltı yapıldı ve akşamdan hazırladığım sırt çantamı alır almaz düştüm Ayvalık'tan gelecek keşif grubu ile buluşma yerimizin yoluna. Biraz erken gelmişim, olsun. Oturdum açıktaki masalardan birine, istediğim masaya oturabilirdim, çünkü tek müşteri bendim bu saatte. Yanıma gelen, gece nöbetçisi Yasa Avm'nin güvenliği ile havadan sudan konuştuk derken, saat 07;30'da arkadaşlarım geldi. Ve hiç durmadan yola revan olduk. Geldik yine yeşillikler içindeki güzel Narlı'ya, köy meydanındaki kahvehanenin açık alana atılmış masalarından birine oturduk hemen. Biraz sonra gelen çaylarımızı (ben kekik çayımı) yudumladıktan sonra saatler 08;25'i gösterirken tekrar araçlara binip çıktık taşlı topraklı dağ yoluna. Yaklaşık 13 km sonra, yürüyüşe başlayacağımız Darıdere Tabiat Parkı Özel Tesislerinin yanındaki, patika yolun geniş bir bölümünde arabamızı parkedip, saat 09;08 'de yürüyüşe başladık.

 KAYIP EŞYA ARAMA GÖREVİ
 Arabamızı parkettikten hemen 20 m sonra önümüze çıkan, debisi küçük ancak genişçe bir akarsuyun üzerindeki taşlardan zıplayarak geçip, solumuzda Darıdere, yürümeye başladık. Hava çok güzeldi, ne sıcak nede soğuk, üzerimizdeki tişörtler gayet yeterliydi. Neşemiz yerindeydi. Bugün öncelikle, pazar günü yürüdüğümüz parkurun bir kısmını yürüyerek, kayıp bir elektronik eşyanın aramasını yapacak, ardından da farklı bir parkurdan kısmen bilinen, keşifvari bir yürüyüş gerçekleştirecektik. Yürüdük, taşlı topraklı patika yollardan, Darıdere boyunca. Travertenler ve Özgün Şelalesini teğet geçtik ama Varol Tepesi bizi hemen içine alıverdi. Çıktık tepesine, uçurum kenarında yüreğimiz ağzımızda, fotoğraflar çekildik. Kıvrıla kıvrıla akan bir dere ve ona yön veren bir kanyon. Binbir çeşit bitkiler, ağaçlar, kuş cıvıltıları ve derenin uzaktan gelen şırıltılı sesi. Güneş sarı sıcak, gökyüzü masmavi. Kapatın gözlerinizi ve hayal edin sadece. Yürüdük, yürüdükçe yol boyunca gözümüzü okşayan sarı renkli kaplan otu, mor arap sümbülü, pembe-beyaz ballı baba, yeşil kekik ve naneleri kokladık, etrafımızda dönen kelebeklerin fotoğraflarını çektik. (daha çok Erhan bey çekti diyelim).

 SUAT ŞELALESİ;
Pazar günü katettiğimiz "P" şeklindeki parkurun sapını yürümüştük. Bugün biz pazar günkü parkurun tersi istikametinde yürümeye devam edecek ve dönüşü farklı bir parkurdan keşifvari yapacağız. "M" çizerek parkuru tamamlayacağız. Solumuzda debisi yüksek ama kendisi çok yüksek olmayan, heybetli bir şelale gördük. Suat bey çok güzel dedi hemen. Bizde Erhan beyin önerisiyle grupça şelalenin adını "Suat Şelalesi" koyduk. Ayaküstü Suat bey ve şelalesi hakkında nükteli hoş sohbet, fotoğraf çekimi derken, yola devam.

ŞEYTAN ALDI GÖTÜRDÜ, SATAMADAN GETİRDİ.
Sohbeti kesmeden yürümeye devam ettik ve pazar günü zorlu çıkış ve iniş yaptığımız, dibinden dere geçen ve bi hayli dik olan yamaca geldik. Hemen dört arkadaş, kayıp eşyanın sahibi arkadaşımızın eşyasını kaybettiği muhtemel yer olarak tarif ettiği burada, kaybolan eşyayı aradık durduk, ama maalesef bulamadık. Olsun, sonuçta arkadaşımıza karşı biz görevimizi yapmıştık ya, önemli olan buydu. Geldiğimiz yoldan geri döndük ve yaklaşık 20 dakika sonra sağa aşağıya inen, farklı bir patika yola girdik ve hemen 30 metre sonra bir dere geçişi ile tırmanmaya başladık. Bu noktadan sonra parkur benim için yeniydi 940 rakımlara kadar kıvrıla kıvrıla tırmandıktan sonra çam ağaçlarının arasından, çiçekler ile bezenmiş güzel bir yaylaya çıktık. Buranın güzelliğini içimize çekip, 1-2 dakika soluklandık. Ve yaklaşık beş dakika yürüme sonrası saat 13;00'da, Avcılar Çeşmesi isimli bir çeşme başında mola verdik.

 DİNLENME ZAMANI
 Burası çamlar altında, çayırlar içinde çok güzel bir yerdi, ama maalesef çeşmemizden, damla damla su akıyordu. Ama bu demek değilki susuz kaldık, çünkü hemen yanında başka bir su kaynağı daha vardı. Her zamanki gibi ateş yakıldı, yenildi içildi. Sohbet edildi. Çimenlere uzandık, hatta şekerleme bile yaptık. Uyandık, toplandık yine düştük yollara. Yolumuz biraz inişli, tepemizde güneş yakıcıydı. Çok sürmedi, yaklaşık 10 dakikalık bir iniş sonunda Serhat ve Narlı köy tabelalarını görünce, şaşırdık. Bu durum bir orman yolu için, pekde alışageldiğimiz bir durum değildi. Neyse, ilerledik ve kesilmiş ağaç kütüklerini bir kamyona yüklemeye çalışan, ormancılarla karşılaştık.

 AB-I HAYAT
Ve biraz ileride gürül gürül akan, tadına doyamadığımız, cana can katan, buz gibi berrak suyu ile bir çeşme.. İçtik, elimizi yüzümüzü yıkadık, mataralarımızı doldurduk...

 BURADA ÇADIRLI KAMP YAPMALI
Arabamıza yaklaşık 800 m kalmıştı. Yürüdük ve solumuzda yemyeşil çayır-çimeniyle, Ekofest alanı karşıladı bizi. Yanında, şimdilerde kullanılmayan bir su fabrikası, önünde gürül gürül akan suyuyla Darıdere vardı. Hepimizin içine bir sevinç doğdu, yüreğimiz kabardı ve en kısa sürede burada kamp yapmaya karar verdik. Darıdere'nin üzerindeki beton köprüden karşıya geçtik. Darıdere Tabiat Parkı Özel Tesislerin içinden yürüdük, lalelerin, çayır-çimenin fotoğraflarını çektik. Ve arabamızın yanındayız. Ardımızda 20 km bırakmıştık, ama hiç yorulmamıştık...

 TRAVERTENLERDE YÜZME
 Daha bir gün önceden kafaya koymuştuk, Darıdere'nin buz gibi sularında yüzmeyi. Saat akşamın 5'i olmuştu ve biz bir türlü yüzmeye fırsat bulamamıştık. Özgün hanımında ısrarlarıyla halimize acımış olacak ki Erhan bey arabayla, yaklaşık 1,5 km bozuk orman yolundan geri giderek, Travertenlere getirdi bizi. Ve başlasın yüzme keyfi-dıdıdıdı...Su buzz gibi, ama sonrası, şeker. Bugün, oksijene doya doya yürüdük, şekerleme yaptık, yüzdük, mutlu olduk ... Daha ne olsun. Ve dönüyoruz. Saat 18;35, Narlı köyündeyiz ve gelsin kekik çayları.

 SÜRPRİZ ZİYARETLER
Çıktık yola, üzerimizde tatlı bir rehavet ve mutluluk var. Arabada, sıradaki türkü şuna gelsin buna gelsin derken, Erhan bey Güre'ye gelmeden, "Arkadaşlar, müsaadenizle beş dakika bir büyüğümü ziyaret edeceğim" dedi ve direksiyonu Tahtakuşlar köyüne çevirdi. Bu köye daha öncede gelmiştim. Burada Etnoğrafya Müzesi var onu gezmiştim. Ama şimdi köye girer girmez, arabamız müzenin yanından sola döndü ve gitti durdu bir mezarlığın yanında. Şaşırmıştık. 2006 yılında vefat eden, Türk halk müziğinin önde gelen sanatçılarından Ali Ekber Çiçek'in mezarındaydık. Rahmetle andık. Erhan bey Türkmen olan bu köy ve mezarlık hakkında tarihsel bilgiler verdi. Ve ayrıldık. Erhan beyin sürprizi bitmemişti, ver elini Çamlıbel ve Ramiz dayı'nın kabiri. Yeşilçamın büyük emektarı. "Tuncel Kurtiz". Dikili bir taşı bile olmayan mütevazı bir istirahatgah. Kendisi istememiş mezarının yaptırılmasını. 'Dünya malı dünyada kalır" diyordu Ramiz dayı.. Ne diyeyim Allah rahmet eylesin.

SON SÖZ...
 Dikkat ettimde, doğada ne kadarda mutlu hissediyor insan kendini. Aslında çokta bir şeye, ihtiyacımız yok. Ormanıyla, ağaçları, kuşları ve sularıyla, müthiş bir tabiatın içinde yaşadığımı bilmek, beni çoook mutlu ediyor...
 Güzel geçen bir günün sonunda, saat 20;00'da evimdeyim!?

 Teşekkür; Bu günümü benimle paylaşan yol arkadaşlarım Erhan bey, Suat bey ve Özgün hanıma sonsuz şükranlarımı sunarım...

 Not; Parkur inişi çıkışı çok olmayan kolay, özel bir ekipman gerektirmeyen, yolda su kaynakları yeterli, şelale, traverten, dereleri ve bitki örtüsü ile görseli doyurucu, keyifli bir parkur olup, bu parkur/gezinin beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/9

 (Murat Turan-Akçay 2018)

9 Nisan 2018 Pazartesi

KAZDAĞLARI DARIDERE VE ŞELALELER (08.04.2018)

KAZDAĞLARI DARIDERE TABİAT ALANI VE ŞELALELER (08.04.2018)





Dağlardan şu veya bu nedenle tam 10 gündür uzak kaldım, ama birde bana sorun nasıl geçti bu koskoca 10 gün. Yer yer taşlı, topraklı veya çamurlu patikaları, binbir renkli çiçekli vadileri, sisler içinde uzanan çınarı, meşesi, göknarı, kızılçamı, karaçamlarıyla kuş cıvıltılı ormanları, şırıl şırıl dereleri ve gürül gürül şelaleleriyle burnumda tüttü durdu..
Bugünkü yürüyüş rotamızın olduğu bölge de benim için bir ilk olacaktı. Önce Narlı köyüne, oradanda Darıdere tabiat alanına gidecektik.
Sabah mümkün olduğunca erken kalktım, kahvaltımı yaptım, son hazırlıklarımı kontrol edip doğruca grupla buluşma yeri olan Yasa Avm önüne gittim. Yaklaşık 15 dakika sonra saat 07;40'da Yasa Avm önünde Ayvalık ve Burhaniye'den gelen toplam üç araç ve 13 kişi ile buluşup hareket ettik. Saatler 08;07'yi gösterirken İzmir Çanakkale yolundan ayrılıp sağdan Narlı köy yoluna girdik. Ve göz açıp kapayıncaya kadar yaklaşık 2 km uzaklıktaki Narlı köy kahvesinin önünde bulduk kendimizi. Hemen köy kahvesinin açık bölümünde masaları birleştirip sabah çaylarımızı söyledik ve biri kekik çayı olmak üzere gelen tavşan kanı sıcacık çaylarımızı sabahın serinliğinde yudumlar yudumlamaz saat 08.34 'de yeniden araçlarımıza binip ayrıldık köyden. Vurduk orman içine; taşlı-topraklı, inişli-çıkışlı, yeşil ağaçların mavi gökyüzüne değdiği, dar-bozuk yollara ve tam tamına 13 km sonra, yürüyüşe başlayacağımız noktaya geldik. Saat 09;16'da indik araçlardan. Hava biraz serince, birden içimiz ürperdi, hemen polarlarımızı geçirdik sırtımıza, kuşandık çantalarımızı, ellerimizde baton bir heyecan bir heyecan yürümeye başladık toprak yolda.
Yaklaşık 20-30 metre sonra ikiye ayrılan yolun sağından girdik. Yolun sol tarafı Serhat köyü ve Eko Festival alanına gidiyordu. Bu yol ayrımından hemen sonra zaten kapısında göndere çekili bir Türk bayrağı ile tabiat parkı kapısı, sizi karşılıyordu. Tamda burada yeşillikler içinde özel bir işletmeye ait zayıflama ve rehabilitasyon merkezi olduğunu gördük. (Şahsen ne alaka diyerek ve üzülerek) Yanından yürüdük, küçük bir akarsuyu üzerindeki taşlardan sekerek geçtik ve solumuzda; Darıdere ve travertenler... Hoşumuza gitti, hemen travertenlerin üzerine çıktık, fotoğraflar çekildik ve yürümeye devam. Bugün herkes birbiri ile hoş sohbet içinde, neşeli ve mutlu. Hava açık, solumuzda derenin şırıltılı sesi yürüdük patika yolları, tatlı sert rüzgarla birlikte...

VE İLK ŞELALE; ÖZGÜN ŞELALESİ...
Yaklaşık bir saat sonra toprak yoldan sola Darıdere'ye doğru, taşlı, daha dar bir patika yoldan inmeye başladık; kulaklarımızda Darıderenin çağıltısı ve kuşların sesleri.
3-4 dakika sonra; karşımızda Şelaleeee...
Süperrrr. Yarım ay şeklinde derinliği olmayan bir mağara ve en üstten dökülen berrak köpüklü, buz gibi sular. Ve hemen yanıbaşında göğe uzanan asırlık çınarlar. Burası bence anlatılamaz, görülesi güzellikte bir yer. Adı, Özgün Şelalesi. Saatler 10;45i gösterirken zorla vedalaştık Özgün Şelaleyle. Yüreğimizde kıpırtı, gözümüzde muhteşem bir iz bırakmıştı. Çıktık yine toprak patika yola bu seferde şelalenin biraz ilerisinde muhteşem bir kayalık tepe aldı bizi üstüne; reddetmedik çıktık zirvesine; kuş bakışı seyre daldık ayaklarımızın altındaki kanyon vadiyi.
Zaman akıyor, yolları arşınlamak gerek. Yürüdük, yürüdük....Yol boyunca irili ufaklı bir çok çağlayan ve şelale gördük. Ağlayan kayalardan su içtik. 1020 rakımlara kadar patikaları tırmandık, dereler geçtik, kimi zaman kaya-taşlık kimi zaman toprak yollardan yürüdük ve güzel mi güzel, şırıl şırıl akan bir derenin karşı kenarına geçip yanıbaşında mola verdik. Saatler 13;40'ı gösteriyordu. Acıkmıştık. Hemen kuru odunlar toplandı, ateş yakıldı, peynir sündürüldü, sucuklu yumurtalar pişirildi, çaylar demlendi, yenildi, içildi sohbet edildi ve saat 14;53'te tekrar yola revan olundu.

BİTMEYEN DERE GEÇİŞLERİ !
Dere geçişi, yine dere geçişi, bir daha dere geçişi, sonra zorlu ve tehlikeki uçurum patika tırmanışı ve geçişi... Heyecan dorukta.
Nihayet indik sağ salim toprak düz orman yoluna.. Yürüyoruz, veee sağımızda muhteşem bir şelale daha. Bugün gördüklerimizin bence en iyi ikinci güzel şelalesi. Daha sonra bir şelale daha görecektik; onuda güzellik sıralamasında üçüncü sıraya koyuverdim. Hepsinde de zınk diye duruyor ve hemen fotoğraf çekme telaşına düşüyor, anı ölümsüzleştirmeye çalışıyorduk. Ama ne yazıkki bu iki güzel şelalenin yanına arazinin tehlikeli coğrafi yapısından dolayı inemedik, ancak uzaktan bol bol fotoğraf çektik. Hava ne üşütüyor nede terletiyordu. Tam bir "P" çizerek tekrar "P"nin sapına gelmiş, geldiğimiz yol ile birleşmiştik. Özgün Şelalesinin yanından geçtik, sağımızda Darıdere yürümeye devam ettik. Tabiat Parkı içindeki özel işletmeye ait tesisin yanından son bir dere geçişi ile yaklaşık 10 dakika sonra, saatler 17;30'u gösterirken araçlarımıza ulaştık.

BİR PROBLEMİMİZ VAR ! 
 Bu arada, sabah yürüyüşe başlarken bir problemimiz vardı ama nedense, yazının başında anlatmak istemedim, belkide günün büyüsü bozulmasın diye. Evet bu problem araçlarımızdan birinin yakıtının bittiği ve en fazla 5 km yol gidebileceğiydi. Bunu akıllı arabamızın yol bilgisayarı söylüyordu !? (marka belirtmeyeceğim). Narlı köyünden sonra hiçbir cep telefon hattının çekmediğini, köy ile aramızda 13 km.lik bir dağ yolu olduğunu hiç söylemiyorum bile. Diğer aracımızdan hortumla yakıt çekme hamlemiz ise akıllı depo kapak valfi sayesinde, boşa çıkmıştı. Bizde nereye kadar giderse mantığı ile çıktık yola, ha şimdi bitti, bitecek şimdi benzini, 5 km kaldı, 3 km kaldı diyerek ve de dokuz doğurarak, geldik sevinç nidalarıyla Narlı köy meydanına. Saat 18;03. Köy kahvehanesinde nefeslendik, yorgunluk çayları ( ikisi kekik) içildi ve vedalaştık yüzümüzde tebessümle.
Adımlarımızla geride bıraktığımız 21 km.lik patika, dere ve şelalelerin bizde bıraktığı iz ; mutluluk, dinginlik, huzur ve tatlı bir yorgunluk...

Teşekkür; Her zamanki gibi doğa yürüyüşlerini planlayıp uygulamaya koyan Erhan bey ile patikalarda yan yana yürüdüğüm, değerli KDSG üyesi arkadaşlarım; Suat bey, Süleyman bey, Varol bey, Muharrem bey, Kenan bey, Özgün hanım, Nesrin hanım, Türkan hanım, Meral hanım ve Banu hanım ile hiç şikayet etmeden olağanüstü performans gösteren genç İlkin'e çokkk teşekkür ediyorum. Başka parkurlarda görüşmek ümidiyle...

Not; Nisbeten düz ve kolay ama; sürekli bir dere geçişi, birbirinden güzel şelale sürprizleri, travertenler, Varol Tepesinin eşsiz manzara sunumu, ağaçlar, kuşlar ve dostlarla bu parkurun beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/9

(Murat Turan-Akçay 2018)

KÜÇÜKKUYU-ADATEPEBAŞI-SAYA YOLU KEŞİF YÜRÜYÜŞÜNDEN ZEUS ALTARI'NA (29.03.2018)

KÜÇÜKKUYU-ADATEPEBAŞI-SAYA YOLU KEŞİF YÜRÜYÜŞÜ- ADATEPE ZEUS ALTARI- YEŞİLYURT KÖYÜ GEZİSİ (29.03.2018)

"Pandora açınca kutunun kapağını,
Dağıttı insanlara acıları, dertleri.
Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık,
Kapağı açılan dert kutusundan.
Umut tam çıkacakken Pandora kapatmıştı kapağı
Böyle istemişti bulutları devşiren Zeus."
(Zincire Vurulmuş Prometheus-Aiskhylos)












Bu gün günlerden perşembe; yeni bir coğrafyada, bilmediğim köylerde, dağları, kırları patika yolları arşınlama ve tanıma günü.
Dağlara çıkacağım zaman, geceleri heyecanla yatar, sabahları başka bir heyecanla kalkarım. Bugünde öyle oldu, zamandan kazanayım diye akşamdan hazırladığım standart kahvaltımı, yapar yapmaz evden çıktım. Ayvalık'tan gelecek arkadaşlarımla buluşacağım Yasa Avm'ye, yürüyerek gidecektim. Aslında bu hafta benim için talihsiz bir haftaydı, çünkü pazartesi sabahı, kızımı okula götürmek için arabamın yanına gittiğimde, şoför tarafındaki ön kapı camının, kırılmış olduğunu gördüm. Aksi gibi o gün İzmir'e de gidecektim... Bir sürü prosedür, telaş, asabiyet vs. Neyse konuyu dağıtmayalım, saat 07;40'ta arkadaşlarla buluşup, Küçükkuyu'ya doğru hareket ettik ve yaklaşık yarım saat sonra Küçükkuyu'dan içeri girerek, yaklaşık 6 km.lik kıvrıla kıvrıla tırmandığımız dar asfalt yoldan, yeşil doğa ve mavi denizin bize sunduğu muhteşem manzaralar eşliğinde, saat 08:18'de Adatepebaşı köyüne geldik. Hiç oyalanmadan köyün hemen çıkışında, hurdaya terkedilmiş eski köy otobüsünün önüne arabamızı parkedip Erhan bey, Suat bey, Özgün hanım ve ben dört kişi, başladık yürümeye. Hava kapalı; hafif bir yağmur çiseltisi ve ciddi derecede üşüten bir rüzgar, bize eşlik ediyordu. Ellerimizde eldiven, çantalarımızda ne varsa geçirdik üzerimize, Yinede herşey çok güzeldi.

SAYALAR YOLU
Yanından geçtiğimiz ağaçlardan gelen kuş sesleri, sayalardan gelen koyun, keçi, horoz ve köpek sesleri, sanki bizlere hoşgeldin diyordu. Zaman zaman yolumuzu değiştirmeye zorlayan çamura batsakta, rüzgardan sersemleşsekte, yürüdüğümüz yol çok yavan gibi gelsede, yine mutluyduk. Yol boyunca o kadar çok saya vardı ki, "Bu parkura, Saya Yolu adını vermeliyiz" dedi, Erhan bey. Bazı sayalar boştu, ama çoğunluğu koyunuyla, keçisiyle, tavukları ve köpekleriyle hayat doluydu. Boş sayalardan bir ikisini, ateş yakıp mola vermek için yokladık, ama sobasız olduklarını görünce vazgeçtik. Yürümeye devam ettik ve önceleri yavan gelen yolun yarısından sonrası; aniden karşımıza çıkan sürpriz yemyeşil yüksek seyir tepeleriyle, ormanıyla, ardıç ağaçlarının egemen olduğu dik kayalık inişleriyle ve ateş yakıp yemek molası verdiğimiz sarı-beyaz papatyalarla bezenmiş yemyeşil çimenler arasındaki asırlık çınar ağaçlarıyla, adeta gönlümüzü fethetmişti.

OYUK ÇINARLAR ALTINDA KEYİF
Saat 13:00 gibi asırlık, içleri oyuk çınarların altında ateşimizi yaktık, çayımızı demledik, çantamızda ne varsa çıkarıp bölüştük. Kimi arkadaşımız, çantasında getirdiği tadımlık içkisini keyifle yudumladı, sohbetler ettik, fotoğraflarla anı ölümsüzleştirdik ve saatler 14;40'ı gösterirken, yaklaşık 700 m uzaklıktaki aracımıza doğru, yürümeye başladık. Çınarlara indiğimiz, kayalık tepenin eteğine paralel patika yoldan, güneye doğru 30-40 m adım atmıştıkki karşımızda, etrafı tel çit ile çevrili bir bahçe içinde çokgen biçiminde, devasa çadırdan bir yapı ile karşılaştık. Yorum yapmaya çalıştık ama dağın başında böyle bir şeyin, ne olabileceği konusunda, mantıklı bir cevap bulamadık. Hemen yakındaki köylülerede sorduk, bu çadırın ne olduğunu, ama onlarda doğru dürüst bilgi sahibi değillerdi. Biz en son bu çadır yapıyı, "gözlemeci çadırına" yakıştırıp, yolumuza neşe içinde devam ettik. Yolda, yemyeşil çayırlarda otlayan kuzularla haşır neşir olduk, sırtımızı ısıtan güneşle birlikte dağa, taşa, kuşa son bir selam verip, arabamıza bindik. Toplam 13,91 km, yol yürümüştük. Saat 15;10' da Adatepebaşı köyünden ayrıldık.

YÜCE ZEUS.
Direksiyonda Erhan bey, günün henüz bitmediğini söyleyerek, 15;21'de Bahçedere köyünden geçip, orman yolundan Adatepe yoluna vurduk. Saat 15;35'de biranda Adatepe köyünün taş evleri arasındaki daracık sokaklarında bulduk kendimizi. Duvarların adeta tozunu alarak, kendimizi köyün meydanındaki bir kafenin bahçesine attık. Köy ve kafe; ne alaka diyebilirsiniz. Ama burası ne fiziki olarak, ne içinde yaşayan kesim olarak ne kültürel olarak ve nede dışarıdan her gelene gelir maksatlı turist bakış açısı ile köy statüsünden, çoktannn çıkmış durumda. Hal böyleyken, o köy kahvehanelerinin ve köy sakinlerinin hissettirdiği içtenlik, güven ve sadelikten, burada eser yok. Köy esasında mübadeleden önce, rum ve türklerin beraber yaşadığı bir köymüş ve 1989 yılında, sit alanı kapsamına alınmış.
Neyse fazla uzatmayalım, içtik kekik ve ıhlamur çaylarımızı ve hemen burnumuzun dibindeki, Zeus Altarı'na yollandık. Arabayı sunağın girişinde, yol üstünde bıraktık ve yaklaşık, 800 metre mesafedeki sunağa, muhteşem kızıl çamlar arasındaki hafif bir rampa yoldan, yürümeye başladık. Sunağın hemen yakınındaki ağaçların, adak ipleri ile bezenmiş olduğunu gördük. Rivayete göre, tanrıların tanrısı Zeus'a kurbanlar kesilen, hediyeler verilen yer olan bu Sunak, büyük bir kaya kütlesinden ibaret olup, kayanın en üstüne, kayanın bir kenarındaki taş basamaklardan çıkılmaktaydı. Bizde öyle yaptık, bu basamakları tırmandık ve son adımımızla birlikte ağzımız açık, bakakaldık. Muhteşem bir manzara; yakın planda sağdan sola doğru, Küçükkuyu'dan Altınoluk'a, muhteşem bir yeşillik ve mavi körfez, uzak bakış açısıyla denizin ötesinde ise Gömeç'ten, Ayvalık ve Cunda takım adalarına kadar, körfezin karşı yakasının silüeti, çok geniş bir yelpaze ile tamamen gözlerimizin önüne serilmişti. Bulunduğumuz sunağın deniz seviyesinden yüksekliği, Gps'ten 297 m olarak ölçüldü.
İstemeye istemeye, saatler 16;40'ı gösterirken, Zeus Altar'ından ayrıldık. Evlerimize döneceğimizi zannediyorduk ama, Erhan bey; "bitmedi, sizlere göstermek istediğim bir köy daha var! " dedi. Saat 16;54 Yeşilyurt köyündeyiz. Buraya da köy demeye bin şahit ister, butik otelleriyle, yeme içme kafe ve restoranlarıyla, hediyelik eşya dükkanlarıyla, şimdi kapalı olan ama yazın faal olan bar ve müzik evleriyle burası köylükten çoktan çıkmış. Arşınladık sokaklarını hızlıca, yerliden çok yabancıların yaşadığı yaşattığı Yeşilyurt köyünü. Bindik arabamıza, sözde 12 km.lik keşif yürüyüşü, bize olmuştu bir kültür turu. Güzeldi, herkes mutluydu, aslında dönüşte Küçükkuyu'daki Zeytinyağı müzesini de gezecektik ama zamanımız kalmamıştı.
Akçay Yasa Avm'nin karşısındaki benzinlikte indim, arkadaşlarımla vedalaşıp, sırtımda çantam, elimde baton sopam yürüyerek evime geldiğimde, saatler 18;00'ı gösteriyordu...

Teşekkür; Bu günü planlayıp hayata geçiren Erhan bey başta olmak üzere, yan yana yürüdüğüm yol arkadaşlarım Suat bey ve Özgün hanıma, kızımı okula bırakıp alarak bu keşif yürüyüşüne gönül rahatlığı ile katılmamı sağlayan Eyüp abime veee beni evde sabırla bekleyen sevgili eşim ve biricik bal kızıma çookk teşekkür ederim...

Not; Yürüyüş parkuru olarak şelale, akarsu geçişleri, zorlu tırmanışlar içermeyen, farklı yalın bir güzellik içinde, çok kolay ancak devamındaki kültürel gezi ile zirve yapan bugünkü parkur/gezinin beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/8    

(Murat Turan-Akçay 2018)

ALTINOLUK-DOYRAN-NARLI-BAŞDEĞİRMEN KÖPRÜSÜ-KÜÇÜKKUYU DOĞA YÜRÜYÜŞÜ (25.03.2018)

ALTINOLUK-DOYRAN VE NARLI KÖYLERİ-BAŞDEĞİRMEN KÖPRÜSÜ-KÜÇÜKKUYU DOĞA YÜRÜYÜŞÜ (25.03.2018)



Bu haftaki yürüyüş rotamız, büyük bir merak ve heyecanla beklediğim Altınoluk bölgesiydi. Her zamanki gibi sabah biraz erken kalkıp, kahvaltımı yaptım ve grup arkadaşlarım ile buluşma noktamız olan Yasa Avm önüne gittim. Saat 07;45 gibi Ayvalık-Burhaniyeden gelen iki arabadan Kenan beyin kullandığı arabaya bindim. Arabada Timur, Burak ve Muharrem bey vardı.
Arkadaşlarla kısa bir selamlaşma sonrası, havadan sudan derken, ağırlıklı olarak perşembe günü gittiğimiz Asar Kale keşif yürüyüşünün, bizde bıraktığı etkiyi, bu yürüyüşe katılamayanlara, ballandıra ballandıra anlattık, ta ki Altınoluk'a kadar. Anayoldan, Altınoluk merkezine kadar tırmandık ve arabaları parkederek, devletimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü'nün ayakta sohbet ederken tasvir edilen heykelleri yanıbaşındaki, çaybahçesine oturuverdik. Plana göre, Altınoluk sırtlarından başlayıp patika- köy yolllarından önce Doyran, sonra Narlı köyüne geçeceğiz, Mıhlı şelalesi-çayının üstündeki Başdeğirnen köprüsünde ateş yakılıp çay molası verildikten sonra, Küçükkuyu'da yürüyüşümüzü sonlandıracaktık. Bu nedenle arabalardan birini Küçükkuyu'da bırakmak üzere, Erhan ve Kenan beyler biz Altıoluk'ta beklerken, ayrı ayrı iki araçla birlikte Küçükkuyu'ya gittiler. Bu arada grup üyelerinden bir kısmı buranın meşhur "kapaktan kesme" isimli bir çeşit çiğ böreğini yerken, çaylar içildi, sohbetler edildi. Nihayetinde Erhan ve Kenan bey Küçükkuyu'dan döner dönmez saat 08;35'de yürüyüşe parke taşı döşeli yoldan, dağa doğru sert ve dik bir rampa tırmanışı ile başladık. Neşemiz yerindeydi, bugün gruba katılan Banu hanım, yanında 15 yaşındaki kızınıda getirmişti. Yolun hemen başında yağmur yağmaya başlayınca, herkes yağmurluklarını giydi.

SEYİR TERASI
Herkes yanındaki ile sohbet ede ede, yaklaşık bir saat kadar rampa yukarı, toprak taş karışımı yolda yürüdükten sonra, hemen solumuzda "seyir terası" diye adlandırılan, etrafı yüksek çam ağaçları ile çevrili bir alana geldik. Buradan tüm Altınoluk körfezi ve ormanlar içinden Doyran köyü, gözümüzün önündeydi. Manzara muhteşemdi, burada hem fotoğraf çekmek, hemde nefeslenmek üzere, beş dakika mola verdik. Daha sonra biraz ilerleyince, seyir terasından 20 m sonra, ikiye ayrılan yolun solundan girdik ve düz olan yolda ilerlemeye devam ettik.

DOYRAN KÖYÜ
Saatler 10;50'yi gösterirken Doyran köyündeydik. Doyran köyü yeşillikler içinde, körfezi tepeden gören, şirin ve modern bir köydü. Köy meydanında, girenleri ; kahvehanenin karşısında alt katı muhtarlık olarak kullanılan köy camisi ve yanıbaşında ise göndere çekili iki Türk Bayrağı arasındaki, Atatürk büstü karşılıyordu.
Beş dakika burada mola verdikten sonra, ara sokaklardan sağlık ocağı binasına, bu binanın arkasından da dolaşarak köy mezarlığının hemen yanından zeytinliklerin arasındaki toprak yola çıktık. Biraz ilerleyince tam karşı tepede duran rotamız üzerindeki Narlı köyünü gördük. Yaklaşık 40 dakika renk renk acı bakla, laden, süsen ve daha adını bilmediğim bir çok çiçek, zeytin ve meyve ağaçları arasından yürüdükten sonra, belirgin toprak yoldan çıkıp, sağa zeytinliklerin arasına daldık ve 50 metre sonra bir akarsu sesi duyduk. Hep beraber dereye doğru hafif inişli bir toprak yoldan inip, minik bir akarsuyun yanına geldik.

SIRAT KÖPRÜSÜ, KEÇİ YOLU VE KÜHEYLAN...
Kimimiz derenin üzerindeki taşlara basarak, kimimiz botlarını çıkararak, kimimiz ise dereciğin üzerine devrilerek bir metre yüksekliğinde köprü oluşturan, kaygan ağaç gövdesinden geçtik. Bende ağaç gövdesinin üzerinden geçtim ama, geçerken dengemi kaybederek neredeyse düşüyordum. Nedense, menisküs ameliyatından sonra, adımlarımı korkarak atıyordum. Bu da daha önceleri olsa, koşarak atlaya zıplaya geçebileceğim yerlerde, içgüdüsel olarak bacağımı korumaya almam ve hareketlerimde tutukluk yaşamama, yani kısacası zorluk yaşamama sebep oluyordu.
Neyse dönelim parkura; dereciği geçer geçmez tek sıra halinde ancak keçilerin kullanabileceği türden, çok dik ve kıvrımlı bir patika yoldan tırmanmaya başladık. Tahminen 150-200 metrelik tırmanışla yine zeytin bahçelerinin içine, düz toprak yola düştük. Kısa bir yürüyüş sonrası, çok yüksek tiz sesi ile bizi irkilten bir at kişnemesiyle köye giriş yaptık. Bu arada iyiden iyiye, yağmur tekrar yağmaya başladı, yağmurluklarımız üzerimizde yoktu ve bir an önce, hızlı adımlarla köy kahvehanesine, kendimizi atmaya çalışıyorduk.

SOBADA NE GÜZEL YANIYOR...
Ve saatler 12;45'i gösterdiğinde, sırılsıklam olarak, gürül gürül sobası yanan, Narlı köy kahvehanesine girdik. Hemen üzerimizdeki ıslanmış kıyafetlerimizi, kuru kıyafetlerle değiştirerek ıslanmış kıyafetleri kurusun diye, sobanın yanındaki sandalyelerin üzerine attık. Birleştirilmiş bir masanın etrafında toplandık ve çıkarıldı çantalardan kekler, börekler, kurabiyeler sıcak çaylara katık edildi. Sohbetler ettik hem kendi aramızda, hemde meraklı gözlerle bizi süzen köylü amcalarımızla-kardeşlerimizle. Onlar sordu biz cevapladık, bu havada kilometrelerce dağda bayırda, derede tepede niye yürüdüğümüzü, bunun bir delilik değil tutku olduğunu, tatlı dille elimizden geldiğince, gülümseyerek anlatmaya çalıştık.
Vedalaştık kahvehanedekilerle, bizleri sevmiş ve anlamış olduklarını iyi temenni sözcükleriyle belli ediyorlardı. 30 dakikalık molanın ardından hafif yağmur altında, köy mezarlığının yanından aşağı inerek zeytinliklerin arasından tekrar yürümeye başlamıştık, bu arada yürüyüşe başladığımızdan beri yolda dikkatimi çeken ve beni çok mutlu eden bir şey daha vardı ki bu; işaretli İda Ultramaraton parkurunu takip ediyor olmamızdı. Aralık 2018'de bu parkuru koşabilmek ümidiyle hayaller kurarak içimde oluşan garip bir heyecan ve mutlulukla, sessizce yürümeye devam ettim.

BAŞDEĞİRMEN KÖPRÜSÜ
Ve saat 14;20'de, Mıhlı çayı üzerindeki, yeni restore edilmiş, Başdeğirmen köprüsüne geldik. Manzara süperdi, berrak akarsuyun içinde iki adet yeşil başlı ördek vak vak sesleri ile bir o tarafa bir bu tarafa gidiyor, arada bir suya dalıp çıkıyorlardı. Hemen sırt çantalarımızı bırakarak fotoğraflar çekmeye- çekilmeye başladık. Ateşi her zamanki gibi Erhan bey yaktı, çaylar demlenip koyu sohbet eşliğinde yenildi içildi.
Size biraz buradan bahsedeyim; köprü DSİ tarafından restore ettirilmiş, köprüden 20 metre aşağıda bu mevsimde faaliyette olmayan bir balık-et mangal tesisi var. Köprü adını hemen başındaki eski bir değirmenden alıyor, maalesef şimdi kullanımda değil ve içindeki masa sandalyeden anladığım kadarıyla yazın tesis tarafından başka maksatla kullanılıyor.
Saat 15;50 mola bitti, yürümeye devam; köprünün üzerinden geçerek çok dar bir patikadan tekrar tırmanmaya başladık, kısa bir süre sonra zeytinlikler arasındaki toprak yola girdik.

TOPRAKTAN ASFALTA...
Yaklaşık bir km yürüdükten sonrada Küçükkuyu'ya inen asfalt yola çıktık. Aynı zamanda "oksijen çadırından da " çıkmış olduk! Yol ayrımında, Mıhlı şelalesi 1 km yazan levhadan sola dönerek, asfalt yol boyunca sağımızdan solumuzdan geçen motorlu araçlara dikkat ederek, etrafımızdaki bağ- bahçe ve evleri izleyerek yürüdük. Adatepe köyüne 6 km olduğunu gösteren levhadan sola keskin bir 'S' dönüşle biraz ilerleyip tekrar sağdan bir sokağa sonra dar Cengiztopel sokağından Rauf Denktaş caddesi, işte arabamız orada bizi bekliyor. Saatler 16;25'i Gps 18,74 km'yi gösteriyordu. Erhan bey ile Kenan bey Altınolukt'a kalan arabayı getirmek üzere giderlerken bizde onları beklemek üzere sahile yürüdük. Ben, Muharrem ve Timur bey botlarımızı çıkartarak ayaklarımızı denize soktuk, buz gibi su iyi gelmişti. Çok geçmeden arabalarımız geldi vedalaştık. Ben yine Yasa Avm'nin karşısında inmiştim. Evime geldiğimde saat 17;45'ti, yorgundum ama mutluydum. Artık ailemde benim doğa yürüyüşlerime alışmıştı, eve gelir gelmez çektiğim resimleri Tv'ye yansıtarak o gün gördüğüm güzellikleri anlatmak bir ritüel olmuştu adeta. Ve ben o günü tekrar yaşıyordum büyük bir mutlulukla....

Teşekkür; öncelikle doğa yürüyüşleri için beni teşvik eden, destekleyen ve onları bensiz bırakarak ihmal ettiğim aileme çookkk teşekkür ederim, yine doğa yürüyüşlerini planlayıp uygulamaya koyan Erhan bey ile patikalarda yan yana yürüdüğüm, sevgili KDSG üyelerinden Burak bey, Timur bey, Varol bey, Muharrem bey, Kenan bey, Özgün hanım ve Banu hanım ile onun minik kızı İlkin'e çokkk teşekkkür ediyorum. Kalın sağlıcakla.....

Not; Kolay, ama köy geçişleri  ve tarihi Başdeğirmen köprüsünü içine alan bu rotanın, kesinlikle yürünmesi ve hatta koşulması gerektiği düşüncesiyle, parkurun beni etkilemesine göre değerlendirme puanım;10/8

(Murat Turan-Akçay 2018)



ASAR KALE-GİZEMLİ ORMAN KEŞIF YÜRÜYÜŞÜ (22.03.2018)

KALKIM-KURTLAR KÖYÜ-ASAR KALE-GİZEMLİ ORMAN KEŞIF YÜRÜYÜŞÜ (22.03.2018)

""Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?

Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?

Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak...""
(Nazım Hikmet Ran)





Yolumuz uzun, erken kalkmalı gün ağarmadan düşmeli yola. Bizde öyle yaptık; Ayvalık'tan Erhan bey ve Özgün hanım, Burhaniye'den Kenan ve Muharrem beylerle saatler 07;20' yi gösterirken Edremit Havran İzmir yolu kavşağında bulunan Entur Termal Otelin karşısında buluşup geçtik Havran'a, müdavimi olduğumuz çorbacıya. Havran'da sıcacık kellepaça çorbalarımızı içip, saatler 07:45'i gösterirken, düştük Kalkım yoluna. Yaklaşık 40 km sonra, Çanakkale iline bağlı Kalkım'daydık.

NE BİLSİN KÖPRÜNÜN YIKILMIŞ OLDUĞUNU, GPS;
Yürüyüşe Kazdağlarının kuzeyindeki Hamdibey'e bağlı, Reşadiye köyü civarından başlayacaktık. Bu nedenle Erhan bey direkt Gps'e göre Reşadiye köyüne gitmeye çalışıyordu. Ancak Kalkım'ın içinden girdiğimiz yoldan birkaç km gidince, genişçe bir derenin üzerinde var olan ve epey bi zaman kullanılmadığı belli olan köprünün, yıkılmış olduğunu gördük. Köy tam karşımızda, yamaçta öylesine bize bakıyordu ama, geçit yoktu işte.Tekrar geri döndük ve kısa bir etüd sonrası Kalkım Gönen yoluna girdik. Yaklaşık 15 dakika sonra yolun solunda kalan Kurtlar köyüne geldik ve köy kahvesinde çay molası verdik. Köy sakinleri ile sohbet ettik, içlerinden birisi rehberlik yaptığını söyledi. Gideceğimiz yer hakkında bilgi aldık, iyikide aldık tarif üzerine Reşadiye köyüne gitmeye gerek kalmadan hemen bulunduğumuz köyün "orman" isimli sokağından girerek toprak yollardan Kurtlar köyü baraj-göletine geldik. Aracımızı parkettik, çantalarımızı sırtımıza geçirip, göletin hemen yanından kapakların olduğu tarafa, batı-doğu yönüne doğru saat 09;35'de yürümeye başladık. Amacımız, bir zamanlar Yenice Kalkım Gönen Edremit arasındaki Agonya ovasını korumakla görevli karakol, av ve sayfiye maksatlı M.S. 2. yy sonlarında Kral Handrianus tarafından yaptırıldığı rivayet edilen 950 rakımlı Asar dağı kale kalıntılarına çıkmak.
Hava kapalı ancak yürüyüş için gayet uygun sıcaklıktaydı. Yaklaşık 45 dakika yürüdükten sonra sağa aşağı bir "S" çizerek devam ettik. Göletten sonra berrak sularıyla akıp giden küçük akarsular ile yol kenarlarındaki bol miktarda çuha çiçekleri bize eşlik etmeye başlamıştı. Bir ara fotoğraf çekmekten ilerleyemediğimizi farkettik. Bi hayli yürüdükten sonra önümüze üçe ayrılan yol çıktı. Biz en sağdaki köprüden geçen yoldan dönerek yine ikiye ayrılan yolun rampa yukarı olanından tırmanmaya başladık. Önce tatlı ama çok uzun bir rampa, ardından düz orman yolunda yürüyüp durduk. Hatta yer yer çamur olan yerlerde, sevgili dostumuz ayıcıkların pati, domuzcukların ayak izlerini bile gördük. Yükselti arttıkça sis arttı, görüş puslu, yürüyüş gizemli hale geldi. Ağaçlar sis içerisinde şekilden şekile giren hayalet gibi duruyordu. Sanki bulutların içinde yürüyorduk, yoğun nem, yağmur olup üzerimize yağıyordu sanki. Bir noktaya geldiğimizde Erhan bey Gps cihazına göre yoldan çıkıp direkt tepeye doğru tırmanmamız gerektiğini söyledi. Öylede yaptık; yaklaşık 150 metrelik çok dik rampa yukarı çok zorlu bir tırmanış sonunda, nihayet ağaçların ve sislerin içinden bize bakan kale kalıntılarını gördük. Kaleye çıktığımızda saatler 12;30'u gösteriyordu, yani tamı tamına üç saattir yürüyorduk.

SİSLER İÇİNDE, BİR KALE'DEN KALANLAR;
Asar Kale veya diğer anıldığını isimleri ile; Handrianus Kalesi, Hisar Kale... Yıkık dökük, yemyeşil yosunlarla kaplanmış kule ve duvar kalıntıları ile yüzyıllara meydan okurcasına hala ben buradayım diyor. Kaleye tırmandığımız yamaçta çok sert rüzgâr ve üşüten bir soğuk olmasına rağmen, kalenin bulunduğu ağaçlarla kaplı küçük düzlük tepeye geldiğimizde birden sanki iklim değişmişti. Rüzgar gitmiş hava bir kaç derece ısınmış gibiydi. Maalesef çok güzel olduğunu tahmin ettiğimiz Agonya ovasını yoğun sis bulutlarından dolayı görmek mümkün değildi. Kalenin dört bir tarafını gezdik, fotoğraflar çektik. Yarım saat kadar oyalandıktan sonra, yine sert rüzgarı yüzümüzde hissederek, çıktığımız kaygan ve dik patikadan aşağı inip, toprak yola çıktık. Toprak yola inerken gördükki bir ağacın üzerine kırmızı boya ile kaleyi gösteren bir ok işareti yapılmış. Bu işareti çıkarken görmemiştik veya biraz daha geriden çıkmışız heralde. Yürümeye devam ettik, bir kaç km sonra yine toprak yoldan ayrılarak patika yoldan rampa aşağı inişe başladık. Bu patika yol da muhteşemdi, sanki bahar ve sonbahar mevsimleri içi içe geçmişti; yerlerde santimetrelerce kalınlıkta sonbahardan kalma çınar ve meşe yaprakları ayaklarımızın altında hışırdarken, sağda solda, bazen yaprak yığınları arasında geniş yeşil yapraklarıyla mor-lila renkli çuha çiçekleri boy gösteriyor, adeta içimize ferahlık veriyordu. Hele ötücü kuşların senfonisi!..Nasıl bir zenginliktir bu kaz dağları, flora ve faunasıyla...

CENNETTEN BİR KÖŞE LOKANTASI'NDA, MOLA;
Saatler 13;45'i gösterdiğinde, muhteşem bir manzaranın tam ortasında,  çeşme yanında ateşimizi yaktık, çaylar demlendi, çıkarıldı çantalardan bölüşüldü azık. Hava iyice soğudu, ateşi harladıkça yanına sokulduk, güzel sohbetler ettik, hepimiz mutluyduk. Burayı daha sonra gelip, kamp yapılacak yerler listesine ekleyip, istemeye istemeye toparlandık, çöpümüzü aldık, ateşi söndürdük ve yaklaşık bir buçuk saatlik molanın ardından, saat 15;20'de tekrar vurduk kendimizi patika yollara. Yürüdükçe gördüğümüz doğanın güzelliği hepimizi sarhoş etmişti adeta, (?)
Yol boyunca; sis içindeki karaçamlar, göknarlar, meşeler, koca çınarlar, davulgu ağaçları, irili ufaklı şelaleler, dereler, çeşmeler, çimenler, çiçekler, kuşlar, keçiler, çoban köpeği ve ayak izinden öte cisimlerini görmediğimiz daha bir çok ev sahibi hayvan ve mahlûkat yoldaş oldu bize..
Dik yamaçlardan yüreğimiz ağzımızda indik, nefes nefese tırmandık, sisten önümüzü göremez olduk, yolumuzu kaybedecek gibi olduk, ayı izi gördük, heyecanlandık, yorulduk ama çookk mutlu olduk.
Asar dağının tepesine çıkmış, kale kalıntılarını görmüş, puslu gizemli ormanlar ve şelalelerin arasından tam bir daire çizerek arabayı bıraktığımız baraj göletinin yanına gelmiştik . Saatler 18;35'i GPS ise 22,26 km 'yi gösteriyordu.
Bindik arabamıza, radyoda muhteşem şarkı-türküler, herkes çok mutlu, geldiğimiz yoldan döndük evlerimize. Beni Edremit'te aldıkları yere bıraktılar. Vedalaştık ve onlar Burhaniye-Ayvalık'a ben Akçay'a ...

Not; Bu parkurun beni etkileme kriterlerini tek tek yazamayacağım ama;  belkide bizim şansımıza havanın kapalı, yağmursuz, sisli ve gizemli bir hal alması, kısada olsa heyecan verici çok dik tırmanış ve inişler yapmak, tarihsel değerlere şahit olmak, gördüğümüz şeyler karşısında hayallere dalmak, yol boyunca sayısız çuha çiçeklerinin görselliği, kuş seslerinin senfonisi, yabani hayvanların ayak imzaları ile burada misafir olduğumuzun farkına varmak, tamda yürüyüş bitti derken, kazdağları sürpriz şelalelerini gözümüze sokarak, daha bitmedi demesi gibi daha bir çok duyguyu yaşatan ve bizim için tam bir KEŞİF olan bu parkuru değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)