İzleyiciler

25 Aralık 2018 Salı

ÇANAKKALE KARAKOL DAĞLARI (23.12.2018)


ÇANAKKALE KARAKOL DAĞLARI (23.12.2018)

Çanakkale'yi seviyorum...
Ben bu şehri şehitlerimizin destanlarını dinleyerek, taaa 1400 km öteden, çocukluğumdan beri, görmeden ama yürekten sevmiştim. Nasıl sevmezdimki atalarımızın kanlarını dökerek, destan yazdığı bu toprakları...
Bu kutsal topraklara ilk geldiğim gördüğüm günü hatırlıyorum da, sanki kemiklerim sızlamış, yüreğim dağlanmıştı. Halbuki ılıman bir bahar günüydü. Her yer yeşil, deniz masmavi, hava sıcacık ve güneşliydi...
Daha sonraki yıllarda da defalarca geldim bu kutsal topraklara. Tek de geldiğim oldu, ailemle geldiğim de... Kâh turist gibi gezdiğimiz de oldu, kâh sportif müsabakalar için yarıştığımız da...

Biliyorsunuz, bu yaz ailece bir Gökçeada gezimiz olmuştu. Ağustos ayının ilk günleriydi. Gökçeada feribotuna binmek üzere, Eceabat'tan Kabatepe limanına gelmiştik. Ailece neşeli ve mutluyduk. Feribotu beklerken, ilk kez göreceğimiz Gökçeada'dan konuşup duruyoruz. Yüzlerimizde bitmeyen bir tebessüm vardı...
Ve sonra birdenbire sessizlik... Ve durgunluk... Ne kadar öyle kalmışım bilmiyorum ama eşimin;
-"Ne oldu!" diyen sesi ile irkiliyorum biran...
-"Efendim!" diyorum...
-"Sustun birden bire" diyor... Yüzünde endişeli bir ifadeyle...
-"Yok bişey!" diyorum...
Evet, eşim haklıydı. Aklıma, Çanakkale'de kefensiz yatan şehitlerimiz düşmüş ve benim için zaman bir süreliğine durmuştu... Bu mutluluğumuzu ve huzurumuzu orada yatan dedelerimize, şehitlerimize borçlu olduğumuzu düşünmüş ve hüzünlenmiştim. Ve sonra kendime kızmış, hatta küfretmiştim. Dağların, ormanların altını üstüne getiren ben, yanıbaşımdaki şehitlerimizi neden ziyaret etmemiştim. İşte o gün 18 Mart 2019'dan itibaren, Çanakkale'de savaşan dedelerimizin yattığı toprakları; siperden sipere, cepheden cepheye, tepeden tepeye, koydan koya, tabyadan tabyaya, şehitlikten şehitliğe adım adım yürüyerek, bu vatan için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi anmaya karar vermiştim...

Yaz boyunca Çanakkale savaşları ile ilgili; sürekli bilgi topladım, belgeleri inceledim, çeşitli kurumlarla yazıştım, belgesel ve sinema filmleri izledim...

Planıma göre yürüyüşüm takriben 7-10 gün sürecekti. Gündüzleri yürüyecek, geceleri ise çadırda geçirecektim... Ama önceden en az bir kez olsun keşif gezisi yapmalı ve planlamamı gözden geçirmeliydim. İşte tamda keşif gezisi için tarih tespit etme aşamasındayken, Çanakkale'de faaliyet gösteren bir yürüyüş grubunun, Gelibolu Yarımadasında yapacağı etkinlik ile benim keşif gezi tarihimde belli oldu...
Etkinlik programına göre, Anafartalar (Suvla) koyuna paralel uzanan, Karakol dağlarının tepelerini arşınlayacağız. Yürüyüş yapılacak bölge her ne kadar sınırlı da olsa, benim Mart 2019 ayındaki etkinliğime ruh ve yön verme açısından, büyük önem arzediyordu...

Yarın erkenden yollara düşeceğim ve ben daha bugünden çok heyecanlıyım. Sırt çantamı ve kıyafetlerimi şimdiden hazırladım. Bugün evde dinlenmeyi planlamıştım ama maalesef koşuşturma ile geçti. Yorgunum...
Saat 22;00. Uyumalıyım...

23.12.2018 Pazar....
Saat sabahın 4'ü. Erken kalkıyor, çantamı alıp çıkıyorum evden. Otogar evime oldukça yakın, yani yürüyerek gideceğim. Otobüsüm, 05;15'de hareket edecek... Otogardayım. Bir iki kişi dışında hiç kimse yok. Kışları böyledir burası. Birde yaz mevsiminde görmelisiniz , adım atacak yer bulamazsınız....
Geliyor otobüsüm, biniyor oturuyorum 15 numaralı koltuğa. Daha şimdiden heyecan içindeyim. Gözlerimi kapatıp biraz olsun uyumaya çalıyorum ama nafile...






Saat 07;00. Çanakkale'de, sahildeyim. Hava karanlık, biraz yürüyorum. Grup arkadaşlarımla buluşma saatimize, yaklaşık iki saat var. Giriyorum açık bir kahvaltıcıya hem karnımı doyuruyor hem vakit geçiriyorum... Hava aydınlanıyor. Sahile çıkıyorum tekrar. Koşan, işe giden, öylesine gezinen tek tük insanlarla karşılaşıyorum. Buluşma saatine daha vakit var. Hiç acele etmiyorum. Şehrin sakinliğinin tadına varmaya çalışarak yürüyorum. Gözüm ister istemez, denizin karşı yakasına kayıyor. Dolunay muhteşem görüntüsü ile veda ediyor şehre. Ama benim gözüm Dur Yolcu Anıtı'nda.... Heyecan ve hüzün bir arada. Garip bir duygu... Gün uzun, şimdiden melankoliye bağlamak istemiyorum. Yürüyorum... Yolumun üstüne çıkan ne varsa; Güneş saatini, Troya atını inceliyor fotoğraflarını çekiyorum. Güvercin ve martılarla selamlaşıyorum...

Ve İskeledeyim işte. Ne kadar oyalanırsam oyalanayım, yine vaktinden önce gelmiştim. Kimseyi tanımıyorum. Biletimi alıp gemiye biniş için beklemeye başlıyorum...

Saat 09;00. Gemiye biniyoruz. Güneş yüzünü gösteriyor, hava ısınıyor. Gemi hareket ediyor. Deniz durgun, hava sisli...


DUR YOLCU...
Eceabat çok yakın, çok sürmüyor yolculuğumuz.
Eceabat'a yaklaşırken karşı tepenin yamacında; bir elinde tüfeği ile sanki ileriye atılacak arslan misali bir Mehmetçik figürü ile;
      “Dur Yolcu, Bilmeden gelip bastığın,
        Bu toprak, bir devrin battığı yerdir”
sözlerinin yazılı olduğu anıtı görünce, o kadar heyecanlanıyorum ki... Heyecanlanıyorum, çünkü bu sefer; bir devrin battığı, binlerce şehidimizin kanlarının aktığı bu topraklara basıp geçmeyecek, içselleştirerek tanıyacak ve anacağım..

Bir zamanlar bu topraklara turist gibi gelmiş, belli başlı şehitliklerimizi ziyaret etmiş çok hüzünlenmiştim. Ama şimdi okudukça, destanlaşan hikayelerini öğrendikçe, bu topraklarda binlerce kefensiz yatan şehitlerimize, aylardır içimi yakıp kavuran bir kavuşma hasreti içindeydim...

 
TARİHİ ALAN KLAVUZLARI...
Saat 09;30. İniyoruz gemiden ve hiç oyalanmadan, bizi bekleyen iki yarım otobüsü dolduruyoruz. Araçların başında güler yüzleriyle Alan Klavuzları bizlere hoşgeldin diyor, mutlu oluyoruz. Ben henüz kimse ile tanışmadım, kimsede bana tanışıklık vermedi...
Aracımız hareket eder etmez, Alan Klavuzu Tahsin bey bugünkü yürüyüş güzergahı hakkında bilgiler vermeye başlıyor. Ve sonra aracımızdaki klavuzların herbiri başlıyorlar ardı ardına Çanakkale muharebelerini anlatmaya. Biri Mustafa Kemal'in Conkbayırı taarruzunu anlatır anlatmaz, hemen diğer klavuz başlıyor Kireçtepe muharebelerini, bir diğeri Anafartalar, öbürü Anzak çıkarması derken hiç ara vermeden bi Orhan bey, bi Fethi bey sonra yine Tahsin bey anlatımları ile bizleri mest ediyorlar. Ben öyle bir havaya giriyor ve heyecanlanıyorum ki. Sanki cepheye gidiyordum...
Keşke...
Ne güzel mertebedir o...


ATATÜRK'ÜN KARARGAHI...
Saat 09;45. Bigalı köyündeyiz. Bu köyü görmeyi çok arzu ediyordum. Çünkü bu köy Çanakkale Savaşı sırasında Mustafa Kemal'in karargahının bulunduğu köydü...
Yarbay Mustafa Kemal, Sofya'da ateşemiliter olarak görev yaparken, Birinci Dünya Savaşı çoktan çıkmıştı. Mizacı gereği yerinde duramayan Mustafa Kemal, Genelkurmay'a mektup yazar ve aktif göreve atanmak istediğini söyler. Bunun üzerine 19. Tümen Komutanlığı'na atanarak, 25 Şubat 1915'te Eceabat'a gelir. Ve 19 Nisan'da birliğini ve karargahını Bigalı köyüne taşır. Kara savaşlarının başladığı 25 Nisan'a kadar, bu köyde kalır. Düşman kuvvetlerinin 25 Nisan çıkarmasında, Bigalı köyüne çok yakın olan Kabatepe ve Arıburnu civarından gelen top seslerine kayıtsız kalamaz ve kendi inisiyatifi ile 57. Alayı alarak, Arıburnu sırtlarını ele geçiren Anzaklara karşı çarpışan 27. Alayın yardımına gider. Ve 57. Alayın müdahalesi ile düşman ilerlemesi tamamen durdurulur. 25/26 Nisan gecesi, Anzaklar o kadar zor duruma düşerler ki ancak denize bakan yamaçlarda siper kazarak tutunabilirler ve hatta biran önce gemilere alınmak için General Hamilton'a rapor üstüne rapor gönderirler...

Yarbay Mustafa Kemal karargahını Bigalı'da kurmasaydı eğer, gelen top seslerine kayıtsız kalsaydı veya inisiyatif alıp 57. Alayı cepheye sürmeseydi eğer, ne olurdu acaba! Şüphesiz itilaf kuvvetleri o gün savaşın kaderini değiştirip, çok istedikleri İstanbul'un kapısını, sonuna kadar açmış olacaklardı... İşte Bigalı köyü, bunun için önemlidir.




Köy, Tarihe Saygı Projesi kapsamında, 2006 yılında restore edilmiş. Bütün evler Türk bayrakları ile donatılmış. Gurur duyuyorum... Mustafa Kemal'in karargah olarak kullandığı ev iki katlı. Girişte mabeynin duvarlarında, Çanakkale Savaşlarının fotoğraflı kronolojik anlatımı var. Diğer odalarda ise Atatürk'ün şahsi eşyaları, savaş ile ilgili döküman ve fotoğrafları sergilenmiş...

SADELİK, ASİLLİK, TARİHE MAL OLMUŞLUK...
Ben Trabzon, Erzurum, Amasya, Mersin ve daha bir çok şehirde Atatürk'ün misafir olduğu bir çok müze-ev gördüm ve gezdim. Hepsinde de Atatürk belki üç, belki on gün kalmıştır. Ama şunu söylemeliyim ki konakladığı evlerin hepsinde de bir sadelik, asillik ve tarihe mal olmuşluk hissetmişimdir...


Saat 10;10. Bugün çook uzun geçecek. Derin duygular içinde, tekrar araçlarımıza biniyoruz. Şahsen ben hüzünle karışık mutluluk ama herşeyden önemlisi gurur duyduğumu farkediyorum...

Oldukça dar ama asfalt yolda ilerliyoruz. Düz ovadayız ve her yer tarım arazisi. Çok sürmüyor Büyük Anafarta köyünden geçiyoruz. Yürüyüşe Küçük Anafarta köyünün biraz ilerisinden başlayacağız...


Saat 10;30. Araçlardan iniyoruz. Yaklaşık 50 kişiyiz. Şu ana kadar herkesin, birbiri ile saygı çerçevesinde samimi olduklarını görüyorum. Bu arada yürüyüş grubunun adını paylaşmadığımı farkettim. Evet bugünkü yürüyüş grubumuzun adı "Ayak İzleri Doğa Sporları ve Yürüyüş Grubu." Benim blogumla benzer isim taşıması ne büyük tesadüf değil mi... Grup yöneticisi Mehmet Tekin bey tarafından, kısaca kurallar hatırlatıldıktan sonra, başlıyoruz yürümeye...



İki tarafı fundalık ve pelitler arasındaki toprak yola giriyoruz... Hava güneşli, rüzgar yok. Yani hava yürümeye oldukça elverişli. Yürürken tanışmalar başlıyor. Önce Mehmet beyle, sonra Alan Klavuzlarımız Ersümer, Tahsin, Orhan, İlhan bey ve Birten hanımla yürüdüğümüz topraklar üzerine, derinlemesine konuşuyoruz. Daha doğrusu ben soruyorum, onlar bıkmadan büyük bir sabırla anlatıyorlar...


TEKKETEPE...
Saat 11;04. Tekketepe'ye geliyoruz. Zaman nasıl geçiyor anlamıyorum. Yürüdüğümüz toprak yol zaman zaman çamurluda olsa oldukça düz ve rahat bir yol. Burada fazla oyalanmadan, yılan gibi kıvrılan yolun tam sonunda görünen Kavaktepe'ye doğru, yürümeye devam ediyoruz. Klavuzlarımızla bölge ve savaş hakkındaki sohbetimiz hiç bitmiyor.


Tekketepe'den Kavaktepe'ye yürürken, dikkatimi bol miktardaki Çam ve Servi ağaçlarının varlığı çekiyor. Fundalık ve çalılık yapıya sahip olan bölgenin, 1967 yılından itibaren ağaçlandırıldığını öğreniyorum. Ama ben araziye hep 1915'teki yapısı ile yani geçit vermez fundalık ve çalılıklarla kaplıymış gözüyle bakıyor ve şehitlerimizin hissettiklerini hissetmeye çalışıyordum....



KAVAKTEPE...
Saat 11;25. 285 metre yüksekliği ile silsilenin en yükseği olan Kavaktepe'deyiz. Sağımızda tüm göz alıcılığı ile Ece koyu ve Turşun Ovası duruyor. Solumuzda ise Anafartalar ovası. Ve karşımızda Kireçtepe silsilesi ile Karakol dağları...

Ağustos 1915'te İngilizlerin Suvla çıkarmasında öncelikli hedefleri,  Kavaktepe ve Tekketepe'nin de içinde bulunduğu silsileyi ele geçirmekti. Ama bu bölgeye, hiç yaklaşamadılar. Bu tepeler hep Türk askerlerinin kontrolünde kaldı...




Ayrılıyoruz Kavaktepe'den. Yolumuz toprak ama iki taraflı genç servi ağaçları ile görseli son derece yüksek bir yol. Burada yanlız yürüyorum. Düşünmeye, 1915 yılındaki yaşananları zihnimde canlandırmaya ihtiyacım var... Ertuğrul Koyu'nu İngilizlere cehennem eden Yahya Çavuş, 215 kiloluk top mermisini sırtlayan Seyit Onbaşı, anası tarafından vatanına kurban olsun diye saçına kına yakılıp, cepheye gönderilen Kınalı Hasan aklıma gelince hüzünleniyorum... Ya Meçhul Askerin hazin hikayesine ne demeli... Dokunsalar ağlayacağım...
Önümüze bir çamur deryası çıkınca, dikkatim dağılıyor... İyide oluyor. Biraz kendime geliyorum. Ama bu çok sürmüyor. Yol biranda, asfalt bir yola dönüşüyor...





(https://mustafakemalim.com/canakkale-savasinda-mustafa-kemal-1915-1916/ataturk-kirectepede-anit-onunde-canakkale-savaslari-sirasinda/)


KİREÇTEPE ŞEHİTLİĞİ...
Saat 12:35. Ve karşımızda, Kireçtepe Şehitliğini görüyoruz... Kireçtepe Şehitliği ile ilgili çok şey duymuştum. İlk kez ziyaret ediyorum... Çok üzgün ve durgunum. Şehitlerimizin ruhlarına dua etmekten başka ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum... Zoraki bir iki fotoğraf çekiyor, çektiriyorum... Anı olsun diye değil, sizlerle paylaşayım diye....

Bu şehitlik, Bursa ve Gelibolu Jandarma Taburlarının Şehitliği. Gelibolu'daki tek Jandarma Şehitliği. Bu şehitlik Atatürk döneminde yapılan en eski şehitliklerden birisidir ve Atatürk'ün burada çekilmiş fotoğrafı vardır... Yani bu şehitlik, her yönüyle yüreğimizden bir parça oluyor...


Ayrılıyoruz buradan hüzünle ama şehitlerimizi ziyaret etmenin hafifliği ile. Yürüyoruz asfalt yolda. Eceabat'lı Selma ile tanışıyoruz burada. Yabancı heyetlere rehberlik yapan eşinden, gururla bahsediyor. Bende Mart 2019 tarihindeki "Adım Adım Çanakkale Savaşı Cepheleri" projemden bahsediyorum... Bu gezide güzel yürekli insanları tanımak, en büyük kazancım olacak anlaşılan...



PIRNAV'LAR İÇİNDE...
Bir süre asfalt yolda yürüdükten sonra, sağdan giriyoruz tarlaların içine. Kireçtepe'ye çıkacağız. Biraz tarlaların içinden yürüyüp, dalıyoruz fundalıkların, daha doğrusu Selma hanımın deyimiyle pırnav'ların içine. Hayatımda ilk kez bu kadar sık fundalıktan yürüyorum. Elimiz, kolumuz ve hatta bacaklarımız yara, bere, çizik içinde. Savaş yıllarında ki Mehmetçiklerimizi düşünüyorum ve içim yine buruluyor...



YEMEK MOLASI...
Saat 13;15. Fundalıkların içinde bir çeşme. Burada yemek molası veriyoruz. Herkes çantasından çıkarıyor ne getirdiyse. Kimi arkadaşıyla, kimi tek başına yiyor, kalkıyoruz. Yolumuz zorlu ve uzun. Mola kısa tutuluyor. Yarım saat sonra, tekrar fundalıkların içinde yürümeye başlıyoruz...



Bu sefer tırmanıyoruz. Yol iz yok, nereyi boş bulursanız oraya basıyorsunuz. Fundalıklar bazen diz boyu, bazen adam boyuna ulaşıyor...



KİREÇTEPE SIRTLARI...
Saat 14:00. Kireçtepe silsilesi sırtındayız. Masmavi Saroz Körfezi, gözlerimizin önüne seriliyor. Önümüz oldukça dik ve denize kadar geçit vermez fundalıklarla kaplı... Tepede biraz soluklanıyor ve Sivritepe'ye doğru yürümeye başlıyoruz. Daha doğrusu kaygan taşlar, kayalar ve fundalıklarla mücadele ederek, düşe kalka yürümeye çalışıyoruz... Arazi kayalık yapıya sahip. Yürürken taşların üst üste konulması ile yapılan siperlere rastlıyoruz...





SİVRİTEPE...
Saat 14:40. Sivritepe'deyiz. İngilizlere göre ise "Jephson's Post'dayız." Sağımızda sarp yamacın altında Saroz körfezi, solumuzda Anafartalar Muharebelerinin cereyan ettiği ova, Tuz Gölü, Küçük Kemikli Burnu ve Suvla Koyu... Kireçtepe silsilesi içinde, 9 Ağustos'ta İngilizlerin ele geçirdikleri, tek tepedir burası. Ama kahramanca savaşan Gelibolu Jandarma Taburu karşısında, bu noktadan daha ileri gidememişlerdir....



Yürüyoruz fundalıklar arasından. Dalgınım. Yanımda yürüyen arkadaşım bana, "ne düşündüğümü, bir problem olup olmadığını" soruyor. Kısa bir duraksamadan sonra ona; elimle siperleri, kayaları ve denizi göstererek, "Burada ne gördüğünü bana söyleyebilirmisin! " diye, sorusuna soru ile cevap veriyorum... Şaşalıyor biran... Onun cevabını beklemeden, denizi göstererek; "Ben orada top atışları ile bu tepeyi döven düşman savaş gemilerini, burada hemen önümdeki siperlerde ise süngüsünü takmış, vatanı için hakka yürümeyi bekleyen, Mehmetçik'lerimizi gördüğümü" söylüyorum...






Saat 16;00. Karakol dağında, yani silsilenin 165 rakımlı tepesindeyiz. Bu noktadan sonra, denize doğru çok dik uçurumlar kendini gösteriyor... Burası bizim için son tepeydi. Şimdi buradan Büyük Kemikli Burnu'na doğru yürüyeceğiz. Bu noktaya kadar Suvla Koyunu önce karşıdan, sonra yandan şimdi ise burundan ovayı gören bir bakış açısıyla ilerliyoruz...




Burada fundalıklar adam boyunu geçmeye başlıyor. Uzun kolluda giysek, iğne gibi dikenleri ile çalılık ve fundalıklar kolumuzda bacağımızda çizilmedik yer bırakmıyor. Bazı arkadaşlarımızın pantolonları, montları ve çantaları yırtılmaktan kurtulamıyor...


Büyük Kemikli'de bizi bekleyen araçlarımızı görüyoruz. Elimizden geldiğince hızla inmeye çalışıyor, bi taraftan da tam karşımızda ki gün batımının fotoğrafını çekiyoruz...


Ben hiç bitmesin istiyorum. Yürüdüğüm parkurun inişi çıkışı çok önemli değil. Sağımızı solumuzu çizen, pantolonlarımızı yırtan, geçit vermez çalılık ve fundalıklar ise hiç önemli değil. Bana ağır gelen, şehitlerimizin üzerimizdeki hakkıdır, kanıdır... Onları bir kez daha rahmetle anıyor, haklarını helâl etmelerini diliyorum...


Saat 17;20. Yaklaşık 18 km'lik yolun sonunda Büyük Kemikli Burnu'na geliyoruz. Biniyoruz bizi bekleyen araçlarımıza. Geldiğimiz yoldan dönüşe geçiyoruz... Bedensel zerre yorgunluk yok, zihinsel mi? İşte onu hiç sormayın...



Eceabat'tayız. Burada inenlerle vedalaşıp, hızla Kilitbahir iskelesine gidiyoruz. Son dakikada, 18;30 feribotuna atıyoruz kendimizi... Feribotun üst katında, arka güverteye geçiyorum. Sol tarafımda göz göze geldiğim, Kilitbahir Kalesine el sallıyorum. Mart ayında geleceğimi söylüyorum, şehitlerimizin emanetine... Sonra sağa dönüp, "Dur Yolcu Anıtına" selamı mı çakıyor, şehitlerimize gönderiyorum...


Ve çeviriyorum yüzümü, ışıl ışıl Çanakkale'ye...


SON SÖZ...
Bugün Çanakkale Savaşlarının Anafartalar cephesini, Suvla Koy'unu tepelerden seyreyleyerek yürüdük. Tekketepe, Kavaktepe, Kireçtepe, Sivritepe, Karakol dağlarını arşınlayıp, Suvla Koy'unun Büyük Kemikli Burnu'ndan çıktık. Yürürken şehitlerimiz hiç aklımızdan çıkmadı. Klavuzlarımız sürekli bilgilendirme yaptı. Bu organizasyonu düzenleyen Mehmet bey ile klavuzlarımız Fethi, Tahsin, İlhan, Ersümer ve Akın beyler başta olmak üzere, yan yana yürüdüğüm tüm arkadaşlarıma çook teşekkür ediyorum... Teşekkürün en büyüğünü ise kanlarını hiç düşünmeden feda ederek bu vatanı bize armağan eden aziz şehitlerimize gönderiyorum... Onları hiç unutmadık, unutmayacağız. Ruhları şad olsun...

Taa Edremit'ten gelip, şehitlerimiz için yürüdüğüm bu parkuru değerlendirme puanım;10/10

Not: Bu yazıda kullanılan, Kireçtepe Şehitliğinde ki Atatürk fotoğrafı ile son fotoğraf hariç, çekimler bana aittir.

Murat Turan-Akçay 2018