İzleyiciler

26 Haziran 2018 Salı

ARITAŞI KÖYÜ-MANASTIR VADİSİ (17.06.2018)



ARITAŞI KÖYÜ-MANASTIR VADİSİ (17.06.2018)

Bugün hem Ramazan bayramının üçüncü günü, hemde Babalar günü. Biz iki ayrı önemi olan böyle bir günde, Kazdağlarına atacağız kendimizi. Şahsen ben bugünü kendime bayram ve babalar günü hediyesi olarak verdim...

Ayvalıktan gelen Erhan ve Sait bey beni saat 07:58'de Yasa Avm önünden aldılar ve durmadan Altınoluk tarafına doğru, devam ettik. Dediğim gibi bugün farklı iki öneme sahip bir gün olması nedeniyle, katılım azdı. KDS Grup arkadaşlarımızın bir kısmı şehir dışındaydı, bir kısmının ise misafiri vardı. Ve biz bugün toplamda, üç kişiydik...

OKSİJENİ BİLMEM AMA YAŞAMAK İÇİN ÇAY ŞARTTIR...
Çok kısa bir süre sonra Altınoluk'a gelmeden Avcılar, Arıtaşı köyü yönüne dönüyoruz. Avcılar köyünün içinden geçerken, solumuzdaki kahvehanenin duvarındaki yazı, dikkatimizi çekiyor. " Oksijeni bilmem ama yaşamak için çay şarttır." Allah'ım, bizim insanımızın filozofik espiri anlayışına hayranım. Gülüyoruz, hiç durmadan devam ediyoruz. Ve saatler 08;20'yi gösterirken, Arıtaşı köyündeyiz.


BEKLE BİZİ DAĞLAR...
Aracımızı müsait bir yere park edip, başladık Kazdağlarının içine doğru yürümeye.
Erhan beyin planlamasına göre, Fındıklı çayı boyunca, Manastır Vadisi içlerine kadar yürüyüp, döneceğiz. Daha yürüyüşümüzün ilk dakikalarından itibaren, sürekli yağan yağmur, bizi hiç yanlız bırakmadı. Yürüdüğümüz yol, bildiğimiz az kullanılan, orman toprak yollardan birisiydi. Sürekli bir tatlı tırmanış içindeydik. Bir süre sonra, karşımızda ve sağımızda yükselen sisler içinde, çizik çizik görünen yağmur damlaları arasından devasa büyüklükte, dik, yekpare kaya duvarların yükseldiğini gördük. Her tarafımızdan, cins cins orman ağaçları yükseliyordu.


EYVAH! DERE YATAKLARI KURUMUŞ...
Yürüyüşümüzün ilk kilometrelerinde, kimi zaman sağımızda, kimi zaman solumuzda kalan, fındıklı çay yatağının kurumuş olduğunu görüp, önce hüzünlendik. Çünkü, buz gibi büvetlerde yüzmek için mayolarımızı yanımıza almıştık. Ama ilerledikçe, dere yatağında cılızda olsa, bir suyun aktığını gördük. Acaba dedik. Yok hayır, biraz daha ilerleyince, su yine kaybolmuştu. Ama olsun, parkur olabildiğince bakir ve görseli yüksekti.


Erhan bey önde yürüyordu, birden durdu ve fotoğraf makinasını çıkardı. Dikkatle, bir şeyi fotoğraflamaya çalışıyordu. Yanına geldik sessizce ve birde baktık ki, sararmış yaprak ve taşlar arasında, yavru bir yılan... Zehirli bir cinse benziyordu, çok sürmedi yılanın şaşkınlığı, bir kaç poz verdikten sonra, akıp gitti taşların arasından....



Dere yatağında, su bir ortaya çıkıyor bir kayboluyordu. Ama ilginçtir, çok cılız akan sulardan oluşan, öyle büvetler gördükki; buradamı girsek, şuradamı girsek demeye başladık. Ve bir tanesini, dönüşte yüzmek üzere gözümüze kestirip, yolumuza devam ettik.



Yaklaşık 9 km yürümüştük. Önümüzde yol bitmişti ve dere yatağı üstünün kırılmış, çökmüş beton bir yol ile kapatıldığını gördük. Biraz endişe ederek, iki tarafı yüksek kayalıklarla kaplı, dehlizvari dere yatağına girdik. Biraz daha ilerleyince, burasının muhtemelen geçmişte, madenciler tarafından dere yatağının üstüne yapılmış olan, yol olduğunu gördük. Karşımıza, vahşi bir hayvan çıksa veya ani bir sel baskını olsa, kurtulma şansımızın sıfır olduğunu söylemek, abartı olmazdı sanırım...

Döndük, geldiğimiz yoldan geriye. Yağmur çok şiddetlenmişti. Bir süre, şemsiye gibi kollarını açmış, çınar ağaçlarının altına sığındık. Yağmur şiddetini azaltınca, tekrar yürümeye başladık. Yüzmek için gözümüze kestirdiğimiz büvet'e, yaklaşıyorduk. Önce yağmur hafifledi, sonra güneş yüzünü gösterdi...



YAĞMURDAN BİZE, ATEŞ YAKMA VE YÜZME MÜSAADESİ...
Saat 12;30. Büvet'in yanına geldiğimizde, yağmur tamamen durmuş, güneş ısıtmaya başlamıştı. Hemen bir küçük ateş yakıldı, çay demlendi. Giydik mayolarımızı, daldık büvetin buz gibi sularına... Su gerçekten çok soğuktu ama, Ayazma şelalesinden sonra, burayada soğuktu diyesim yok açıkçası...
Yinede üşüdük, sokulduk ateşin yanına. Bir yandan sohbet, bir yandan birşeyler atıştırma derken, saat 13;25'de kalktık. Gök gürlüyor. Yağmur geliyor yine.


Ve gök gürültülü, müthiş bir sağanak ... Hemen cep telefonlarını kapattık, yıldırım tehlikesine karşı. Üzerimizde yağmurluklar vardı ama, pantolonun diz altı, botlar ve çoraplar sırılsıklam olmuştu. Hava sıcaktı, rüzgar yoktu ve üşümüyorduk. Doğrusunu söylemek gerekirse, benim için çok keyifli bir yürüyüş oluyordu...



Saat 15;00. Geldik Arıtaşı köyünün, kazdağlarına açılan kapısı; bağlık bahçelik girişine. Yağmur hafiflemişti. Bahçenin birinin yanından geçerken, üzeri meyve ile dolu, dalları yola taşmış mürdüm eriği ağacından, aldık göz hakkı bire tane meyve. 50-100 m sonra, sağımızda dalları dut dolu ağacı görünce, gözümüz döndü birden. Yahu bir meyve, bu kadar mı lezzetli olur. Çarşıdan aldıklarımız, bu kadar tatlı ve leziz değiller. Aklımızda Özgün hanım ve Suat bey olmak üzere, yine karnımız ağrıyıncaya kadar yedik. Ben taman artık deyip, kolumu dallardan aşağı indirip, biraz ileriye bakınca, ne göreyim. Bugün bizimle ilk kez yürüyüşe gelen Sait bey, çökmüş bir malta eriği ağacının tepesine. Eh ! bizde baktık tabiki, malta eriğinin tadına, yetmedi birde elmaları test ettik. Armutları ise elimizle yokladık, ham olduğunu bildiğimizden, nefsimize hakim olup koparmadık...

Ayrıldık bahçelerden, köye doğru daha 15-20 adım atmıştıkki yağmur şıp diye, kesiliverdi. Girdik köye. Dağlarda, sabahtan beri yağmur yağarken, köye tabiri caizse, teğet geçmişti...

Saatler 15;15'i gösterirken, arabayı park ettiğimiz yere geldik. Buradaki dut ağaçlarınında hatırını sorup, bindik aracımıza. Toplam 18,5 km yol yürümüştük...

SON SÖZ;
Çok özel bir günde, Kazdağlarının bambaşka bir yerini, yağmur altında arşınlama, büvetlerinde yüzme mutluluğunu yaşadığım bugünde; rehberimiz Erhan bey başta olmak üzere, Sait beye çok teşekkür ederim...

Yürüme yolu olarak son derece kolay, doğası ve süprizli zümrüt yeşili büvet'leriyle bu parkuru değerlendirme puanım;10/8

(Murat Turan-Akçay 2018)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder