İzleyiciler

23 Nisan 2018 Pazartesi

MADRA DAĞLARININ, KARADERE GÜZLESİ (22.04.2018)




MADRA DAĞLARININ, KARADERE GÜZLESİ.(22.04.2018)

Bugün şafak sökmeden karanlıkta, yıldızlar altında, parkurumuzu yürümeye başlayacaktık. Bu bir ilkti, köylüler bile henüz sıcacık yataklarını terketmemişken, biz Güzle yollarında olacaktık. Bu arada, "Güzle" nedir ? diye soracak olursanız, "Güzle" deyince ben "Yayla" olarak anlıyorum. İnternette yaptığım aramalarda ise en yaygın anlamları ;1. Yörüklerin en son oturdukları, daha az serin ve köye yakın olan yayla. 2. Bağ evi. 3. Kışlık ev. (http://www.nedemek.org/ )

Her neyse 03;50'de kalkıp düştüm yollara, 04;30'da Burhaniye'de arkadaşlarla buluşup, kısa bir yolculuk sonrası, Karadere köyüne geldik. İndik aracımızdan, sırt çantalarımızı kuşanıp, tepe lambalarımızın ışıklarını yakıp, saatler 05;10'nu gösterirken, karanlığın içindeki yola doğru, alel acele başladık yürümeye.

BÜLBÜL YOLU
Çok sürmedi dayanamadık durduk, herkes sus pus. Karanlığın içinden gelen bülbül, ispinoz ve daha adını bilmediğim bir çok ötücü kuşların, senfonik seslerine kulak verdik. Yüzümüzü gökyüzüne çevirdik; büyük ayı, küçük ayı, kutup yıldızını aradık, bulduk, gözlemledik. Tekrar yürüdük karanlığın içine doğru, sağımızda çağıldayan dere sesine karışan kuşların melodik, ağıllardaki koyunların meleyen sesleri eşliğinde. Havanın mis gibi orman kokusuna karışan ağıl kokusu, insana sadeliğin ve doğallığın huzurunu veriyordu, adeta.

Saatler 05;40'ı gösterirken, şafak vakti sökmeye başlamıştı. Yalnız yürüdüğümüz yolda bir tuhaflık vardı; solumuzdaki yamaç kazılmış, sağımızdaki dere yatağına doğru ise genişletilen bir yol vardı. Ve bu yol bir yayla yoluna göre gayet genişti.
Saatler 06;35'i gösterirken, kahvaltı için sağımızda kalan derenin karşı tarafına geçmeye, karar verdik. Yol, yamaçtan kazılan kaya ve toprak yığınıyla o kadar yükseltilmiştiki, her adımda ayaklarımızın altından taş toprak kayıyor, düşmemek için olağanüstü gayret sarfediyorduk. Neyse zor bela dereyi geçip, çınarlar altındaki düzlükte, kahvaltı için ateşimizi yaktık. Çay demlendi, kahvaltı yapıldı ve saat 07; 15'de, tekrar yola koyulduk.
Yaklaşık 10 dakika sonra solumuzda bize şiddetle havlayan bir köpek sesi ve meleyen koyunlarıyla bir saya gördük. Saya sahibi bahçede çalışıyordu; hemen bize şiddetle havlayan ve bağlı olmayan köpeği sakinleştirdi. Sonra bizimle kısa bir selamlaşma.

Yürüdük ve ileride bir su geçiş menfezinin başında, bir çeşme ve sağa sola ayrılan iki yol vardı. Çeşmeden suyumuzu içtik ve soldan giden Karadere Güzle yoluna, devam ettik. Bu bölgeyi çok iyi bilen Erhan bey, sağa yukarı doğru giden yolun, Kuyucaoluk yaylası ile Yaylacık yaylalarına gittiğini söyledi.
Yol üzerinde yine Erhan beyin tanıdığı ve içinde kuzular, oğlaklar, buzağılar olan bir sayayı ziyaret ettik. Saya sahibi yoktu ama bizi çok sıcak karşılayan ailesi ile hasbihal ettik, hayvanları sevdik ve ayrıldık.
Bu arada bir iki saya'da, ağaca asılmış Türk Bayrağını görmekte, beni çok mutlu etti. Bu insanları, dağ başında öylesine yaşıyorlar sanmayın, herbirisi herşeyi çok iyi bilen ama hiçbirşeyden şikayet etmeden, sadece vatanları ile gurur duyan, çalışkan insanlar.

BU COĞRAFYAYI SEVİYORUM;
Yürüdüğümüz yolun sağı ve solu yüksek ağaçlarla dolu ama bir bölümünde, ağaç kesimi var. Bulunduğumuz noktadan, yüksek dağların arasındaki yemyeşil vadileri, havada süzülen Şahinleri görüyoruz. Manzara çok güzel, saatler 09;20'yi gösterirken, sağımızdaki vadinin derinliklerinden gelen, su sesine kulak kabartıyoruz.
Ve yine bir şelale; bu coğrafyayı seviyorum. Yaklaşık 50 metrelik oldukça dik ve kaygan bir zeminde yapılan zorlu bir inişten sonra, çok farklı ve görülesi bir şelaledeyiz. Diğer şelalelerden farkı; yüksek ama zemine direkt dökülmüyor, adeta kayaların üzerinde kayarak düşüyor. Böylelikle tam dibine kadar girebiliyor, rahatsız olmuyorsunuz. Çevresi ise üstü açık mağara gibi metrelerce yükseklikte, kaya yamaçla çevrili. Yine onlarca fotoğraf çektik ve 09;48'de tırmanarak, geldiğimiz yola çıktık.

GÜZLE'DEYİZ...
Orman yollarında, kıvrıla kıvrıla tempolu bir yürüyüşle, yaklaşık 14,5 km mesafe katederek, saat 10;25'de, Karadere Güzlesine girdik.
Hava iyice ısınmış, terlemiştik. Yaylaya girişte bizi karşılayan pınarın, buz gibi sularından içtik, içimizi soğuttuk, mataralarımızı doldurduk.
Yaylada yaza hazırlık babından; evinin badanası, temizliği, ağılının bakımı, tamiri için gelmiş bir kaç aile vardı. Yaylacılarla sohbet ettik, yaylayı dolaştık, gezdik, dalından can eriği yedik ve öğlen yemeği için yaylanın altındaki vadiye doğru, bahçelerin arasından, dar patika yollardan indik, saatler 11;15'i gösterirken Erhan beyin, "benimle yaşıt" dediği, çeşme başına. Ateşimizi yaktık, yeme içme, güneşe karşı şekerleme derken, saat 12;20'de yola revan olundu.
Dönüş yolumuz bu sefer, vadinin bu tarafındaki patikalardan olacak, taaki kuzuları, oğlakları sevdiğimiz sayaya kadar...

MUTLULUĞUMUZU HÜZNE BOĞAN, DÖNÜŞ YOLU...
Nasılda güzel bir patika, iyiki bu yoldan dönüyoruz dedirten... Koca yapraklı yeşil eğrelti otlarının arasından sıra sıra göğe yükselen ulu dev çınarlar, daracık keçi yolları ile insana özgürlük ve sevinç duygusu yaşatan patikalar. Bir süre sonra tekrak geldiğimiz yola indik. Ve yaklaşık 10 dakika sonra, doğanın tahribinin sebebi, yol çalışmasını yapan dev iş makinasını gördük. Harıl harıl, önündeki bıçaklı kepçesini, bizim sağımızda kalan yamacın böğrüne sokuyor ve ne koparırsa alıp, solumuzdaki dere yatağına doğru döküyordu. Bu arada kökleri açıkta kalan, yaralanan ağaçlar yerle bir oluyordu, derenin içindeki canlıların akibetini ise göremiyorduk bile. Doğanın ekolojik dengesiyle, ancak bu kadar oynanır. Öğrendik ki yaklaşık 20 km yukarıda, bir altın madeni var ve bu yol çalışmasınıda, bu altın madeni işletmesi finanse ediyormuş. Sabahın alaca karanlığında, işin boyutunun bu denli ciddi olduğunu, farketmemiştik. Üzülerek yolumuza devam ettik. Bu işin sorumlularını esefle kınıyorum...

AH ŞU DİZİM ! NE ZAMAN İYİLEŞECEK ?
Sıcak, iyiden iyiye bastırdı, ama sıcak umurumda değil. Benim canımı asıl sıkan şey, menisküs ameliyatı olduğum sağ dizimin, bi hayli ağrımaya başlamasıydı. Arkadan yürüdüm, kimseye belli etmeden.
Saatler 14;25'i gösterirken, betondan yapılma bir su menfezine geldik. Burak beyden, ayaklarımızı suya sokalım teklifi geldi. Burak bey, kendi teklifini fiiliyata geçirmesede, hemen Erhan bey ve ben botlarımızı çıkartıp, buz gibi akan suyun içine, baldırlarımıza kadar girdik. Ohh... Buz gibi su, ne güzel gelmişti. Hemen diz çökerek, ağrıyan sağ dizimide daldırdım buz gibi suya. 10 dakika yetmişti. Çıktık, ayaklarımızı kurulayıp, giydik botlarımızı. Burada, sabah geldiğimiz yoldan tekrar ayrıldık. Ayaklarımızı suya soktuğumuz  yerden tepeye doğru, kayalık ve dik bir patikadan, 30-40 metrelik bir tırmanışla, çıktık yukarı ve sağımızda dere, patika yoldan yürümeye devam ettik. Sağ dizimde ağrı kalmamıştı, anlaşılan soğuk su çok iyi gelmişti, sevindim.

VE BAŞLADIĞIMIZ YERDEYİZ...
Köye yaklaşmıştık, sayaların içinden geçtik ve bir süre sonra köydeyiz. Hemen ilk evlerden birinin önünde ekmek fırını, önünde bir kadın, yakmış fırını ekmek pişirecek. Ekmeklerin çıkmasına en az 2 saat olduğunu öğreniyoruz. Güler yüzlü teyzenin yanından, ayak üstü hoş sohbetle ayrıldık. Köy camisinin yanında, tekerlekli sandalyede oturan çok yaşlı bir amcayla selamlaşıp, sarı korkuluklu köprüden geçtik. Arabamız tam karşımızda işte. Şafaktan önce karanlıkta başladığımız, yaklaşık 26 km.'lik yürüyüşümüz, saat 15;15'de bitmişti işte.

Teşekkür; Rehberimiz Erhan bey başta olmak üzere bugün beraber adım attığım Varol bey, Burak bey ve Kevser hanıma çook teşekkür ediyorum.

Not; Bugünkü yürüyüş yolumuz çok kolay ama uzun, ötücü kuşların senfonik seslerine doyum olmayan tatlılıkta ama doğa tahribatı ile hüzünlü bir hal alması yönüyle, parkuru değerlendirme puanım;10/8
(Murat Turan-Akçay 2018)

1 yorum:

  1. Bu keyifli günü bizimle yaşadığınız için ben teşekkür ederim...

    YanıtlaSil