İzleyiciler

26 Haziran 2019 Çarşamba

GÜRLEYİK ŞELALESİ (16.06.2019)


GÜRLEYİK ŞELALESİ (16.06.2019)

Bugün günlerden Babalar günü. Ve ben geçen yıl olduğu gibi bu yılda kendime, Kazdağlarının en güzel köşelerinden birini hediye etmek istiyorum. Kazdağlarının yemyeşil ormanlarında yürümek ve buz gibi şelalerinde doyasıya yüzmek istiyorum. Eh, şansa bakın ki tamda bugün, Nirvana Doğa Sporları Yürüyüş Grubu benim gözdem, yürek sızım Gürleyik Şelalesine gidiyor. "Kör ister bir göz , Allah vermiş iki göz"... Böyle birgün de benim için Gürleyik Şelalesinden daha ala neresi olabilir ki... Yaşasın!... Yuppiii!...



16.06.2019 Pazar...
Sabah çok erken kalkıyorum. Heyecandan değil, alışkanlıktan... Bugün beni Akçay Yasa Avm'nin önünden, benim için oldukça geç bir saatte alacaklar. Ne yapalım olsun... Aslında bir bakıma bu benim işimede geliyor. Çıkıyorum bahçeye, önce tüm çiçekleri ve çimleri suluyorum. Arkasından son zamanlarda günlük rutinim haline gelen, bitlere karşı gülleri ilaçlıyorum. İlaçlama demişken kesinlikle kimyasal ilaç kullanmadığımı, kendimin yaptığı ve güllerdeki bitlere karşı çok etkili olduğunu tecrübe ettiğim, arap sabunu ve sirke karışımı bir solüsyonu kullandığımı belirtmeliyim...
Neyse bahçe işlerini bitirir bitirmez, ayak üstü "sütlü yulaf ezmeli çikolatalı nesquik karışımı" kahvaltımı kaşıklayıp, çıkıyorum evden...


Buluşma saatinden tam üç dakika önce geliyorum Yasa Avm'ye. Ve gayri ihtiyari bugün "Sarıkız'dan" biraz uzağa, "Balıkçı Çocuğa" yakın masalardan birine oturuyorum... Hava şimdiden yakmaya, buram buram terletmeye başlıyor. Şimdilik gölgede olmamın memnuniyeti ile öylesine etrafıma bakınıp duruyorum. Ve bir kaç dakika gecikme ile geliyor arkadaşlarım. Kalkıyorum masadan, ilerliyorum bana doğru gelen araca doğru. Önümde duran araç kapılarını açıyor, biniyorum selam vererek, bir minübüs dolusu insana. Arka taraflarda boş bir yere oturuyorum. Kimseyi tanımıyorum ama sıcak karşılanıyorum... Yanımda Yıldıray bey var. Kırk yıllık tanışıklığımız varmış gibi konudan konuya atlayarak, sohbet içinde gidiyoruz. İlk izlenimim arabadaki herkesin kendi halinde, kibar ve saygılı olduklarıydı...
Daha öncede sizlere söylediğim gibi bugün Kazdağlarının en güzel şelalerinden birisi, benim için ise birincisi, güzeller güzeli Gürleyik'e gideceğiz. Daha önce bu şelaleye farklı iki rotadan gitmiş, ama birinci gidişimde kullandığımız tehlikeli uçurum ve patikalarla dolu rotanın üzerimde bıraktığı gerilimi, günlerce üzerimden atamamıştım... Bugün ise Gürleyik'e Adatepebaşı köyünden doğru gideceğiz. Uçurumlarla dolu diğer rotada yürürken karşıdan karşıya gördüğüm, belli belirsiz Adatepebaşı yönünden gelen bu patikanın, nisbeten kolay olduğu söyleniyordu... İşte şimdi bugün bu rotayı test edip göreceğim. Ve böylelikle üçüncü kez gideceğim Gürleyik Şelalesine, üç farlık rotadan ulaşmanın ayrı bir hazzını da yaşayacağımı belirtmek isterim ...

Küçükkuyu'dan dönüyoruz Boztepe köy yoluna. Yemyeşil zeytin ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla tırmanarak, önce Boztepe köyünü teğet sonrasında Bahçedere köyünün içinden geçip, Adatepebaşı köyüne geliyoruz. Bu köyde dönüşte çay molası vereceğiz. Onun için hiç beklemeden köyün içinden devam edip, bir zamanlar KDSG keşif ekibi arkadaşlarımla yürüyüp, "Saya Yolu" adını verdiğimiz toprak orman yolundan bir süre daha ilerliyoruz...


Ve saatler 11;00'ı gösterirken Kızılçamlar arasında, siyah zeytin görünümlü dışkılarından koyun ve keçilerinde uğrak yeri olduğu belli olan, uzunca su yalağı ile bir çeşmenin yanıbaşına geliyoruz....

Biran önce yürümeye başlama isteğinin heyecanı ile iniyoruz sabırsızca araçtan. Araçtan inenlerin bir kısmı şöyle bir geriniyor ve derin derin içine çektiği havayı, büyük bir hazla birden bire dışarı veriyor... Kimisi ise çeşmenin soğuk sularında elini yüzünü yıkıyor, doyasıya suyunu içiyor...




Ve artık hazırız yürümeye. Dalıyoruz Kızılçamlar arasından, toprak orman yoluna. Güneş iyice yükseliyor, hava sıcak. Yürüyoruz ağaçların gölgesinde. Kimisi yanındaki ile koyu sohbet içinde, kimisi ise tabiatın eşsiz güzelliği karşısında, yanlız ve sessizce atıyor adımlarını... Ben bu grupla ilk kez yürüyorum. Neden mi başka bir grup... Çünkü yeni insanlar tanımak istiyorum. Dar çevrede ömür mü geçer... Tabiki dostluklar, arkadaşlıklar öyle kolayca kurulmuyor. Bi kere hemen öyle dost olunmuyor... Dostluğun temel şartı, birlikte geçirilen uzunca zamandır. Geçen bu zamanın içindeki yaşanmışlıklar ve paylaşımlardır. Öyle hemencecik dost olunmaz. Dostluk koşulsuz güvendir. Dostluk her koşulda kabullenme, kol kanat germedir. Sırtını hiç düşünmeden, ona dönebilmektir dostluk... Dostluk öyle tek kelimeyle yazıldığı gibi kolay değildir... Öyle kolay değildir birinin senin dostun olması, seninde bir başkasına olamayacağın gibi... Neyse kısa keselim... Mevzu hassas... Çünkü bu konuyu derinleştirirsek işin içinden çıkamaz, cilt cilt kitap yazmak zorunda kalırız...







Eveet! Nerede kalmıştık. Evet, Kızılçamlar, yeşil yapraklı meşe ağaçları içinde eşşsiz bir doğada, neşeyle yürüyoruz. Önümüze çıkan mini derecikleri atlayarak, taş ve kayalarla dolu çarşak yolları sekerek, daracık patikaları tek sıra halinde yürüyor, bir taraftanda yanımızdaki ile bir iki çift laf konuşuyoruz. Şelaleye yaklaştıkça patikalar oldukça dikleşiyor. Kayaların, taşların üzerinde, düşmeden yürümeye dikkatimizi veriyoruz.




İşte! Şimdi şırıl şırıl akan suyun sesini duymaya başlıyoruz. Ayaklarımın altındaki kayalar oynak, neredeyse bileğimizi burkacağız. Çok dikkatliyiz. Olduğumuz yerde duruyor, yeşil ağaç denizinin arkasından kafasını uzatan kanyon kayalıklarına bakıyoruz bir süre. İşte Gürleyik orada... O kayaların arasından bırakıyor, ak köpüklerini. Açıkcası beni bir heyecan basıyor birden bire. Bu daracık, kayalarla dolu patikadan koşarcasına gitme arzusu duyuyorum biran. Ama sabırlı olmalıyım. Ne demiş atalarımız; "Sabrın sonu selamettir." İçimde delice fırtınalar koparken, sabır ve sükunetle atıyorum adımlarımı...


İniyoruz dere yatağına... Şelaleden gelen suların oluşturduğu zümrüt yeşili büvet karşılaşıyor bizi.. Hepimizin yüzünde kocaman bir tebessüm, büyük bir mutluluk... Seyreyliyoruz bir müddet göz alıcı zümrüt renkli büveti... Ama asıl sevgili; Gürleyik Şelalesi, gürül gürül sesi ile bizi kendimize getiriyor. Üzerimizdeki tatlı rehavet yerini, tekrar sabırsızlığa ve kavuşacak olmanın heyecanına bırakıyor...




Hemen hareketleniyoruz. Ama bir sorun var... Yüksekse bir kayanın üzerindeyiz ve karşıya uzatılmış ölü bir ağacın üzerinden geçmemiz gerekiyor. Geçerken dengeyi kaybeder veya ayağımız kayarsa, suya düşmeyi bırakın alt taraf kayalık olması yönüyle, kırık çıkık kaçınılmaz. Allah korusun, belkide kafa travması... Neyse önce bir iki kişi karşıya geçiyor, sonrasında ağaç köprünün yanına dikkatle yaklaşarak, ağaç köprünün üzerinden geçmeye çalışanlara sopa uzatarak veya elleriden tutarak dengelerini sağlamaya çalışıyorlardı. Ve nihayetinde kazasız belasız bir geçişle karşıdayız...



Dere yatağını kaplayan kaygan bir kayanın üzerindeyiz. İlk geçenlerden birisi benim. Az önce anlattığım geçme operasyonunu, sonuna kadar beklemediğimi söylemeliyim. Benim derdim, biran önce bizim ak köpüklü ile buluşabilmek... Ama daha bir kaç adım atmıştım ki olduğum yerde kalıyorum. Bir yavru yılan... Bizi görünce gariban ne yapacağını şaşırıyor, kendini güvende hissedeceği bir yere doğru gitmeye çalışıyordu. Bu yılanın zehirli mi zehirsiz mi yani kısacası ne tür olduğunu bilmiyorum ama bu sene bunlarla çokça karşılaştığımı söylemeliyim...


Bırakıyorum yılanı kendi haline, ilerliyorum ak köpüklüye doğru ve her zamanki yere, tam karşısındaki büyük kayaların üzerine gelip dikiliyorum karşısına... Ben kavuşmanın sevinci ile ona gülümserken, o tel tel beyaz köpüklerini hemen önünde ki zümrüt gibi büvete dökerken; "Hadi, daha ne duruyorsun, gelsene" diye fısıldıyor, bana...




Davete icabet etmemek olmaz... Hemen yanımda getirdiğim şortumu giyiyor, dalıyorum buz gibi sularına... Hiç düşünmeden ve duraksamadan ak köpüklere doğru atmaya başlıyorum kulaçlarımı, Kışın gelmiştimde, buz gibi sularında bırak kulaç atmayı, girmemle çıkmam bir olmuştu... O bile yetmişti bana... Ama şimdi artık özlem giderme, keyfini çıkarma zamanıydı. Nasılda ısıtmıştı sularını... Yoksa sular yine soğuktu da, sıcaklayan bedenlerimiz miydi? Kimbilir!..
Keyifle yüzüyorum. Kulaçlarımı kucaklar gibi atarak, büveti dört dönüyor, en son yine ak köpüklerin döküldüğü yere gidiyordum... Ama artık vedalaşma, soğuk sularından çıkma zamanıydı... İstemeye istemeye çıkıyorum, Gürleyik'in koynundan...



Değişiyorum üzerimi, yine oturuyorum güzeller güzelinin karşısına... Gözlerim ak köpüklüde, çıkarıyorum çantamdan form bisküvilerimi, kemiriyorum sessizce...

Saat 13;50. Neredeyse bir saati aşkın süredir buradayım. Ama gitme vakti. Arkadaşlarımın hareketlendiğini görüyor, toparlanıyorum bende...






Geldiğimiz yoldan tekrar düşüyoruz yola. Önce yolu izi olmayan taşlık kayalıklar içinden geçiyor, sonrasında Kızılçamların altında patika yolları, tek sıra halinde arşınlıyoruz. Tırmanıyor, yoruluyoruz. Kimi ölü ağaçların yanından teğet geçiyor, kimisine ise misafir olup, üzerine oturup dinleniyoruz...



Gök mavi, güneş pırıl pırıl... Kimimiz buram buram terliyor, kimimiz alışkın olmadığı kadar yorulduğu ve zorlandığı kulaklarına kadar kıpkırmızı kesilen yüzünden belli olmasına rağmen, zerre şikayet etmeden yüzünde mutluluğun tebessümü ile tüm gayreti ile yürüyordu. Bu gerçekten takdire şayan bir durumdu. Bu güç ve kudretin pek tabiki tek sebebi, sevgi idi... Doğa sevgisi... Sevmek nelere kadir, varın siz hesap edin. Bence hayattaki en önemli yaşam şiarımız sevmek olmalı... Bir insan mutlu olmak ve yaşama sevincini kaybetmemek için sevmeli bence... İnsanı, hayvanı, havayı, yağmuru, suyu, çiçeği, böçeği, çamuru, toprağı ne olursa, sevmeli... Hemde hesapsızca ve en bonköründen.... İşte o zaman hayat daha güzel ve çekilir olur bence...





Saat 16;00... Nihayet yemyeşil eğrelti otları ile kaplı Kızılçamlarıda geçip, aracımızın yanına geliyoruz... Susayanlar koştura koştura çeşmenin başına gidiyor... Toplamda 10 km.lik inişli çıkışlı, çoğunlukla ağaçların gölgesine gidip gelinen patika yollar, sıcak bu yaz günü için yeterdi de artardı bile...

Evet, bu sıcakta harareti ne alır... Çay, yada buz gibi bir karpuz, değilmi... Demir tavında dövülür hesabı, çay işi çok uzun iş diyen Yavuz bey arabanın arkasından iki karpuzu çıkarıp başlıyor dilimlemeye. Herkesin elinde kan kırmızısı buz gibi birer karpuz dilimi... Şapur, şupur gelen höpürdetme seslerine karışan, "Ohh! Çok iyi geldi." nidaları ile yenilen karpuz sonrası, yorgunluklar unutuluyor. Herkesin neşesi tavan yapmış olarak biniyoruz arabamıza, düşüyoruz Adatepe köy yollarına...

Çok sürmüyor, geliyor iniyoruz, köy kahvehanesinin önünde...Ihlamur ağaçlarının gölgesinde oturuyor herkes arkadaşı ile bir masaya... Yol boyunca yapamadığımız güzel sohbetimiz, burada bitmek bilmiyor. Çaylar bitiyor, sohbet uzuyor. Ama gitmeliyiz...

Tatlı bir yorgunlukla, arabada da sohbetimiz devam ederken, göz açıp kapayıncaya kadar Akçay'a geliyoruz.... Vedalaşıyorum, daha henüz bugün tanıştığım yeni arkadaşlarımla, bir daha görüşebilmek ümidi ve iyi temennilerle...

SON SÖZ....
Kazdağlarının ormanını, ağacını, kuşunu, çiçeğini. Havasını, suyunu kısacası herşeyini çok severim. Ama şelalelerini herşeyden daha çok severim. Vallah, Darıdere, Döşemedere ve daha bir çok irili ufaklı şelalenin benim gönlümde ayrı ayrı yeri vardır. Amma, Gürleyik Şelalesi derseniz, bi duruverin derim... Gürleyik'in benim için anlamını anlatmak, bir kaç satıra sığdırılacak kadar kısa değil. Ama siz şunu bilin ki gelinlik giymiş gibi köpüklü beyaz sularını aşağı bırakan Gürleyik'in, benim gönlümdeki yeri apayrıdır...
Bu maksatla bana mutluluk veren Gürleyik ile kavuşmama vesile olan Nirvana Doğa Sporları Yürüyüş Grubunun yöneticisi Gülay hanım ve Yavuz bey ile dostane sohbetleri ile beni kucaklayan Yıldıray ve Hüseyin beyler başta olmak üzere, tüm yürüyüş arkadaşlarıma çook teşekkür ediyorum...

Darıdere ve Narlı çıkışlı diğer iki rotaya göre oldukça kolay olan bu üçüncü parkurun, benim için yorucu olmaktan çok eğlendirici ve mutluluk verici olması yönüyle değerlendirme puanım;10/9.

Not: Bu yazıda kullanılan toplam 38 adet fotoğraftan 21. 22. 23 ve 31. fotoğraflar Gülay Bayram'a, 37. fotoğraf Aynur Çitçi'ye ait olup, diğer çekimlerin tamamı bana aittir.

Murat Turan - 2019