İzleyiciler

5 Haziran 2018 Salı

BAYRAMİÇ KURŞUNBATMAZ KAMPI VE DALAKSUYU DOĞA YÜRÜYÜŞÜ (02-03.06.2018)






BAYRAMİÇ KURŞUNBATMAZ KAMPI VE DALAKSUYU DOĞA YÜRÜYÜŞÜ (02-03.06.2018)


İşin içinde dağ, orman ve üstüne birde çadırlı kamp olunca heyecan günler öncesinden başlıyor. Gideceğimiz yerin güzellikleri, daha önceden bu bölgeye giden arkadaşlarımız tarafından, defalarca anlatıldı ve bizleri daha çok heveslendirip, daha çok meraklandırdılar. Ve biz bu kampa, "Turinkler" olarak, ailece katılacaktık. Buda ayrı bir sorumluluk, heyecan ve mutluluktu benim için. İşte bu duygularla, hazırlıklarımızı yapıp bekledik kamp gününü...

1. GÜN; 02 Haziran 2018...
Sabah erkenden kalkıp, son hazırlıkları gözden geçirdik. Kahvaltı yapıp, güzel bir türk kahve içimi sonrası, evden çıktık. Ayvalık, Gömeç ve Burhaniye'den gelecek arkadaşlarla, buluşma yerimiz olan, Yasa Avm otopark alanına geldiğimizde, saatler 07;30'u gösteriyordu. Arkadaşlarla kısa bir selamlaşma sonrası, Muharrem beyide bizim araca alarak, hiç beklemeden hareket ettik. Hava açık, güneşli ve sıcaktı. Yollar araç trafiği açısından, ramazan ayından kaynaklanıyor olsa gerek, son derece rahattı. Altınoluk, Küçükkuyu, Ayvacık derken Ezine'ye geldik. Ezine şehir merkezine girmeden, ışıklı kavşaktan sağa, Bayramiç'e döndük ve saatler 09;00'ı gösterirken, Bayramiç'e geldik. Bayramiç'te araçlarımızı parkettikten sonra, çarşı-pazar dolaşıp, alışveriş yaptık. Şehir merkezini kültürel anlamda pek gezemeden, Ayazma'ya doğru yola çıktık. Ayazma'ya kadar sağımız solumuz her yer kiraz, şeftali, üzüm, elma vs. meyve ağaçlarından oluşan bağ ve bahçelerle dolu. Yine Bayramiç göletininde, bölgeye daha çok bereket ve güzellik getirmiş olduğunu gözlemliyoruz. Ayazmaya yaklaştıkça, tipik Kazdağları coğrafyası karşılıyor bizi. Evciler köyünden geçiyoruz ve saatler 10;25'i gösterirken, Ayazma Tabiat Parkından giriyoruz içeri.

AYAZMA TABİAT PARKI...
Burada, şunu hatırlatmak isterimki Tabiat Parkına araçlarında, insanlarında girişleri ücrete tabi. İndik araçlardan, şöyle bir çevremize bakınıp, merdivenlerden şelaleye indik. Su bizi çağırıyordu içine, ama şimdi sırası değildi. Şimdilik, fotoğraf çekildik sadece. Ve yukarı doğru patika yoldan, ağaçların arasından, yürümeye devam ettik. Yaklaşık 150 m sonra, az önce gördüğümüz şelaleye dökülen, dereye geldik. Görseli çok güzel bir noktadaydık. Ağaçlar güneşi kesiyor, akan su tatlı bir serinlik veriyordu. Dere yatağı boyunca, bir yürüyüş parkuru olduğunu söyledi Erhan bey. Ama biz buradan değil, solumuzda bulunan taş merdivenlerden tırmanarak, 20-30 metrelik bir patika yürüyüşü sonunda, mağara gibi oyuk kayalık bir noktaya geldik. Adımlarımıza dikkat ederek, mağara girişine inip, fotoğraflar çekildik.
Daha sonra geldiğimiz patikadan, tekrar şelaleye döndük. Yolu yok, bu şelalede yüzülecek... Şortlarımızı, az önce geldiğimiz dere kenarındaki kayalık ve ağaçların sotesinde, çoktan değiştirmiştik. Hiç durmaksızın Suat ve Erhan beyle birlikte şelalenin buz gibi sularına bıraktık kendimizi...Soğuk, çok soğuk. Vücudumuza, adeta iğneler batıyor gibi... Bir dakikadan daha az sürede, çıktık sudan. Soğuktan, nefes alış verişimiz artmış, bedenimiz titremeye başlamıştı. Dışarıda bir kaça dakika, vücudun kendisine gelmesini müteakip, hoop! bir daha atlayıverdik, şelalenin buz gibi köpüklü sularına. Bu sefer daha fazla kaldık suda, ama bu yinede 5 dakikayı geçmedi, kendimizi suyun dışına attık. Su gerçekten çok soğuktu, ama biz korkunç derecede mutlu olduk...

Saat 11;45, Ayazma Tabiat Parkından ayrıldık. Tekrar, Evciler köyüne geldik. Köyden, domates vs alıp kamp yapacağımız bölge olan, Karaköy yönüne devam ettik. Külcüler köyü termal tesislerinin yanından geçip, yaklaşık 10 dakika sonra Karaköy'e geldik. Karaköy'ün içine girmeden sağa sapıp, Meyve Saklama Depolama Tesislerinin yanından geçerek, küçük bir köprüden geçtik. Yolun devamında, Bıçkıdere Alabalık tesisleri yönünde ilerleyerek, yaklaşık 9 km sonra, saatler 12;57'yi gösterirken, Kamp yapacağımız "Kurşunbatmaz" denilen bölgeye geldik.

KAMP ALANIMIZ; KURŞUNBATMAZ...
Orman teşkilatına ait, terkedilmiş bir binanın önündeki, küçük çayırlık alanda kamp ateşimizi yakıp, çadırlarımızı kurduk. Arkadaşlarım çadır yeri seçimimde, bina önündeki çayır alanı tercih ederken, ben ve Erhan bey, biraz daha yukarıda çeşmenin üstündeki, dev karaçamların altındaki düzlüğe, çadırlarımızı kurduk.
Biz Turinkler üç kişiydik, dolayısıyla; malzemelerin arabadan taşınması, çadırın kurulması, şişirilebilir mat'ların şişirilmesi, uyku tulumlarının açılması derken, diğer arkadaşlardan biraz daha geç kurabilmiştik, çadırımızı. Ancak çadırın kurulmasında, daha önceden kamp tecrübesi olan kızımın da bana yardımcı olduğunu, söylemem gerek.

Çadırların kurulumu biter bitmez, hemen çevreden kuru odunlar toplandı, ateş yakıldı, çay suyu konuldu. Hanımlar, hemen masayı evden getirilen atıştırmalıklarla donattılar. Menemen için malzemeleri hazırlayıp, pişirilmek üzere Erhan beye verdiler. Ana yemek olarak, menemen yiyecektik...
Yedik, içtik, sohbet ettik. Vakit ilerliyor. Akşam için odun toplanmalıydı. Ben, Burak ve Suat bey, kamp çevresindeki ormanlık alanda bulduğumuz odunları, kamp alanına taşıyorduk. Erhan ve Muharrem bey ise araba ile gece boyunca yanabilecek kalınlıkta, kütük bulmak üzere, ormanın yukarılarına doğru gittiler...

ORMANDA ARABANIZIN LASTİĞİ PATLARSA VE STEPNE LASTİĞİNİZ YOKSA...
Saatler 15;52'yi gösterdiğinde, Erhan bey cep telefonu ile bizden yardım isteyerek, kamp alanımızın yaklaşık yarım km uzağında, lastiğinin patladığını ve araçtada stepne olmadığını söyledi. Benim araçla hemen yukarı doğru, Erhan beyin aracının kaldığı yere gittik. Erhan bey yolda ilerlerken, bir taşa çok sert girdiğini, bu araçlarda stepne olmadığını, bunun yerine, "patlak delik kapatıcı köpük" kullandığını, ama lastikteki deliğin çok büyük olması nedeniyle, sonuç alınamadığını söyledi. Bu arada patlak lastiği çoktan sökmüş, benim araca koymuştuk bile. Sabah geldiğimiz orman yolundan, Karaköy'e geldik. Ama maalesef burada, lastik tamircisi olmadığını öğrendik. Bizi 25 km uzaktaki Evciler köyüne, yönlendirdiler. Evciler'de de lastikçi bulup bulamayacağımızı, bilemiyorduk. Durmadık, gittik. Saatler 17;10'u gösterirken, Evciler köyüne girdik ve birazdan solda benzin istasyonu ve tam karşısında da lastik tamircisi. Hemde, açık ve çalışıyor. Yuppii... Sevindik.
Lastikçimiz, bir doktor edasıyla lastiğimizi evirdi, çevirdi, bir iki işlemden geçirip, iki yerde birden, derince yarığın olduğu acı haberini verdi bize. Ama merak etmememizi, lastiğin tamirini yapabileceğini söyledi. Tamir etti de, tabi karşılığında, dağ başında biçare eline düşürdüğü bizleri, kaz gibi yolarak... Yinede, işimiz olumlu sonuçlandığı için neşeyle, biran önce kamp alanına dönmek üzere, yola çıktık.
Saatler 18;30'u gösterirken lastiği takıp, aracı kamp alanına indirdik.
Önceleri biraz endişelendik, birazda yorulduk ama şimdi kampın tadını çıkarma zamanı...

GECE BAŞLIYOR...
Saat19;30. Neredeyse akşam oldu. Yorulduk ve acıktık. Hemen kamp ateşinin bir kenarına, tel ızgara yerleştirildi, köfteler atıldı üzerine. Mis gibi et kokusu sardı etrafı. Hanımlar yine boş durmamış, salata ve diğer garnitürler ile masanın üzerini bir güzel donatmışlardı. Erhan bey ızgaranın başında, köfteleri pişiriyordu. Pişen köfteler ise hiç beklemeden adrese teslim, gidiyordu sırayla herkesin midesine. Mangal başı sohbette koyulaşmıştı bu arada, bazı arkadaşlarımız bir iki kadeh içkiyle, keyiflerini ikiye katlıyorlardı...
Vakit ilerledi, güneş battı, ateşi harlandırdık, sokulduk biraz daha ateşe, dudaklarımızda şarkılar, türküler...

Gecenin ilk uyuyanı İlayda oldu. Gündüzde birkaç saat şekerleme yapan kızım, geceyide erken kapatmıştı. Saat 10;30'da uyumak üzere, çadıra gitti. Biz diğer kamp sakinleri, çaylarımızı içip sohbete, türküye devam ettik. Saat 11;30 civarı, uykusu gelen arkadaşlarımızdan bir kısmı, ateşin yanıbaşında, sandalye üzerinde kestirirken, bir kısmı ise direkt çadırına gitti. Ve 12;00'da ise eşimle birlikte bizde, çadırımıza çekildik. Girdik uyku tulumlarımızın içine. Ama dışarıdan gelen hışırtı ve su sesine, birilerinin horlama sesleri de karışınca, hemen uyuyamamıştım. Sonrası deliksiz bir uyku...

ORMANDA UYANMAK...
Dışarıda hava sıcaklığı 17-18 derece civarı. Çadırım yazlık tip ve gece boyunca +10 derecelik uyku tulumu ile hiç üşümedim. Günün yorgunluğu ile gece boyuncada, hiç uyanmadım. Sabaha karşı saat 04;45'de, çadırın dışından gelen çıtırtı seslerine uyanıp, ihtiyaç için dışarı çıktıktan sonra, bir daha uyumadım. Ateş yaktığımız yere gelip, ateşi harlandırdım, sabaha hazır olsun diye, çay suyu koydum. Oturdum ateşin başına; dev karaçamlar arasından günün doğuşunu seyrettim, kuşların sabah cıvıltılarını, hemen yanıbaşımızdaki çeşmenin şırıltısını dinledim...

2.GÜN; 03.06.2018...
Saatler 05;50'yi gösterirken, ilk uyanıp çadırından çıkan, İlayda oldu. Arkasından, Turink ailesinin diğer ferdi Hazan hanım ve sonrasında, Suat ve Erhan beyler uyanıp geldiler. Birdenbire sabahın serinliği çökmüştü. Suat bey biraz daha odun getirdi, ateşi iyice harlandırıp biraz daha sokulduk yanına. Hazır olan sıcak su ile nescafe ve bitki çayı içildi...
Ve herkes uyandı. Bazı arkadaşlarımız kahvaltı öncesi çadırlarını topladı, bazı arkadaşlarımız ise kahvaltı masasını hazırladılar.
Saat 08;00. Tüm kamp sakinleri, kahvaltı için bir arada. Kahvaltının ana yiyeceği; tavada sucuklu ve kaşarlı yumurta... Yedik, içtik, toplandık. Ve günün merak ve heyecanla beklenen, doğa yürüyüşü için hazırız.

ROTAMIZ, KAZDAĞLARI DALAKSUYU...
09;00'da, başladık Dalaksuyu'na doğru yürümeye.
Orman yolundan, gökyüzüne uzanan karaçamlar, göknar ve kayınlar arasından, dans eden kelebekler, ötüşen kuşlar ve daha birçok büyüleyici görselliğe sahip parkurda, sürekli ama yormayan tatlı bir tırmanış sonrası, saatler 11;50'yi gösterirken, Kazdağlarının kalbi diye nitelendirilen Dalaksuyu'na geliyoruz.
Hemen arkamızdan, yaklaşık 10 kişilik bir dağ motokros grubu geldi. Bir süre sohbet ettik. Herbirisi, Çanakkale ve çevre ilçelerden bir araya gelmiş, hafta sonu gezginleriydi. Kısa bir süre sonra, ayrıldılar. Biz biraz daha kaldık. Acıkanlar atıştırmalıklarını yedi, sohbet ettik ve hatta Dalaksuyu'na elimizi sokarak, "kim en fazla dayanacak yarışması" yaptık. Dalaksuyu, yeraltından çıkan rezerv bir su kaynağı. Koca bir çınar ağacının hemen önünde, yaklaşık 90×90 cm ebadında, etrafı taşlarla çevrilen, kare bir havuzda toplanıyor çıkan su. Bu kare havuzun kenarında zıplarsanız eğer, havuzun dibinden hava kabarcıklarının çıkışına şahit oluyorsunuz. Bizde dururmuyuz hiç. Zıpladık, zıpladıkça kabarcıklar çıktı ve güldük, neşelendik, eğlendik. Ruhumuzun bir kenarında, halâ çocuksuluğun kalmış olması ne güzel. Bu arada, elimizi su'ya soktuğumuz "kim en fazla dayanacak yarışması'nın" şampiyonlarının, yedi dakika ile İlayda ve Suat bey olduğunu belirtmeliyim. Yarışmanın hakemi Özgün hanımın, süre sınırlandırması olmasaydı eğer, yarışmacılar ellerini belki daha çok suda tutabilirlerdi. Ama sonrasında, üzücü bir sağlık sorunu yaşanması olasılığına karşı, hakemin yerinde müdahalesi ile tadında bir yarışma olmuştu...

Saat 13;00. Dalaksuyu'ndan ayrılma zamanı. Gelirken sürekli rampa tırmanmıştık, şimdide iniyoruz. Sohbetler koyu, zaman zaman sıcak bunaltsada, sonuçta ağaçlar içinde yürüyorduk. Ve yolumuzun, mesafe olarak tam ortasında bulunan, buz gibi suyu ile çeşmede bonusu. Daha ne olsun...
Saatler 15;10'u gösterirken, Kamp alanına varıyoruz. Toplam, 19,5 km yol yürümüşüz. Bu kadar yolu, hiç sızlanmadan ve ilk kez yürüyen Hazan hanımı ve babası olarak genç İlayda'yı, yürekten kutluyorum.

KAMP YERİNDE, SON DAKİKALAR...
Güneş tepemizde, kendini iyiden iyiye hissettiren, sıcak altında onca yol yürümek, bizi biraz yormuş, birazda acıktırmıştı. Hemen kesildi buz gibi suyun altındaki karpuz, çıkarıldı peynir, zeytin, domates vede ekmekler. İştahla yedik, ayak üstü yiyeceklerimizi ve uzandık herbirimiz çimenlere... Şekerleme yapan, gökyüzünü seyre dalan vede yorulmayıp tekrar çevreyi gezinenler...

GİDİYORUZ...
Saatle 16;00'yı gösterirken, bindik araçlarımıza, düştük orman yoluna. Erhan bey, "siz önden gidin, biz sizi takip edelim" dedi. İyiki de demiş. Çünkü daha bir kaç km sonra, hemen önümüzden, podyumda gösteri yapar gibi bir ceylan sekerek geçti. O kadar yakındık ki ceylana. Çok heyecanlandık ve çok mutlu olduk, bu dağların ev sahibelerinden biriyle karşılaştığımız için...

TOZLU YOLLARI, AŞTA GEL..
Kısmen bozuk asfalt köy yollarında, kısmen taşlı, çakıllı, delik deşik, tozlu dağ yollarında, saatlerce yol aldık. Bir çok köyden geçtik, tepeleri aştık, Oğlanalan ve Aşağıçavuş köyleri üzerinden, saatler 18;00'ı gösterirken, Kalkım'a geldik. Bunca zahmet, Kalkım'ın mis kokulu çileklerinden, yemek içindi. Daldık hemen İlyas abinin tarlasına. Ellerimizle koparıp, ağız dolusu çilek yedik. Evimiz için kasa kasa, mis kokulu, tatlımı tatlı, çileklerden aldık ve vurduk kendimizi Hanlar yoluna.

AÇILIN YOLLAR, BİZ GELİYORUZ...
Dağ ve orman yollarında, altını üstünü sürte sürte, hep 1. ve 2. vitesle gitmek zorunda kalan, içi dışı toza bulanan benim zavallı arabam, asfalt yola çıkınca, nasılda şahlandı. Yollar virajlı, tehlikeli ve ben arabayı zor dizginliyorum. Açılın yollar biz geliyoruz...

Ve geldik, Kazdağlarının buz gibi akan sularından, su galonlarımızı doldurmaya. Çamcı köyüne uğramadan, geçmek olmaz. Köyün yol kenarındaki yerel üreticilerden, el yapımı ürünlerinden alındı. Ve burada, arkadaşlarımızla vedalaştık ve ayrıldık...

AKACAK KAN, DAMARDA DURMAZ...
Saat 19;00. Yorgunuz, arabayı detaylı temizletecek zamanımız yok. En azından, camlardaki katman katman tozlara, bir köpüklü su tutturmak üzere, Edermit'te benzinliğe giriyorum. Araba yıkayıcısı yok. İş başa düştü, nede olsa daha önce defalarca kendim yapmıştım bu işi. Aldım basınçlı su tabancasını elime, bastım düğmeye çalıştırdım. Arabanın dörtbir tarafına su püskürtüp duruyorum, sıra jant ve çamurluklara geldi, bir ara tabancayı sağ elimden sol elime geçirdim ve sağ elimle taşlaşmış çamurları ovalıyordum ki "yandım anam". Basınçlı su tabancası, 5 cm.den direkt koluma gelmişti. Kolumdan kan fışkırıyor, basınçlı su küçücük bir et parçasını koparıp atmıştı. Kısa bir tereddüt sonrası, önce eve gidip eşimi ve kızımı eve bırakmaya, arkasından duruma göre hastahaneye gitmeye, karar verdim. Öylede yaptım, büyük bir acı ile bindim arabaya, eve gittim. Eşyaları boşaltıp, sonrasında duş aldım. Kanama devam ediyordu. Tekrar arabaya binip, Körfez hastanesine gittim. Yaranın temizliği, antibiyotik uygulaması ve bandaja alma sonrası evine geldim...Akacak kan damarda durmazmış, benimkide öyle oldu. Ormanda, koca iki gün geçirdik bir çizik yok, şehirde daha ilk dakikalarda kanımızı akıttık...

SON SÖZ;
Bu senenin ikinci kampını, bu sefer Kazdağlarının kuzey ormanlarında yaptık. Turinkler olarak ailece ilk kampımız oldu. Bahsini çok duyup, görmeyi çok istediğim Dalaksuyu'na kilometrelerce yürüyüp, Kazdağlarının kalbine girdik, soğuk sularından içtik, elimizi içine daldırıp "en çok kim tutacak yarışı" yaptık. Dostlarla ekmeğimizi, aşımızı bölüştük. Ateşimizi yakıp, başında gönül titreten şarkılar, türküler mırıldandık. Ayazma'nın buz gibi şelalesinde yüzdük, Bayramiç pazarında gezindik, Kalkım'da tarladan çilek, Hanlar'da Kazdağları'nın sularından aldık. İşte bunları beraber yaşadığım, eşim Hazan ve kızım İlayda başta olmak üzere, rehberimiz Erhan beye, KDSG'nun değerli üyeleri ve dostlarımız Suat bey ve eşi Songül hanıma, Burak ve Muharrem beye ve keşif arkadaşım Özgün hanıma sonsuz teşekkürler...

Dolu dolu geçen bu iki günlük kamp ve Dalaksuyu doğa yürüyüş parkurunu değerlendirme puanım;10/10

(Murat Turan-Akçay 2018)

5 yorum:

  1. Değerli bir yazı ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Tam bir rota kıvamında olmuş harika Hakan ÖZORPAK

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hakan Özorpak bey, beğeni ve güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim...

      Sil