KOZAK ÇAMAVLU YAYLASI; KEŞİF (31.05.2018)
![](file:///storage/emulated/0/Android/data/com.samsung.android.app.notes/files/share/0/clipdata_180601_224408_027/2.jpg)
![](file:///storage/emulated/0/Android/data/com.samsung.android.app.notes/files/share/0/clipdata_180601_224408_027/3.jpg)
Bu hafta, İzmir il sınırları içinde, Kozak yaylalarından Çamavlu yaylasını arşınlayacağız. Sabah erkenden kalkıp, kahvaltımı evde yaptıktan sonra, Ayvalık'a doğru yola çıktım. Saat 07;10 gibi Suat beyi Gömeç'te yol üzerinden alıp, Kozak sapağına devam ettim. Arabamı burada tesislerin önüne parkedip, Ayvalık'tan gelen arkadaşların aracına geçtik. Ve biz dört kişi, saatler 07;20''yi gösterirken, Kozak bölgesine doğru sohbet ederek devam ettik. Yine yol boyunca Demircidere köyü, Karaayıt köyü gibi bir çok köyden geçtik ve Coğrafya Öğretmenimiz ise bize bu bölge ve köylerle ilgili güzel bilgiler sundu.
Saat 08;00'de, Kozak Zirve Cafe'ye geldik ve burada arkadaşlarım kahvaltı yaptı. Burası, yazın çok güzel olacağını düşündüğüm, mangal, piknik yapılabilecek güzellikte, çamlar altında, Bergama yolu üzerinde şirin bir yer. Bugün tüm körfezde olduğu gibi maalesef bu bölgede, rahatsız edecek derecede, rüzgarlı. Saat 08;43. Kalktık, bindik araçlarımıza ve geldiğimiz yolda geri gitmeye başladık. Ve 5 dakika sonra sağa dönüp Yukarıbey köyüne geldik. Köydeki kahvehanelerden birinin bahçesinde, biri kekik çaylarımızı içip, 09;13'te ayrıldık. Saatler 09;34'ü gösterdiğinde ise Çamavlu köyündeydik.
HEYKELTRAŞ ÇOBAN...
Bu köyde çobanlık yapan yaşlı bir amcanın, taşlara şekil vererek oluşturduğu karakterleri, hayranlıkla inceledik, fotoğraflar çektik. Yaptığı eserlerin bir kısmını evinin dış cephe duvarlarında, bir kısmını ise evinin hemen önünde sergileyen, hiçbir eğitimi olmayan bu yaşlı çobana hayranlık duymamak elde değildi.
GÜLEÇ, MİSAFİRPERVER, NADİR ABİ'NİN YAYLA EVİ...
Çıktık Çamavlu köyünden gidiyoruz ve yaklaşık yarım km sonra sağdan girdik bir yola. Yol yaylaya giden yoldu. 10 dakika sürmedi geldik, yaylada bugünkü keşifte bize rehberlik edecek olan, Erhan beyin tanıdığı Nadir abinin, yayla evine.
İndik arabadan, hemen 20 metre üstümüzde, hakim bir noktada bulunan eve, gürül gürül akan çeşmenin yanından geçip, bahçesinden girdik içeri. İlk dikkatimizi çeken; çimlendirilmiş, çok bakımlı minik bir bahçe ve altında koltuklar bulunan, bir sundurma. Evin dışarıdan görünümü, sıcak ve sevimliydi. Güler yüz ve dostane sıcakkanlılıklarıyla, karı koca buyur ettiler bizi, oturduk sundurma altındaki koltuklara. Başladı gittikçe koyulaşan, sıcak hoş sohbet. Ama rüzgar, tadımızı kaçırıyordu. Nadir abinin eşi, içeride sobanın yandığını söyleyip içeri geçmemizi teklif edince, hiç ikiletmeden ben ve Özgün hanım daldık içeri, neredeyse sobayı kucaklayacağız. Sohbete içeride devam ettik, Nadir abi; yayla evini nasıl yaptığını, okuduğu sayısız kitapları, evin elektriğinin güneş paneli ile nasıl elde ettiğini, hayvanlarını, yaylaları ve güncel olayları dinleten bir akıcılık ve bilgelikle anlatırken, yüzü güleç kıymetli eşide bizlere, yeni demlediği çaydan ikram ediyordu...
KEŞİF ZAMANI...
Sohbet güzeldi ama biz bugün buraya Çamavlu yaylası ve çevresinin altını üstüne getirmeye, yeni rotalar keşfetmeye geldik. Çıktık evden, bindik arabaya, belli bir yere kadar gidip, oradan başlayacaktık yürümeye. Birkaç km araçla yaylanın yukarılarına doğru ilerledik ve geniş bir çayırlıkta aracımızı parkedip, saatler 11:20'yi gösterirken, başladık yürümeye.
Daha yeni başlamıştıkki küçük bir "Yılkı At" sürüsü ile karşılaştık. Sürünün lideri bizi sürekli kontrol ederek, sürüsünü peyder pey yaylanın yukarılarına doğru götürdü. Bi hayli fotoğraf çekme imkanı bulduk.
Önce birkaç km tırmandık, tepede bir yerde madencilerin şantiyesini teğet geçip, çok düzgün toprak bir yolda yürümeye devam ettik. Bu arada bulunduğumuz arazide, hemen hemen hiç ağaç yoktu. Bitki örtüsü makilik ve bolca eğrelti otları ile kaplı uçsuz bucaksız alanlardan ibaretti. Yürürken karşımızda, görüş alanımızda hep Maya Dağı vardı. Ben bu dağa hiç gitmedim. Erhan bey bir sonraki gelişimizde, şu andaki keşif rotamızla Maya Tepe'nin birleştirilebileceğini söylüyordu. İyide olurdu açıkçası.
Nadir abi biranda toprak yoldan sola, eğrelti otlarının içine dalıverdi. Çok değil en fazla 150-200 metre sonra, saatler 12;30'u gösterirken, Taşoluk'a geldiğimizi söyledi Nadir abi.
TAŞOLUK...
Nihayet, adını duyduğumuz günden, beri görmek için can attığımız yerdeyiz. Devasa bir kaya ve altından çıkan su. Bu su, insan eliyle kayalardan oyularak oluşturulmuş, bir taş oluktan akıyordu. Su buz gibiydi, içimi yumuşak ve lezzetliydi. Yaklaşık kırk dakika Taşoluk'ta oturduk, bir şeyler atıştırıp, sohbet etttikten sonra saat13;10'da, Taşoluk'tan ayrıldık.
EĞRELTİ OT ÇAYIRI...
Sık ve diz boyuna gelen, yeşil yapraklı eğrelti otlarının içinde yürüyoruz. Nereye, hangi mahlukatın üzerine bastığımızı göremeden, karambole yürüyoruz. Yola iniyoruz ve tekrar hop yolun karşısındaki, eğrelti otlarının içine dalıyoruz. Neyse çıkıyoruz bir açıklığa, bu sefer taşlar kayalar, başlıyor. Adeta taşların üzerinde sek sek oynuyoruz, bazen gördüğümüz büyük kaya kütlelerinin üzerine çıkıp, hiç durmadan delice esen rüzgara karşı, göğsümüzü ve kollarımızı açıp, fotoğraflar çekiliyoruz.
Şimdi "Taşlıkıran Tepe'nin" kayalık yamaçlarında, sağa doğru verevine ilerliyoruz. "Tavuk Tüneği" denilen yerde durup, ayaklarımızın altındaki yaylaları, ovaları seyre dalıyoruz. Fotoğraflar çekip, sohbet ediyoruz. Tekrar patikadayız, Taşlıkıran'dan iniyoruz, yemyeşil düz alanlarıyla büyükçe bir yaylaya. İçinde akan bir su ve çayırda otlayan bir başka Yılkı At sürüsü. Bizi hissedince hareketleniyorlar, bir süre onları izleyip, fotoğraflarını çekiyoruz. Yürüyoruz yeşil çayırın içinde, tekrar yükseliyoruz biraz ve taşlık, kayalık bir patikadan, başlıyor iniş. Şimdi "Sıyırmalı Tepe'deyiz." Patika çok dikkat isteyen, taştan taşa atlamalı-zıplamalı bir yol, ama kesinlikle çok zevkli. İniyoruz taşlı, kayalı yoldan; sağımız solumuz çalılık, maki ve yabani erik ağaçları ile dolu. Sağda akan leziz, bir kaynak su daha. Kısmen ağaçlar ve çayırlık alandayız. Dönüp arkaya, başımızı yukarı kaldırdığımızda, ne de çabuk inmişiz veya ne kadarda dikmiş "Sıyırmalı Tepe" diye içimizden geçirdik.
TEPELERİ TANIYALIM...
Daha araçtan inip yürümeye başlamadan önce, Nadir abi sola dönüp, başını yukarı kaldırarak, yan yana sıralanan tepeleri tanıtmıştı bize. Birinci sıradaki tepe Kuzguncuk Tepe'siydi, ikincisi Sıyırmalı Tepe, üçüncüsü Sivri Tepe ve dördüncüsü ise Taşlıkıran Tepesi idi. Biz, Kuzguncuk Tepesinin solundan doğru yayla yolundan yürüyüp, tepelerin arkasından dolaşıp, Sıyırmalı Tepenin yamacından aşağı inmiştik.
Aracımızın yanına vardığımızda, saatler 15;00'ı gösteriyordu. Erhan bey Gps cihazına bakarak, katedilen mesafenin, yaklaşık 9 km olduğunu söyledi. Bitmeyen bir rüzgar eşliğinde bindik araçlarımıza, iniyoruz aşağı.
DAĞ ALA YILANI...
Yayla evine yaklaşmıştıkki, toprak yolda boylu boyunca uzanan, büyükçe bir yılan gördük. Ben yılanı; rengi, baş yapısının inceliği ve gövdesindeki desenlerden engerek yılanına benzetsemde, Nadir abi bu bölgede bu yılanın, "Dağ Ala Yılanı" olarak bilindiğini ve çok zehirli olduğunu söyledi. Erhan bey fotoğrafını çekmek üzere arabadan indiğinde, yılan çoktan yolun kenarından otların ve kayaların arasında, kaybolmuştu.
BİR DALDA İKİ KİRAZ...
Bir kaç dakika sonra, geldik yayla evine. Ama hemen eve gitmedik. Daha tepelere çıkarken gözümüze kestirdiğimiz, yol kenarındaki kiraz ağacının, başına çöreklenmiştik. Nadir abi bir kedi çevikliği ile hemen ağaca tırmanıp, kiraz dolu dal parçalarını, bize göndermeye başladı. Tabiki bizde geldiği gibi mideye...
Saatler 15;30'u gösteriyor, yaylada Nadir abinin evindeyiz. Rüzgar bir anda kesildi, hava güneşli ve biz evin önünde açık havada, koltuklara gömülmüş durumdayız. Nadir abinin güleç yüzlü eşi, hemen masayı kendi elleriyle yaptığı peynir, ekmek'le donattı, yanına birde bol zeytinyağlı- sirkeli fasulye piyazı... Yedik, içtik çokta güzel sohbet ettik, ama artık, gitme vakti. Nadir abi ve güleç yüzlü eşi, bizi nasıl kırk yıllık dostmuşuz gibi karşıladıysalar, aynı şekilde de uğurladılar.
Saat 16;48'de, ayrıldık yayladan.
DÖNÜŞ...
Dönüşte; Yukarıbey köyüne uğradık. Benim yeni tanıştığım, ama keşif arkadaşlarımın yakın dostları olan, Veteriner Hekim Azizi'nin bir çayını içtik. Aşağıcuma köyünden girip Atatürk anıtını ziyaret ettik, fotoğraflar çekildik. Bağyüzü köyünde, Erhan beyin dostları olan bir saya'ya uğrayıp, organik yumurtalarımızı aldık ve sabah buluştuğumuz Kozak sapağında, Erhan bey ve Özgün hanımla vedalaşarak ayrıldık. Dönüşte Suat beyi de Gömeç'te bırakıp, radyonun biraz daha sesini açtım. Efsane Müzeyyen Senar'dı radyodaki. Bende şarkıyı mırıldanmaya başladım, yüreğimde neşe ve mutlulukla, evimin yolunu tutturarak...
"Fincanı taştan oyarlar balam oyarlar,
İçine bade koyarlar.
Sen bize gelme duyarlar balam duyarlar.
Sen kimin canısın canı,
Sen yine doldur Fincanı.
Fincanı rafa dizerler balam dizerler,
İçine bade süzerler.
Sen bize gelme sezerler balam sezerler.
Sen kimin canısın canı,
Sen yine doldur Fincanı.
Fincanın dibi düz olur balam düz olur,
Sen bize gelme söz olur.
Bir kadeh bade az olur balam az olur.
Sen kimin canısın canı,
Sen yine doldur Fincanı."
SON SÖZ;
Bugün farklı bir coğrafyayı, burada yaşayan dost canlısı rehberimiz Çamavlu sakini Nadir abi eşliğinde yürüdük, keşfini yaptık. Dostluğu, misafirperverliği gördük, rüzgarlı, yemyeşil çayırlarıyla Yılkı Atl'arına evsahipliği yapan yaylalarını, yılanları ile yabani hayatın tam ortasında olduğumuzu öğrendik. Bugün bize hem gönül hemde hane kapılarını açarak ağırlayan, Nadir abi ve güleç yüzlü eşi başta olmak üzere, Erhan bey, Suat bey ve Özgün hanıma sonsuz teşekkürler...
Farklı bir coğrafyada; yaylalar, tepeler, masmavi gökyüzü, engin çayırlar, yılkı at'larıyla yabanıl hayat, kayalıklar, patikalar, buz gibi taşoluk'lu bu parkuru değerlendirme puanım;10/9
(Murat Turan-Akçay 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder