İzleyiciler

13 Şubat 2024 Salı


GÜRLEYİK ŞELALESİ (11.02.2024)

Ah! Şu Rampacılar yok mu şu Rampacılar. Bir araya gelince dağların aslanı kesilen, ferhatın gürzü gibi dağları un edip, yolu izi olmayan patikaları düz eden, sırat köprüsünden geçip cennetin kapılarını açan, kayalardan, yamaçlardan atlayan zıplayan. Hey yavrum hey! Rampacılar geliyor Rampacılar. Pek yakında sinemalarda...


Evet sevgili dostlarım; bugün öyle bir gün yaşıyoruz ki eğer bugünün bir senaryosu yazılsa ve filmi çekilse idi emin olun kapalı gişe oynardı. Tam yedi Rampacıyız bugün. Ve düşüyoruz sabahın bir vakti yollara ve geliyoruz Narlı'ya. Buradan başlayacağız yürümeye. Gürleyik için pek tercih edilmeyen atraksiyonlu ama bir o kadarda benim için özel bir yol. Bir süre orman yollarında yürüyoruz ama sonrasında dalıyoruz yabanıl hayatın tam kalbine.




Görünüşte herkes mutlu sürekli bir vadiden vadiye geçişler, bodoslama inişler ve çıkışlar, kaya geçişleri... Sık orman içinde zik zaklar çizerek ilerlerken zaman zaman dönüp bakıyorum arkamdan gelenlere, acaba sızlanan söylenen biri varmı diye. Aksine herkes pür neşe içinde. Fotoğraf çeke çeke, şarkılar mırıldana mırıldana yürüyoruz. 


Ve nihayet Gürleyik Şelalesinin gök gürültülü sesini duymaya başlıyoruz. Artık inişimiz daha da dikleşiyor adeta düz bir duvardan inercesine arda arda başlıyoruz inmeye. Ve geliyoruz son setin üzerine. 





Şelale tam karşımızda ama biz onun tam yanıbaşına inmek istiyoruz her zamanki gibi. Ama burayı bilenler bilir her yer kayadır burada. Ve öyle ıslak ve öyle kayganlar ki sabuna basıyor gibisiniz adeta. İşte aynı Shakespeare'ın Hamlet oyununda ki o meşhur sözler geliyor aklımıza; "Olmak yada olmamak."  Yani aşağı inmek mi inmemek mi. Tabiki gelmişiz buraya kadar ve yolu yok geçeceğiz bu "sırat köprüsünden." Hemen çıkarıyoruz halatları bağlıyoruz iki üç noktadan ve adeta sürünerek kaygan kayalardan karşıya geçip sabitliyoruz bir kaya çıkıntısına. Sonra ecel terleri dökerek tek tek geçiyor herkes cennet tarafına. 






Sonra değmeyin keyfimize. Ateşler yakılıyor, çifte tavada mantarlı omletinden tutunda sucuğuna, pastırmasından tutunda barbunya plakisine kadar yok yok taştan masamızda. Birde sohbet olunca çayın yanında gel keyfim gel. Zaman nasıl geçmiş anlayamıyoruz. Saatler 16:15'i gösterirken yine sırat köprüsünden geçip başlıyoruz tırmanmaya. 








Bitmek bilmeyen tepeler, kaya geçişleri. Ama işte her şeyin bir sonu olduğu gibi tırmanışta bitiyor nihayet. Artık orman içindeyiz yol iz yok ama en azından düzlükteyiz. Son kayalığı aşıpta çıkınca düzlüğe, bizimkileri görmeliydiniz, hemen halay pozisyonu almasınlar mı... 





Neyse lafı fazla uzatmayalım hani yazının başında da söylemiştim ya bugün filimlere konu olacak kadar atraksiyonlu, neşeli ve gel gitli bir gün yaşadık diye. Ve yürüyoruz öylece. Zaman öyle bir geçiyor ki Darıdere'den gelen orman yoluna çıktığımızda hava neredeyse kararmak üzereydi. Ve bizim nereden baksanız daha dört kilometre yolumuz vardı. Olsun fenerlerimiz yanımızda idi nasıl olsa. Ve son bir saati gecenin karanlığında yürüyoruz. Mutlu ve biraz yorgun olarak Narlı köyüne geldiğimizde saatler akşamın sekizini gösteriyordu. Köy kahvesinde oturup bişeyler içiyoruz ve sonrasında vedalaşıyoruz iyi temennilerle...

Eveett ! Müsaadenizle günü Ömer Hayyam ile kapatalım;

"Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;
Derede akan su, ovada esen yel gibi.
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki..."

Ve pek tabi ki bugün bana yarenlik eden ve dağlarda yardımlaşmanın, paylaşmanın en güzel örneğini gösteren yol arkadaşlarıma; Gülsüm, Çağdaş, Halime, Gökhan, İnci ve Sevda'ya çok teşekkürler diyorum...