KAZDAĞLARI SİVRİ ZİRVE (08.01.2021)
Daha iki gün önce Madra dağında başka bir sivrinin tepesinde, Kaplan Sivrisi'ndeydim. Bugün ise Akçay'dan Kazdağlarına doğru ne zaman başımı çevirsem, silüeti ile bana hep göz kırpan Sivri yolcusuyum... Hattı zatında Kazdağlarına Edremit körfezinin neresinden bakarsanız bakın, o eşsiz zirvelerin silüeti sizi hemen içine alıverir. Eybek, Yalama, At Kayası, Buğdaylı, Sivri ve tabiki Sarıkız... Eğer ki her biri ayrı bi güzel bu zirvelerle hiç uzaktan uzağa bakışmadıysanız ve bir gün ona kavuşmak ümidiyle zorlu yollarına düşmediyseniz eğer ve kan ter içinde rüzgarlı zirvelerinde bayrak açmadıysanız hiç bir zaman, ben Kazdağlarını seviyorum diyemezsiniz, arkadaş... Tabi biliyorum Kazdağları bazılarınız için imkansız aşk gibidir. Erişemeseniz de, o bunu bilmese de onu hala delicesine seversiniz...
Bana gelince Kazdağlarının adı bile yüreğimin her bir hücresini ayrı bir titrerir... Ee hadi o zaman lafı fazla uzatmadan bugüne, Sivri ile kavuşmamızın hikayesine gelelim...
08.01.2021 Cuma...
Bugün Körfezin dört farklı şehrinden Havran, Burhaniye ve Altınoluk'tan gelen üç arkadaşımla Edremit'te buluşup, vuruyoruz Dereli yoluna. Ve çok sürmüyor Edremit'in en yakın köylerinden birisi olan Dereli köyüne gelip, dere kenarındaki balıkçının önüne, çınarların altına park ediyoruz araçlarımızı.
Saat 09;20. Hemen iniyoruz araçlarımızdan, kısa bir selamlaşma sonrası kuşanıyoruz sırt çantalarımızı ve köprünün üzerinden geçip başlıyoruz dağlara doğru yürümeye...
ROTA YOK...
Ve daha köşeyi döner dönmez taa uzaklarda sisli dumanlı bulutlar altında dev Dibek Kayasını görüyoruz tüm güzelliği ile. Bugün belirgin bir rotamız yok, kafa nereye biz oraya misali tecrübeli arkadaşlarımızın önsezi ve yönlendirmeleri ile doğaçlama yürüyeceğiz. İşin güzelliği de burada zaten. Nerede, ne zaman, ne ile karşılaşacağını bilmemek...
Köyden çoktan çıktık bile. Bakın şu anda kızılçamlarla süslü bir yoldayız ve bir iki dağ evinin kenarından geçtikten sonra tamamen orman içindeyiz artık..
AKLIMIZDA...
Sağımızda şırıltılı sesi ile bir dere ve derenin üzerinde yer yer oluşmuş büvetler, bizi bizden alıyor daha yolumuzun başında. Yazıyoruz aklımıza, kavurucu yaz sıcaklarında yüzülecek bu büvetlerin yerini bir bir aklımıza...
DÜZ YOLLAR BOZAR BİZİ..
Yürüyoruz, hoş sohbet içinde. Zaman zaman karşımıza çıkan çatallı yollardan doğaçlama dalıyoruz birine doğru. Ve sonra düz yollar bozar bizi diyor, vuruyoruz bir su yatağından yamaç yukarı.
Bir süre ayaklarımızın altından ipil ipil yamaç aşağı süzülen suyun içinde yürüdükten sonra, sola doğru, dalıyoruz kızılçamların içinde. Yol iz yok. Sadece ayağımız nereye denk gelirse basıp tırmanıyoruz öylece. İşte beni mutlu eden anlar. Ormanın içindeyim ve terlediğimi hissediyorum. Bu bana büyük bir zevk veriyor. Bir insan terliyorsa bir şeyi başarıyor demektir.
Çok sürmüyor, yine bir yola çıkıyoruz. Ben Kazdağlarında şunu anladım ki bir yamacı dikine iner veya çıkarsanız, adımlarınız mutlaka ki bir orman yoluna çıkarır sizi...
Çıktığımız orman yolunda çok olmasa da nereden baksanız bir kilometre kadar aheste aheste yürüyoruz. Ve solumuzda beliren Dibek Kayası'nı görüyoruz yeniden. Bu kaya kütlesinin sağında kalan Sivri ise hala göstermiyor kendini bize. Olsun eninde sonunda, oda gösterecek kendini bize... Çıktık bir kere yola, kavuşacağız elbette ki birbirimize...
NEREDEN GİTMELİ...
Dibek Kayasını gördüğümüz yerde, duruyoruz biraz. Ahmet ve Güner bey kafa kafaya verip, nereden gitmemiz gerektiğini tartışıyorlar bir süre. Ve hadi bakalım yine yoldan çıkıyoruz.
Bu sefer solumuzdan dere yatağına doğru inmeye başlıyoruz. Amacımız dere yatağını geçip, bulunduğumuz yükseltinin sırtına doğru tırmanmak. Ve çok geçmeden, en önde Güner bey, oldukça dik bir inişle bir kaya kütlesinin yanıbaşından dere yatağına iniveriyoruz. Burada bizi çınar ağaçları ve berrak köpüklü suları ile minik bir dere karşılıyor. Muhteşem bir havası var buranın. Hemen içine alıveriyor bizi. İlerliyoruz içimizde beliren bir mutluluk dalgası ile sıra sıra dizilmiş çınarların arasından yukarı doğru, dere boyunca...
NAZLI GELİN...
Ve karşımıza çıkan manzara karşısında şaşkın ve bir o kadarda mutluluktan dona kalıyoruz birden bire. Şu nazlı geline de bi bakıverin hele. Nasılda salına salına ak köpüklü sularını aşağılara bırakıyor öyle. Birde büvet yapmış dağın onca eğimine bakmadan. Nasıl güzel bir şelaledir bu, arkadaş. Kendini nasılda saklamış, bunca zaman. İnsan izinden eser yok yanında yöresinde... Mutlu oluyoruz onun bu bakirliği ve el değmemiş güzelliği karşısında... Belki de bugün burada kalmalı da onun güzelliğini seyretmeli, şırıltılı nağmelerini dinlemeliyiz öylece. Ama hayır. Bugün Sivri'ye sözümüz var. Yinede sözümüz söz ilk fırsatta sendeyiz deyip ayrılıyoruz nazlı gelinden...
DÜZ DUVAR...
Şelalenin yanıbaşından oldukça dik ve kaygan yamaca vuruyoruz kendimizi. Aslında yamaç demiyelim buraya, bildiğiniz düz duvar. Bir şekilde dört elimizle çıkıyoruz yarısına kadar. Ama sonra öylece kalakalıyoruz düz duvarın orasında. Ayaklarımızın altındaki çam pürçekleri sabun gibi, tutunacak ne bir dal ne bir kaya parçası. Düşsen ölüm muhakkak bilemedin sakat kalacaksın. En önde Ahmet bey bir şekilde çıkıveriyor duvardan, sonra Güner bey ve en sonda ben... Dönüp şöyle bir geriye doğru bakıyorum ve kendi kendime buraya asla bir başkasını getirmemeliyim diye söyleniyorum...
KAMP YAPMALI...
Bir kaya kütlesinin üstünden aşıp arkasına geçince, şelalenin doğduğu yere çıkıyoruz. Muhteşem bir büvetin kenarında hayat bulmuş bir çınarın haricinde her yer kızılçam ormanı... Görsel harika. Burada mutlaka bir kamp yapmalı ama nasıl ve kiminle... Aklımıza yazıyoruz burayıda...
Hadi bakalım isterseniz yolumuzda revan olalım, artık. Çok oyalandık buralarda çook...
Yolumuza derken düzde mi yürüdüğümüzü sanıyorsunuz. Yok öyle londra asfaltı gibi yollarda yürümek. Biz yol diyorsak siz kaya tırmanışı veya oldukça dik, yolu izi belli olmayan yamaç anlayın..
Ve nihayet aşıyoruz önümüzde ki yamacı ve ardıç ağırlıklı çalılık bir alandan geçip yine çınar ağaçlarının yoğun olduğu yeşil bir alana çıkıyoruz.
Burası oldukça kuytuda ve rüzgarsız. Hele birde güneş tepemizden vurunca adeta tam bir bahar havasında buluyoruz kendimizi. Atıyoruz hemen kendimizi çimlerin üzerine. Ve atıştırmalıklarımızla enerjimizi toplayıp, sohbet ediyoruz bir süre...
AYI BÖLGESİ...
Ee hadi bakalım, yeter bu kadar oturmak. Daha çook tırmanışımız var. Başlıyoruz yeniden sırtımızı verdiğimiz yamacın tepesine doğru tırmanmaya. Bitki örtüsü değişiyor burada. İğne dikenli yaprakları ve kırmızı meyveleri ile oldukça sık ardıç, pelit ve çalılık bir alanda, zaman zaman kayalıkların üstünden zorlukla tırmanmaya çalışıyoruz. Bu arada neredeyse 5-10 metrede bir ayı pisliği ile karşılaşıyoruz. Muhtemel ki bu bölge ayıların cirit attığı bir bölge olsa gerek...
BUĞDAYLI...
Tabiki yükseldikçe manzaramızda şahane oluyor. Şu sağımızda bizi gözetleyene de bir bakın hele. Buğdaylı... Ne kadar da mağrur bir bakıştır o. Bekle bizi Buğdaylı, haftayada sendeyiz, olur mu...
Baksana Dibek kayası ne kadarda sabırsızca bizi bekliyor. Sivri'den ise hala haber yok. Ne zaman yüzünü gösterecek acep...
ACILARA TUTUNMAK...
Size bugünkü parkuru hakkıyla nasıl anlatırım bilemiyorum ama bunun mümkün olmadığını söylemeliyim. Çünkü neredeyse 10 km'dir önümüze ne engel çıkarsa çıksın; kayalık, boylu boyunca devrilmiş dev gibi ağaçlar, uçurum kenarları, ayağımızın altından sabun gibi akıp giden çarşak zeminde durmadan tırmanıyoruz. Sırtımızda ki ter sel olup akıyor, dizler, baldırlar ağrıdan yandıkça yanıyor. Ama emin olun hiç birimizde zerre şikayet yok aksine kendi adıma söyleyeyim ki korkunç mutluyum bu durumdan...
MUTLULUK...
Nasıl mutlu olmayayım ki. Kazdağları her zaman bir şeyler sunar, ona misafir olana. Bakın mesela bugün yolumuza çıkan gizemli nazlı şelaleye. Ne kadar mutlu etti bizi. Ve şimdi de şu meşenin gövdesine yapışmış güzelliğe bir bakıverin hele. Bir ağaç mantarı. Ne kadarda olağanüstü bir görüntüsü var değilmi. Ya şu yerde kendine hayat bulan, dev şemsiye mantarlarına ne demeli... Bir ayı pisliği, domuzların ayak izleri, tepemizde dolaşan bir kuzgunun gaklaması... İşte bunlardır beni mutlu eden şeyler...
Bulunduğumuz tepenin kayalık sırtındayız artık. Ve nihayet yüzünü gösteriyor bizim nazlı Sivri...
Hadi bakalım öyleyse, adımlarımızı hızlandıralım. Artık kavuşma vaktidir. Her birimiz vuruyoruz, buraya kadar ki zorlu patikaların aksine Sivri'nin oldukça düz, yeşil ve iç rahatlatan yamacına...
ZİRVE...
Saat 14;15. Ve nihayet zirvedeyiz. Çook mutluyuz. Bayrağımızı çıkarıp onurla hatıra fotoğrafımızı çektiriyoruz hemen...
Rüzgar bir başka esiyor burada, arkadaş. Terimiz sırtımızda buz kesiyor. Fazla oyalanmadan Sivri'nin biraz altında bulunan kayaların kuytusuna sığınıyoruz. Molayı burada vereceğiz. Termoslarda taşınan sıcak çay eşliğinde, atıştırmalıklarımızı yerken güne dair neşeyle sohbet ediyoruz...
Ve nihayet gitme zamanı... Dönüş yolumuz Dibek Kayalığının yanıbaşından olacak. Sabah yola çıktığımız andan itibaren, hep göz göze yürüdüğümüz Dibek Kayalığınıda ziyaret etmeliyiz...
Havada sis var ama şansımıza çok az. Görüş mesafemiz, manzaramız şahane. Yağmur yok, çamur yok. Daha ne olsun...
Havada sis var ama şansımıza çok az. Görüş mesafemiz, manzaramız şahane. Yağmur yok, çamur yok. Daha ne olsun...
Sivri arkamda bir öz çekimle veda ediyorum ona. Bir daha ona ne zaman gelirim bilmiyorum ama onu çok sevdiğimi söylemeliyim...
DİBEK KAYALIĞI...
Kayaların arasından, üstünden başlıyoruz önümüzde boylu boyunca uzanan Dibek Kaya'sına doğru inmeye... Çok sürmüyor bir çırpıda iniveriyoruz yanıbaşına.
Bizi ilk karşılayan şey "delik kaya" oluyor. İlginç bir oluşum. İki tarafı açık bir kapı gibi düşünün. Karda fırtınada bir sığınak belkide. Burada da fotoğraflarımızı çekiliyoruz tabiki...
Bu arada bu kayalığın yanında yürümenin yer yer çarşak yapısından dolayı, çok zor ve tehlikeli olduğunu da söylemeliyim. Sürekli bir kayanın içinden, üstünden veya yanıbaşından geçmek zorunda kalıyorsunuz.
Ama sonrasında eğimlide olsa yürümesi daha kolay bir kızılçam ormanının içinde buluyorsunuz kendinizi...
BODOSLAMA İNİŞLER...
Ve her zamanki gibi bodoslama bir iniş sonrası yine bir orman yoluna çıkıyoruz. Ama artık biliyorsunuz bizi düz yollar bozar.
Onun içindir ki daha yola iner inmez yoldan kıvrıla kıvrıla yürümek yerine yeniden salıyoruz kendimizi bayır aşağı. Burasıda bizi bir başka yola çıkarıyor. Onuda kestiriyoruz orman içinden.
Su sesi kulaklarımızda, artık neredeyse sabah bize eşlik eden dereye çıkacağız. Amma önce şu koca çınara bi selam verip, gönlünü edelim bir fotoğrafla...
Sonra işte deredeyiz. Üzerinden atlaya zıplaya geçip sabah geldiğimiz yola çıkıyoruz yeniden...
Artık bundan sonra dümdüz bir yolda yürüyeceğiz. Nereden baksanız 2-3 km'lik bir yolumuz kaldı. Yahu şimdi bu düz yol bitermi diyoruz birbirimize... Bünyemiz bozuk kardeşim. Düz yollar bozuyor bizi...
Nihayet arabamızı bıraktığımız yerdeyiz...
Muhteşem bir parkur yürümenin gülümseyişi yüzlerimizde, vedalaşıp ayrılıyoruz birbirimizden...
SON SÖZ...
Benim Kazdağlarını sevmelerim öyle boşuna değildir. Ne zaman gitsem ona, o beni hep mutlu etmesini bilir. Ondan hiç mutsuz ayrılmadım. Ama az ama çok hep mutlu ayrılmışımdır ondan. Ama bu sefer öyle böyle değil. Bugün öyle bir parkur yürüdüm ki anlatılır gibi değil... Zor ama güzel, sevdiğini götüremeyecek kadar ulaşılmaz oluşunun hüznü, daha gün bitmeden bir daha gitme isteği ve özlemi yani ne derseniz deyin bütün duyguları alt üst eden bir parkur yürüdüm bugün...
Ve bütün bunlar için yol arkadaşlarım Ahmet ve Güner beye, Sertan kardeşime çook teşekkür ediyorum...
Not: Bu yazıda kullanılan toplam 49 adet fotoğraf'tan 23, 35, 39 ve 49'uncu fotoğrafın çekimi Ahmet Başıbüyük'e, 1 ve 41'inci fotoğrafın çekimi ise Sertan Akyol'a ait olup, diğer çekimlerin tamamı bana aittir.
( http://muratinayakizleri.blogspot.com.tr/?m=1 )
Murat Turan - 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder