İzleyiciler

28 Haziran 2020 Pazar

ZEYTİNLİ ÇAYI BE TAŞI BÜVETİ- AKYAR YOLU (25.06.2020)



ZEYTİNLİ ÇAYI BE TAŞI BÜVETİ- AKYAR YOLU (25.06.2020)

Ahh pandemi günleri ah!.. Bizi evlere hapsedip, eşe dosta hasret bırakan, dağı ormanı burnumuzda tüttüren körolası korona... Tam üç ay oldu evden dışarı çıkmayalı, eşin dostun yüzünü görmeyeli...



Hoş ne yalan söyleyeyim; şahsen ailece bir bağ evinde yaşamanın getirdiği günlük bahçe ve bostan işlerinden ve de hayvanlarımızla ilgilenmekten, karantina süresince pek sıkıldığımızı söyleyemem.


Aksine daha hava ağarmadan horoz sesleri ile başlayan günümüz, gündelik işlerin yoğunluğu içerisinde çabucak bitiyor ve daha köy imamı yatsı namazı ezanını okumadan, yorgun ve bitap düşmüş olarak bedenlerimizi yatağa zor atıyoruz...




Bu arada şunuda belirtmek isterimki bağ evimizde elektrik olmasına rağmen televizyon yoktur. Haberlerden bihaber yaşamanın zihinsel duruluğu ve mutluluğu içinde yaşayıp gidiyoruz. En büyük eğlencemiz ailece sohbet veya isim şehir oynamaktan ibaret... Eh haliylede dışarıda korona varmış veya yokmuş hiç bir şeyden habersiz günler su gibi akıp gidiyor. Bildiğimiz tek şey karantinanın olduğu ve buna bağlı olarakta sevdiklerimizle, dostlarımızla görüşemediğimiz ve de içimizde çığ gibi büyüyen özlemler...

NORMALLEŞMEK...
İşte bizim için hayat bu çizgide sürüp giderken, devletimiz tarafından normalleşme adımlarının atıldığını duyuyoruz. Ama ailece biz yinede biraz korkuyor, yuvamızın dışına pek adım atmak istemiyoruz. Taaki sevgili aile dostumuz Suat abinin beni arayarak; " Murat kardeşim, ben dağları çok özledim, bitsin artık bu karantina. Şöyle buz gibi bir büvete yüzmeye gidelim ha, ne dersin" deyince " Tamam abi, gidelim" deyiveriyorum hiç düşünmeden. Ve sonra ona alternatif parkurları söylüyor, "seç diyorum içlerinden birisini"... Kararlaştırıyoruz yarın için nereye gideceğimizi... Ve ben o heyecanla hemen yürüyüş çanta ve malzemelerimi hazırlayıp, şimdiden atıyorum arabanın arkasına...

NORMALLEŞEMEMEK
Hayat bu! Ne zaman ne olacağını kim bilebilir ki... Aynı günün akşam suları saatler 18;00'i gösterirken, Suat abiden bir haber geliyor. Rahatsızlandığını ambulansla hastahaneye götürüldüğünü, yarınki etkinlik için özür dilediğini bildiriyor... Ne demek abi, önce sağlık diyorum teskin edici ve moral verici bir ses tonu ile. Ve geçmiş olsun dileklerimle sakince kapatıyorum telefonu... Tabi böyle diyorum ama bi taraftanda titrek bir ses ve endişe ile Hazan hanıma, derhal Songül hanımı aramasını söylüyorum. Çünkü bir insan ambulansla hastahaneye götürülüyorsa durumu mutlaka ciddidir diyorum... Nitekim Suat abinin biraz rahatsızlandım dediği şey kalp krizinden başka bişey değilmiş... Suat abi ve sevgili eşini daha önceki yazılarımdan yakinen tanıyor olmalısınız. Suat abinin sağlam bir sporcu geçmişi vardır. Eh haliylede sağlam bir bünyeye sahiptir. Bundan mütevellit Suat abiye kalsa "ben çok iyiyim, bırakın beni" deyip hemen o akşam eve dönecek. Ama doktor tabiki bırakmıyor, sabaha kadar kontrol altında tutuluyor ve sabahta ver elini anjiyo... Sonrasında bereket, sonuç iyi çıkıyorda dinlenme ve kontrol şartıyla taburcu ediliyor

Allahın şu işine bak. Millet koronaya karşı normalleşirken, biz anormal şeyler yaşıyoruz... Neyse ki sonu güzel bitti. Canımız yanmadı, kalbimiz acımadı...

İşte o anormal şeyin üzerinden tam10 gün geçti. Ve Suat abiyi evinde ziyarete gittiğimizde, eskisinden daha dinamik ve daha heyecanlı gördük... Konu döndü dolaştı yine dağlara, ormanlara ve derelerin buz gibi büvetlerine geldi. Hala gidelim diyordu. Olurdu olmazdı derken, Songül hanımında oluru ile tamam dedik ve ertesi gün için tekrar program yaptık... İşte bugünkü doğa yürüyüşü ve buz gibi büvetlerde yüzme maceramız tam 10 gün öncesinden planlanıpta gerçekleşmesi bugüne kalan maceradır... Kıymetli okuyucularım, biliyorum uzun bir girizgah oldu. Ama bu etkinliğin öncesindeki yaşanmışlıkları anlatmadan bugünü yazmak, benim için pek anlamlı olmayacaktı... Bunun için affınıza sığınarak, haydi şimdi buyurun; binbir çeşit ağaçlar bitkiler içindeki patikalarda hep beraber yürüyüp, zümrüt yeşili buz gibi büvetlerinde hep beraber yüzelim...






25.06.2020 Perşembe...
Sabah erkenden kalkıyor önce köpeklerin zincirlerini açıyorum. Bir çift kurt köpeğim var. Sabah beni görünce nasıl heyecanlandıklarını anlatamam. Hangi birini önce açarsam sevinçten önce benim üzerime atlayıp, 3-5 saniye elimi kolumu öpüp yaladıktan sonra vın tırıs diğerinin yanına koşturuyor. Bi görmelisiniz kavuşmalarını... İkincisinide çözünce değmeyin keyiflerine. Başlıyorlar bostanın çevresinde dört nala koşturmaya. Onları öylece bırakıp bu sefer kümese geliyorum.


Tavuklar, kaz ve ördekler her biri kendi dillerinde başlıyorlar avaz avaz gıdaklamaya, vak vaklamaya. Belliki onlarda beni özlemişler. Ben ise hiç oyalanmadan önce sularını tazeliyor, sonrada yemlerini sepeliyorum... Aman sormayın gitsin. Sanki kıtlıktan çıkmış gibi nasılda buğday tanelerini bir bir yutuyorlar... Çıkıyorum kümesten çiçeklere şöyle acele tarafından bi su döküveriyorum... İşte tamda bu işleri bitirmiştim ki Suat abi bahçe kapısından giriyor... Tam zamanı diyorum içimden. Bugünün sabah faslına ait işleri bitirdiğim için mutluyum ve kafam rahat. Şimdi gönül rahatlığıyla dağlara gidebiliriz... Neyse Suat abiye hoş geldin faslından sonra kahvaltı yapıp yapmadığını soruyorum. Yapmadığını öğrenince Hazan hanım hemen güzel bir kahvaltı sofrası hazırlıyor bize. Ne yediniz içtiniz diye soracak olursanız valla ne yalan söyleyeyim kahvaltı masasının fotoğrafını çekmeyi unuttum ama çekseydimde sizleri imrendirmemek için burada paylaşmazdım heralde. Ama her şeyin organik ve kendi üretimimiz olduğunu bilin yeter...


Neyse saadede gelelim. Kahvaltı biter bitmez atlıyoruz arabaya düşüyoruz yollara...

Çok sürmüyor önce Akçay sonra Zeytinli'yi geçip, saatler 10;50'yi gösterirken Mehmetalan köyüne geliyoruz...


Arabamızı köyün çıkışındaki köprünün hemen yanıbaşına, çınar ağaçlarının gölgesine bırakıyoruz.


Hiç oyalanmadan çantalarımızı sırtımıza attığımız gibi Feronia'nın yanından vuruyoruz dağ yoluna...



Hava oldukça güneşli ve sıcak. Gökyüzü berrak ve mavi, yer yer pamuk şekerli. Biz ise aylar sonra doğa ile buluşmanın mutluluğu içinde kâh hızlı adımlarla kâh durup çevremizdeki güzellikleri seyre dalarak atıyoruz adımlarımızı. İlkbaşlarda bir süre zeytin ağaçlarının içinden yürüyoruz.




ZIKKIMIN KÖKÜ...
Daha sonraları zeytin ağaçlarının yerini kızılçamlar ve rengarenk zakkumlar alıyor. Aman tanrım, insana huzur ve sevinç veren ne güzel bir yol burası. Zakkum yolu...
Renkleri ile gözümüzü okşayıp, içimize ferahlık veren Zakkum ağacının; şimdiki durumumuza biraz ters düşecek ama aslında İslam dinine göre, cehennem'de olduğuna inanılan ölümcül, acı meyveli bir ağaç olduğunu biliyormuydunuz. Çok garip değilmi. Zakkum arapça kökenli, zehir anlamına gelen bir kelimedir. Türkçede de zıkkım kelimesi şeklinde "zıkkımın kökü" gibi tepki cümlesi olarak günlük hayatta kullanıldığınıda bilmeyeniniz yoktur sanırım. Ve hatta "Zıkkımın Kökü" Muzaffer İzgü'nün yazdığı romana isim de olmuştur ki insanı güldüren, güldürürken de içe dokunan bu romanın, mutlaka okunması gerektiğini düşünürüm...

Hadi bakalım neyse yolumuza revan olalım, konu nereden nereye geldi yine böyle. Ama kıymetli dostlarım, sizde burada bu yolda yürüseniz göreceğiniz güzelliklerden binbir çeşit renk, koku ve çiçeklerle bezenmiş bitkilerin, çalı ve ağaçların cezbediciliği karşısında inanın 10 adım bile ilerleyemezsiniz...




İşte bakın şimdide zakkumların içinden çıkar çıkmaz cennet gibi bir yola kızıl çamların tatlı yeşilliğinin içine giriyoruz. Yolun huzuru gönlümüzü okşuyor. Yüreklerimizde tebessüm, hoş bir lakırdıyla yürüyüp duruyoruz... Taaki geniş toprak yol bitene kadar.



Suat abi yolun bittiği yerde; "Ee kardeş şimdi!" diyor. Devam diyorum. Artık bir yamaç üzerinde uzanan keçi patika yollarında, tek sıra halinde yürüyeceğiz.




Yine kızılçamlar içindeyiz ve zaman zaman gök kubbeyi örtmüş çeşit çeşit fundalık ve yabani fındık ağaçlarının aralarından eğilerek ilerliyoruz...


Öyle bir yere geliyoruz ki artık patika matika kalmıyor. Bodoslama dalıyoruz oldukça dik ve çam pürçeklerinden otlardan kayganlaşmış vadi tabanına doğru. Zeytinli çayının çağıltılı sesi kulaklarımızda, yüreklerimiz pır pır, düşe kalka, kolumuzu bacağımızı sarmaşık dikenlere çalıya çırpıya çizdire kanata inmeye çalıyoruz. Çok sürmüyor eziyetli bu iniş.



Hemen göz göze geliveriyoruz zeytuni renkli zeytinli çayı ile. Çınarların ve kayaların arasından nasılda sessiz ve mağrur akıyor... Evet şaşırıyoruz bizde siz gibi bu sessizce nazlı nazlı akışa. Çünkü daha 10 dakika önce taa yukarılardan onun çağıltılı sesini duymamışmıydık... Belliki bize yol gösteren bir seslenişmiş o çağıltı... Ona kavuştuğumuz için mutluyuz.



Bir süre başında dikilip göz göze kavuşmanın mutluluğunu yaşıyoruz içimizde...





Hemen önümüzde güzel bir büvet var. Suat abi benden daha sabırsız, içi içine sığmıyor. "Buradamı yüzsek" diyor biran. Ama benim pek gönülsüz, "olabilir" deyişim onuda anında vaz geçiriyor burada yüzmekten. Çünkü asıl büvetimiz az ileride bizi bekliyor olmalı... Tekrar koyuluyoruz yola. Çay boyunca taşların kayaların, devrilmiş koca koca ağaçların üzerinden altından atlaya zıplaya bir çırpıda geliyoruz bizim büvete.



BE TAŞI BÜVETİ...
Buraya iki yıl önce yağmurlu bir günde, kalabalık bir grupla gelmiştim. O günde mutluydum ama sanırım şimdi daha çok mutluyum. Doğanın sesini ve ruhunu, yanlız başına daha iyi hissediyor insan ve onu anlayıp huzur buluyor...





Derin bir vadi içindeyiz. Çevremiz başta çınar olmak üzere çeşit çeşit ağaç ve bitkilerle sarılmış durumda. Ama tepemizde öyle bir açıklık varki işte güneş tamda bu boşluktan büvetin üzerine düşüyor... Şahsa özel, tam bir plaj keyfi. İlk iş hemen mayolarımızı giymek ve büvetin zümrüt yeşili buz gibi sularına dalmak oluyor...Doyasıya bir baştan diğer başa yüzüyor, kayaların dibine dalıp dalıp çıkıyoruz. Su soğuk olduğu kadar akvaryum gibi berrak ve içinde balıklar cirit atıyor...



ÇAY ÖNEMLİ...
Ve çıkıyoruz büvetten. Üşümüş bedenlerimiz güneşin altında hemencecik ısınıyor. Ama sıcak birşeyler içmeninde zevkine varmak istiyor hemen çalı çırpılardan bir ateş yakıp, çay suyunu koyuyoruz üzerine... Sonrasında keyifli bir sohbetle ardı ardına yudumluyoruz çaylarımızı... Böyle yerlerde içilen sıcak çayların tadına doyum olmaz...



Ha bu arada çayın rengine bakıp ta bu nasıl çaydır demeyin. Beni artık az çok tanıyorsanız siyah çay içmediğimi de bilirsiniz. Ben çay diyorsam siz kekik, ıhlamur, adaçayı veya yeşil çay anlayın. Bugün ise tercihimiz halis muhlis demleme yeşil çay'dır bilesiniz...


Her neyse, tıpkı şimdi olduğu gibi Suat abiylede sürekli laf lafı açıyor ve neredeyse tam iki saatir buradayız. Açıkcası, vakit nasıl geçiyor anlamıyoruz. Dönüş yolumuz bu kez Zeytinli çayının karşı yakasından olacak. Ve yolumuz üzerindeki bir kaç büvete daha uğramak niyetindeyiz. Hızlı bir kalkışla hemen toparlanıp, önde Suat abi arkada ben, büvetin karşı kıyısına geçiyoruz.




SON BAKIŞ...
Ve ben çok fazla uzaklaşmadan geriye dönüp son bir kez daha Be Taşı büvetine doğru bakmak istiyorum. Bakıpta bir süre öylece kalakalıyorum. Dizlerimin bağı çözülüyor. Oturuyorum kıyıda bir kayanın üzerine, bir süre öylece hiç kıpırdamadan. Sonra ileriden ve derinden gelen Suat abinin seslenişi ile alel acele ayakkabılarımı giyip başlıyorum yürümeye.


Suat abiyi su kenarında bir kayaya yaslanmış, beni beklerken buluyorum...





Hiç oyalanmadan devasa bir kayalığın yanından başlıyoruz tırmanmaya. Çok sürmüyor fundalıkların arasından geçip, çıkıyoruz kızılçamlar içine. Artık tepedeyiz. Yürüyoruz köye doğru...



Zeytinli çayı sağımızda, git gide uzaklaşıyoruz ondan. Güneş tam tepemizde. Vadi tabanının serinleten klimalı havasından sonra şimdi sıcaklık iyiden iyiye yakıyor bizi.


Neyseki Didar Ebeler Çeşmesi ile karşılaşıyoruz. Hemen çeşmeye elini uzatan Suat abi aynı hızla elini geri çekiyor. "Bu nasıl çeşme yahu" diyor, "İmamın abdest suyu gibi"... Çeşme suyunun sıcak olmasının hayal kırıklığı yüzümüzde, yeniden revan oluyoruz yola. Ve Didar Ebeler Çeşmesinin azizliğinden sonra, tabiat ananın bize sunduğu en muhteşem yollarından birinde yürümeye başlıyoruz.



Bu yol nasıl anlatılır bilmem ki. Ama ben yine de dilim döndüğünce anlatmak istiyorum. Çeşmeden hemen sonra, çok bakımlı labirent bahçeler vardır ya hani İngiliz kraliyet bahçeleri gibi, hah işte tamda öyle yemyeşil bir yola giriyoruz önce.




Sonra biranda çınarların klimalı ve loş gölgesinde buluyoruz kendimizi. Öyle mutlu oluyoruz ki bu mutluluğu bir özçekim ile taçlandırıyoruz. Artık bundan sonrası cennet yolu gibi.



ÖZ BE ÖZ YURDUMUN BİTKİLERİ...
Zeytinli çayının metrelerce üzerinde bir patikadayız artık. Çayın kıvrımlarına paralel, kendimizi olağan üstü güzel ve amazonun balta değmemiş ormanlarındaymışçasına büyük bir heyecanla ilerliyoruz. Zaman zaman patikanın kıyısında şöyle bir durup, aşağı düşme tehlikesinden kaynaklı korkuya rağmen kıvrım kıvrım süzülerek akan Zeytinli Çayını seyre dalıyoruz. Ha bu arada amazon ormanları derken yürüdüğümüz yolun ne kadar sık ağaç ve bitki örtüsüne sahip olduğunu kastediyorum.





Yoksa yolumuzu kesen yabani incir, nar, zakkum ve çınarlar yurdumun öz be öz bitki örtüsünden başka bişey değildir...

KAMPİNGLER...
Ve amazon ormanlarından çıkıp tekrar giriyoruz zeytin bahçelerinin arasına. Yol boyunca bir çok kampingin önünden geçiyoruz. Geçmiş yazılarımda da bahsetmiş olmalıyım. Zeytinli çayı kazdağlarının en güzel kampinglerine ev sahipiliği yapar.




Mesela Akaleos, Hızır ve Endes kampları buranın revaçta kamplarındandır... Her neyse bir gün sizlere Kazdağlarındaki kampingleri umarım ayrı bir yazı ile anlatma imkanı bulurum...


Şimdi dağa giden ana yoldayız. Bu bölgenin en tanınan, en derin büvetine uğrayacağız...


AKYAR...
Koca bir çınarın gölgesinde ve devasa kaya duvarların dibinde, muhteşem görüntüsü ve rengiyle Akyar... Burasının nedense tüm yaz boyunca ziyaretçisi hiç eksik olmaz. Pikniğe gelenler, yüzenler, kamp yapanlar veya bizim gibi gelip geçerken uğrayanlar...


Bunun hemen 50 metre berisinde yarıolimpik havuz boyutlarında güzel bir büvet daha vardır... Ben kesintisiz kulaç atabildiğim için burada yüzmeyi daha çok severim... Ama bugün yüzmeyeceğiz. Sadece bir kaç fotoğraf alıp ayrılacağız, Akyardan... Öylede yapıyoruz...



Düşüyoruz yeniden yollara. Artık köy çok yakın. Ve çok sürmeden geliyoruz, çınarların gölgesine bıraktığımız arabanın yanıbaşına... Toplamda 11 km.lik keyifli bir yürüyüş ve yüzme etkinliğinin tebessümü yüzlerimizde biniyoruz arabamıza...


SON SÖZ...
Özlemişiz arkadaş. Derin derin nefes alarak ormanlarında yürümeyi, izi yolu olmayan patikalarında düşe kalka ilerlemeyi, ağacını, kuşunu, çalısını börtüsünü ve en çok ta zümrüt yeşili buz gibi büvetlerinde yüzmeyi. Özlemişiz be.... Bugün doğanın bize sunduğu güzelliklerle ruhlarımızı yeniden şarz edip, gönüllerimizi coşturduk...Hayata yeniden merhaba dedik... Ve tüm bunları benimle paylaşan değerli aile dostumuz Suat abiye, çook teşekkür ettiğimi bilmenizi isterim...

Not; Benim olmadığım tüm fotoğraflar benim çekimimdir. İnsan figürü olmayan tüm manzara veya doğa fotoğraflarını alıp kullanmak serbesttir...


( http://muratinayakizleri.blogspot.com.tr/?m=1 )

Murat Turan - 2020