İzleyiciler

16 Ocak 2021 Cumartesi

KAZDAĞI BUĞDEYLİ ZİRVE (15.01.2021)

 


KAZDAĞI BUĞDEYLİ ZİRVE (15.01.2021)


Nicedir gezer dolaşırım Kazdağlarını. Ne zaman ve neresine gidersem gideyim, onun eşsiz güzelliği karşısında dilim tutulur hep. Ve ne zaman kavuşsam ona, her defasında mutluluktan içim içime sığmaz, kanatlanır uçarım adeta... Sevdalıyım ben bu dağlara, arkadaş... Kuş cıvıltılı ormanına, buz kesen doruklarına, sevda yüklü bulutlarına, ağacına kuşuna, taşına kayasına velhasıl bil cümle herşeyine vurgunum arkadaş...

Zirveleri sıraya koyduk bu günlerde. Dere tepe geziyoruz Kazdağlarını. Ve bu hafta sıra Buğdey'lide... 


ONLAR BENSİZ, BEN ONLARSIZ...
Her zaman ki gibi sabahın kör karanlığında uyanıp, düşüyorum köyümün yollarına. Biliyorsunuz artık köyümü ve köyde yolumu gözleyenleri...

Bir yılı geçti köpeklerimle olan beraberliğim. Daha dün gibi hatırlıyorum Hera'yı. Neredeyse avucumun içine sığacak kadar, küçücük bir bebekken gelmişti bize. Şimdi bi görseniz, nasılda kocaman oldu. Aradan geçen bunca zaman, nasılda bağlandık birbirimize bir bilseniz. Artık onlar bensiz, ben onlarsız yapamam... Eyvah, konu yine uzadı. Ama ne yapayım arkadaş, söz konusu hayvanlarım olunca, onları anlatmayı çok seviyorum, galiba... Peki kısa kesiyorum. Köye gelir gelmez önce köpeklerimi zincirlerinden çözüp, salıyorum bahçeye oynasınlar diye. Sonra tavuk ve ördeklerle birlikte tüm hayvanların, yem ve sularını veriyorum. Çok değil, yaklaşık bir saatin sonunda artık ayrılma vakti deyip, hayvanlarımla vedalaşıyorum... 


Artık Edremit yolundayım. Ve çok sürmüyor, meydandan Sertan'ı alıp hiç duraksamadan,  yürüyüşe başlayacağımız Yaşyer köyüne doğru yollanıyoruz. Diğer arkadaşlarımızla burada buluşacağız...


Saat 09;10. Yaşyer köyüne vardığımızda,  Balıkesir'den yola çıkan üç arkadaşımızın çoktan gelip bizi beklediklerini görüyoruz. İniyoruz aracımızdan ve pandemi kurallarına uygun olarak, uzaktan uzağa selamlaşıyoruz birbirimizle. Ve biz daha hal hatır edemeden, diğer iki arkadaşımızda çıkageliyor. Artık yedi arkadaş tamamız... 



Hiç oyalanmıyoruz. Tozluklarımızı takıp, sırt çantalarımızı kuşanır kuşanmaz batonlar elimizde, köyün ara sokaklarından, vuruyoruz kızılçam ormanlarının içine... Yolumuz her zaman ki gibi rampa yukarı. Yürüyoruz neşe içinde. 


Yükseldikçe kızıl çam pürçekleri kar serpintisi ile beyaza boyanıyor yavaş yavaş. Seviniyoruz tabi ki bu belli belirsiz beyazlık karşısında. Daha önceleri söylemiştim sizlere. Kazdağlarında dik tırmanış veya inişler mutlaka bir yol ile kesişir diye. 


İşte köyden bodoslama vurulan rampadan yine bir yola çıkıyoruz bizde. Duruyoruz burada biraz. Sabahın serinliği ile kat kat giydiğimiz elbiselerin bir kısmını, çıkarıyoruz burada. Sürekli tırmanış için gösterilen efor, vücut ısımızı oldukça artırıyor. Terlememeliyiz buralarda. Şimdi birazdan yine yoldan çıkıp, vuracağız yamaç yukarı. 



Kızılçamlar içinde yürüyoruz. Ama her yer taş kaya. Düşmemek için en uygun neresi ise oraya adımlarımızı atıyor, kıvrıla kıvrıla yavaş yavaş tırmanıyoruz. Tırmandıkça orman artık tamamen beyaza bürünüyor. 



Artık tüm ağaçların dalı yaprağı, beyaza, buza kesmiş durumda... Kızıl yapraklı dalları karların ağırlığı altında boyunlarını bükmüş meşe ağaçlarının altından, dev gibi kızılçamların yanıbaşından geçip bir yola çıkıyoruz yeniden. 


Ama biliyorsunuz artık düz yollarda yürümeyeceğimizi. Yine bodoslama dalıyoruz dağın göğe doğru yükselen yamacına. 



Artık kar sadece ağaçların dallarında değil, buza dönüp gövdesinide sarıp sarmalıyor bembeyaz rengiyle... 


Siz ne dersiniz bu duruma bilmem ama her bir ağaç bana telli duvaklı bir gelin gibi görünüyor. Şu beyaz renk ne asil bir renktir kardeşim. Yalansız riyasız doğruyu ayna gibi yansıtır, çevresine. Kiri pisi, akı karayı hemen ifşa eder cümle aleme... Onun içindir ki  renklerin en safı, en masumudur kar beyazı... 


Tırmanıyoruz durmadan. Aman sakın ola ki şikayet ettiğimi sanmayın bu durumdan. Aksine tırmandıkça yüreğimdeki sevinç katbe kat artıyor. Hele birde dönüp arkama taa aşağılara, bulutların üzerinden bakınca  değmeyin keyfime.... 



Nasıl bir fantastik ortamda yürüyoruz anlatamam sizlere. Neredeyse her adımda farklı bir ormana geçiş yapıyoruz. Bakın az önce meşe ağaçlarının içindeydik. Şimdi ise upuzun karaçamların içindeyiz. 


Neredeyse 900 metre yükseklikteyiz. Ve şu yürüdüğümüz yolun güzelliğine bir bakarmısınız. Nasılda mutluyuz bir bilseniz.   Sanki cennetteyiz. Biliyorum kiminiz abarttığımı düşünüyor olabilir ve hatta kimileriniz  "kardeşim bildiğin dağ başı ne cennetinden bahsediyorsun" diyenlerinizde olabilir. Belkide haklısınız. Buralar gerçekten de kuş uçmaz kervan geçmez yerler. Ama neylersin, ben ve arkadaşlarım iflah olmaz birer dağ kaçkınlarıyız. Dağların aşığı, dağların sevdalısıyız, arkadaş...

Taa o zamanlar bile Sabahattin Ali ne güzel anlatmış, dizelerinde bizleri. Bir kulak verin hele...

"Başım dağ saçlarım kardır,
Deli rüzgarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.

Şehirler bana bir tuzak,
İnsan sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.

Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır."



Eveet! İşte böyle dostlar.  İsterseniz kaldığımız yerden yolumuza devam edelim artık...


Yürüyoruz karlar içinde. Pardon tırmanıyoruz. Zaten hiç yürümedik ki bugün. Batonlar elimizde belimiz iki kat, hep bir tırmanış içindeyiz. 


Yükseldikçe tepeden tırnağa, buzdan kristal heykelciklere dönüşen ağaçlar karşılıyor bizleri. Bütün bu güzelliğe karşın durmadan yavaş yavaş tırmanışa devam ediyoruz. 


Ve bir süre sonra çıkıyoruz ağaçların içinden, çıplak bir kayalığa... Duruyoruz burada bir süre öylece. Şöyle dönüp bir bakıyoruz gökten yeryüzüne doğru. Hava hafif sisli ve bulutlu olmasına rağmen gözlerimizin gördüğü muhteşem manzara ile mest oluyoruz adeta. Ayaklarımın altından boylu boyunca uzanıp giden tepelerin sonunda, gri bulutlara karışan mavi denizi seyreyliyorum önce. Sonra sağa çeviriyorum başımı. 


Ve daha geçen hafta misafiri olduğumuz Sivri Zirve ile göz göze geliyorum. Nasıl da bağrına basmıştı bizi. O gün yeşiliyle bizi büyüleyen o güzel tepe, şimdi beyaza bürünmüş bu haliyle nasılda muhteşem ve mağrur duruyor öylece...

Ben bu dağları seviyorum arkadaş. Ve diyorum ki;

"Bir gün ölürsem eğer
Bir dağ başına koysunlar bedenimi.
Belki yolun düşerse diye
Bir de çınar olursa tepemde
İşte o zaman usanmaz,
Mahşere kadar yatar
beklerim seni,  burada...M.T"



Zirvenin kayalık bölümündeyiz. Kayaların arası karla dolu, üstü buzlu.  Yürürken düşmek, bir taraflarımızı kırmak an meselesi. Neredeyse dört ayak üzerinde yavaş yavaş yürüyor, milim milim tırmanıyoruz. Önümüze çıkan dev kaya kütlelerini, bir bir geçiyoruz. 


Neredeyse geldik. İşte zirve hemen önümüzde sisler içinde. Öylece bize bakıp duruyor. Ve biz onun tam dibindeyiz.  Zirveye ulaşmak için 15-20 metre daha tırmanmalıyız.  Ama bir sorunumuz var.


Kayalar buz içinde. Donduran ve de uçuran rüzgar ise sırtımızda... Rakım 1235.  Hattı zatında şu an zirvedeyiz. Ama bi 10 metre daha neden yüksekte olmayalım, diyoruz.


Ama hayır. Neden riske girelim. Bugünlük bu kadar yeter diyor, çıkarıyoruz zirve bayraklarımızı ve gururla çekiliyoruz olduğumuz yerde, hatıra fotoğraflarımızı...


Artık bişeyler yeme zamanı. Bulunduğumuz kayalığın üzerinden, iniyoruz bir kaç metre kadar aşağıya, rüzgar almayan duldalık bir yere. Ve getirdiğimiz atıştırmalıkları ayak üstü sohbet eşliğinde, bir güzel yiyoruz...

Neredeyse yarım saattir buradayız. Gitmeliyiz artık. Toparlanıp kalkıyoruz hep beraber.. Güner bey bir kayanın ucuna gelip, şöyle bir bakınıyor aşağılara doğru. Ve sonra diyorki, "arkadaşlar şuradan inelim". Açıkcası çıkış rotamızın kayalık olduğunu düşününce, inişimizin bodoslamada olsa farklı bir yerden olacak olması, beni sevindiriyor...


Her neyse başlıyoruz inmeye. Açıkçası adımlarımızı, nereye denk gelirse, oraya atıyoruz. Bazen bir çukura, bazen de bir kayanın kaygan yüzeyine denk gelince ayağımız, ister istemez olduğumuz yere düşüveriyoruz, hemencecik. Hayatımda hiç bu kadar düşmemiştim dersem, yalan olmaz sanırım. Gerçi düşmelerimin çoğunun, fotoğraf çekme sevdasından kaynaklandığını da belirtmekte fayda var sanırım. 


Ama her şeye rağmen, oldukça keyifli ve yumuşak bir iniş içindeyiz. Manzara derseniz, onunda en şahanesine sahibiz.



Süratle iniyoruz aşağı doğru.  İndikçe bitki örtüsü de değişkenlik gösteriyor. Önce, yapraklarını dökmüş meşelerin içinden yürüyoruz bir süre. Sonra kalem gibi düzgün ve uzun gövdeleriyle karaçam ormanlarına giriş yapıyoruz. Burasının da şahane olduğunu söylemeliyim.  


Rakım neredeyse 400'lere düşüyor. Ve bakın şimdi de yemyeşil iğne yapraklı kızılçamlar başlıyor. Aralarda, kızıl yapraklarını dökmemiş meşe ağaçları ise renk katıyor yolumuza...


Ve işte köye giden yola çıkıyoruz nihayet. Araba izleri var. Belli ki dağlarda yanlız değiliz bugün. Sadece umarız ki avcılar değildir... Oldum olası avlanma olayına, hep karşı olmuşumdur. Çünkü ben; zorunluluk olmadıkça keyfi yapılan avlanmaların, cinayet olduğuna inanır ve üzülürüm... 


Yürüyoruz bu köye inen yoldan bir süre, öylece. Ve köyün sırtlarına gelince, yine yoldan çıkıyor, vuruyoruz yamaçtan aşağı doğru. 


Artık neredeyse köye gelmek üzereyiz. Ayaklarımızın altında gıcırdayan karlar, birden bire yok oluyor... Kızılçamların arasındayız. Hava oldukça güneşli ve sıcak. Adeta bahar mevsimindeyiz... 



Saat 15;45. Köyün girişinde, bahçede otlayan koyunlar karşılıyor bizi. Ve giriyoruz ilk sokaktan köyün meydanına doğru...

Şahane bir dağ tırmanışını sağlıcakla bitirmenin mutluluğu içindeyiz. Arkadaşlarım biraz daha takılacaklar birlikte. Ama ben beni bekleyen hayvan dostlarıma gitmeliyim..  Vedalaşıyoruz her biri ile dağlarda yeniden buluşabilme temennileriyle...


SON SÖZ...
Ben kış memleketi çocuğuyum. Yani karın güzelliğinide bilirim, karın buz gibi soğuğun da ölümüne üşümeyide. Kar yurdumun doğusunda zorluk, darlık demektir.  Onun içindir ki doğuda yaşadığım yıllarda, hiç sevmedim, sevemedim karı. Ve nedense kar denilince, Kerim Tekin'in o ölümsüz şarkısı hemen dilime dolanıverir...

"Kar beyazdır ölüm
ellerinden gülüm
yine yoksun diye
düşmanım her güne"


Her şeye rağmen dağlar benim sevdam. Kar kış, fırtına dinlemez, her daim ona koşarım. Ve bilirim ki ne olursa olsun, sadece orada ve onun bağrında mutlu olurum. Tıpkı bugün gibi. Muhteşem bir gün oldu benim için. Çok ama çok mutlu olduğumu belirtmek isterim.
Ve tabi ki bu mutluluğu benimle paylaşıp, dağlarda yeni izler keşfetmemi sağlayan yol arkadaşlarım Ahmet, Güner, Seyfi, Sarper ve Ekrem bey ile Sertan kardeşime ayrıca teşekkürü borç bilirim...

( http://muratinayakizleri.blogspot.com.tr/?m=1 )
                               
Murat Turan - 2021


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder