Yıllar ne çabuk geçiyor. Tam 19 yıl olmuş, büyük felaketin üzerinden geçeli. Çok kötü günlerdi. Ruhumuz ne kadarda acımıştı. Geçtimi peki herşey. Geçmedi tabiki. Hiç unutmadım ki. Daha dün gibi hatırlıyorum o geceyi...
""Gece saat 03;02...
Korkunç bir gürültü, sarsıntı ve şaşkınlık içinde uyanıyorum. Yatağımı, altımdan çekiyorladı sanki. Deprem! Deprem oluyordu. Sağımda yatan eşime bakıyorum, o da korku içinde kalakalmıştı. -"Korkma, deprem oluyor" diyorum. Hemen yataktan çıkıyoruz. Sallantının etkisiyle düşmeden, ayakta durmaya çalışıyoruz. Ve bir kaç adım atarak, yatak odamızın yanındaki banyo kapısının altına atıyoruz kendimizi. Evin bu bölümünde, kolon ve kiriş geçişleri çoktu. Aklımızda nereden kalmışsa, bu noktanın sağlam olacağını düşünmüştük. Bu arada, karşı odamızda kalan, birde küçük misafirimiz vardı. Adı Emrah. Kuzenimin oğlu. Bursa'da bulunan, Askeri lise sınavlarına girmek için bir kaç günlüğüne, yanımıza gelmişti. Yüksek sesle bağırıyorum durmadan;
-"Emrah!
- Emrah!
- Korkma abim buradayız" diye. Emrah'ta çoktan uyanmış, korku içinde yanımıza gelmişti hemen. Üçümüz birbirimize sarılmış, bitmek bilmez uğultulu sallantının, sona ermesini bekliyoruz. Kalbimiz korkudan yerinden çıkacakmış gibi atıyor, ama hiç birimizden tek kelime dahi çıkmıyordu. Beş katlı bir binanın son katında ve çaresizdik. Bina beşik gibi sallanıyor, kırılan, dökülen avize ve dolapların çıkardığı sesler, korkumuzun dahada artmasına sebep oluyordu. Kıyamet kopuyordu adeta. Bitmedi. Saatler sürdü, sanki...
Nihayet durdu sallantı. Zaman da durdu. Sessizlik ...
Bir süre daha olduğumuz yerde, korkuyla kalakalıyoruz öylece...
Her yer karanlık. Ve biranda;
- "Hadi! Hadi!
- Çabuk giyin elbiselerinizi, iniyoruz hemen!" diyorum.
Üçer beşer atlayarak, iniyoruz merdivenleri. Binanın önündeki bahçeye kendimizi attığımızda, nefes nefeseydik. Saat gecenin 3'ünü çoktan geçmişti. Bizim gibi herkes dışarıda. Kimisi pijamalarıyla, kimisi elinde valiziyle. Herkesin sesinde bir titreklik ve korku, gözlerinde ise şaşkınlık ifadesi vardı. Ağlaşan bir kaç çocuk, ailesi tarafından sakinleştirilmeye çalışılıyor...
Mevsim yaz, Ağustos'un 17'si. Gece olmasına rağmen hava sıcak, üşümüyoruz. Herkes bahçenin bir yerinde kümelenmiş. Bir kulağımız radyoda. Haber almaya çalışıyoruz, deprem hakkında. Merkez üssü neresi, şiddeti ne, yıkım ölüm varmı diye... Aramaya çalışıyoruz hemen yakınlarımızı. Hem iyi olduğumuzu bildirmek, hemde iyi haberlerini almak için. Ama nafile. Çünkü cep telefonları çalışmıyor. Biz meraktan deliriyoruz ve eminizki bizden haber alamayan yakınlarımızda bizi çok merak ediyorlar. Öğretmen olan iki ablamla aynı şehirde, Gemlik'te oturuyoruz. Hemen ablamların oturduğu mahalleye gitmek üzere, atlıyorum arabama. Çok uzakta değillerdi. Ama aklımdan o kadar olumsuz düşünceler geçiyorduki, bitmek bilmedi dar sokaklı caddeleri tek tek geçmem. İki ablamda aynı apartmanda oturuyordu. Yüreğim sıkışıyor. Girdim sokağa, gözüm oturdukları apartmanda. Ve Allahım sana şükürler olsun, bina karşımda tüm heybetiyle sapasağlam duruyordu. Bu bina bu kadar büyükmüydü, şimdi mi bana öyle gelmişti. Sevinçliyim. Gidiyorum binanın yanındaki insan güruhun yanına. Ve bizimkileri görüyorum. Sarılıyoruz sevinçle....
Ama Karamürsel'de oturan ablamdan bir türlü haber alamıyoruz. Şu cep telefonları bir çekse, ne olur. Defalarca arıyoruz. Önceleri ulaşılamayan telefonları, şimdi çalıyor ama açan yok...
Sabah 07;45. Görevim nedeniyle işe gitmek durumundayım. Sorumluluklarım var. Gidiyorum. İçimde sıkıntı. Afakanlar basıyor, ruhum daralıyor. Sürekli tv ve radyodan bölge hakkında bilgi almaya çalışıyoruz. Haberler kötü. Yalova, Karamürsel, Gölcük hattında bir hayli binanın yıkıldığı söyleniyor. Yolların ulaşıma kapalı olduğundan, zorunlu olmadıkça şehirler arası yola çıkılmaması gerektiğinden bahsediliyor. Ben ise yerimde duramıyorum, yüreğim sıkışıyor. Sürekli cep telefonu elimde, ama telefonun diğer ucundan beklediğim ses, bir türlü gelmiyor...
Artık duramıyorum. Amirimden izin alıp arabamla vuruyorum, Yalova üzerinden Karamürsel yoluna. Yollar nisbeten açık. Her iki yöne de sürekli yanımdan, sirenleri acı acı öten ambulanslar geçiyor. Ambulansları gördükçe, siren seslerini duydukça daha bir heyecanlanıyor, bastıkça basıyorum arabanın gaz pedalına.
Yollarda güvenlik görevlisi ve polis kontrol noktasıyla pek karşılaşmamıştım. Bir terslik vardı, belli... Yalova'dan geçiyorum. Yıkılan binaları ve üzerindeki insanları görüyorum. Gittikçe moralim bozuluyor. Karamürsel'e yaklaştıkça, kendi kendime "Hayır, sakın olmasın" diye söylenip duruyorum...
![](file:///storage/emulated/0/Android/data/com.samsung.android.app.notes/files/share/0/clipdata_180930_110400_685/26.jpg)
Karamürsel'e gelmek üzereyim. Ablamların evi tamda yolun kenarında idi. Şehrin girişindeki benzinliği biraz geçince, 5-6 katlı binalardan biriydi.
- Ama, ama...
- Hani nerede ? Nerede, bu bina ? Göremiyorum.... Bu kalabalık da ne? Ya bu iş makinaları... İniyor, koşuyorum enkaza... Çaresiz, sağa sola bakıyorum. Enkazın bir kaç yerinde, arama kurtarma ekipleri çalışıyor. Elim kolum bağlı, yerle bir olmuş enkazın üzerinde, bizimkilerden bir iz bulmaya çalışıyorum. Yaklaşık onsekiz ailenin yaşadığı altı katlı bina kum, beton, demir yığını haline gelmişti adeta. Güvenlik güçleri geliyor, arama kurtarma ekipleri dışındaki insanları, enkazın üstünden indiriyorlar. Çaresiz uzaktan izliyorum. Allahım! İnşallah, yaşıyorlardır... Benimle birlikte bir çok insan, üzüntü ile enkazın yanında bekiliyor. Enkazdan her insan çıkarılışında heyecanlanıyor, sağ olmadığını gördüğümüzde ise ümitlerimiz tükeniyor, üzüntüye boğuluyorduk...
"Güzin ablam, derdi, kederi pek sevmezdi. Şendi. Hani derler ya "kapı gıcırtısına oynar" diye. Bu deyim tamda Güzin ablam için söylenmiş olmalıydı. Kimsenin üzülmesine dayanamaz, mutlaka derdine ilaç olurdu. Ah! Güzin ablam, ah! Ama bak şimdi sen bizi üzüyorsun..."
![](file:///storage/emulated/0/Android/data/com.samsung.android.app.notes/files/share/0/clipdata_180930_110400_685/34.jpg)
Bu arada telefon ile Gemlik'teki kardeşlerime durumu anlatıp, gelmeleri gerektiğini söylemeliydim.. Saatler geçiyordu hızla, akşamın karanlığı çökmüştü şehrin üzerine. Şehrin elektrikleri deprem nedeniyle kesikti. Her yerden jeneratörlerin sesi, enkazda çalışan iş makinalarının sesine karışıyordu. Aldığımız habere göre Yalova, Kocaeli, Değirmendere, Gölcük ve Karamürsel'de bir çok bina yıkılmış ve binlerce ölü vardı. Kardeşlerim, eşim ve kuzenlerim de gelmişti. Kimimiz enkazın başında çaresiz bekliyor, kimimiz arama kurtarma ekiplerinin yanında canla başla çalışıyoruz. Hepimiz tarif edilmez üzüntü içindeyiz. Çünkü tam beş canımızdan hiç bir haber yoktu...
"Sevgili Güzin ablam ve Fahri abim. Ne sıkıntılarla almışlardı bu evi. İkiside öğretmendi. Yıllarca köylerde, küçük kasabalarda çalışmışlardı. En son Karamürsel'i sevmiş, buraya yerleşmişlerdi. Güzin ablam daha yeni emekli olmuştu, Fahri abim ise çalışmaya devam ediyordu. Birbirinden güzel ve akıllı kızlarıyla çok mutluydular..."
İş makinalarının sesi hiç durmadı. Ve Saatler 22:00 civarını gösterirken, ilk acı haberimizi alıyoruz. Üç kız yeğenimden en küçüğü olan 12 yaşındaki Şeyma'mız melek olmuştu. O annesinin minik karaböcüğüydü... Şimdi kara toprağın oldu.... Arkasından, girdiği üniversite sınavını kazandığını bile göremeden uçup giden ortanca kızımız Şeyda ve sonrasında tontiş Tuğba'mızı aldık enkazdan...
Her biri ayrı ayrı ambulanslarla, gerekli doktor rapor işlemleri için hastaneye götürüldüler.
Biz ne durumdamıyız! Sormayın, şimdilik...
Bizimkilerin binasından, mucize babından sağ çıkanlar da oluyordu. Ama biz üç canımızı, melek olarak aldık. Yinede Allaha yalvarıyor, ümidimizi
hiç kesmiyorduk. Zaman ilerliyor ama değişen bir şey yok, eniştemizide alıyoruz enkazdan...
Saat 01:00. Ve benim merhametli, engin yürekli, güler yüzlü, güzel ablam da yanlız bırakmıyor çocuklarını ve eşini. Şimdi gülmeyen yüzüyle çıkarıyoruz onuda, ona mezar olan evinden. Yüreğimizdeki acıyı tarif etmek mümkün değil. İnadına gözyaşlarımız dışa değil, içimize içimize akıyordu... Şimdilik...
Yıkılmanın zamanı değildi şimdi. Dimdik durmalı, canlarımıza son görevimizi yapmalıydık. Nasıl olsa ağlayacak, dövünecek daha çoook zamanımız olacaktı, önümüzde...
"Depremden bir gün önce, Karamürsel'deyiz. Fahri abim bizi ısrarla pikniğe götürecek. Yapılıyor alışverişler, ne varsa alınıyor. Yok yok yani. "Fahri abi yeter, kim yiyecek bu kadar şeyi, orduyumu doyuracaksın" dedikçe, o şunuda alalım, bunuda alalım diyordu. Evde de durum farklı değildi. Benim güzel ablam döktürdükçe döktürüyordu. Sanki düğün dernek hazırlığı vardı ... Gün boyu yedik, içtik eğlendik. Çok güzel vakit geçirdik. Çok neşeliyiz. Eve geldik. Mide fesadı geçireceğiz. Ama ablam, "Durun size bir su böreği açayım" demez mi! Ne dediysek vazgeçiremedik. Yaptı böreği ve bir güzel yedirdi bize. Nasıl bir gündü bu Allahım. Neyse sonuçta ablam ve Fahri abim çok yoruldular ama son derece mutlular. Tabi bizde mutluyuz. Yarın görevim var, gitme zamanı. Vedalaştık, her zamankinden farklı, sıkıca sarılarak ve gülümseyerek...
Meğer bizimle vedalaşma töreni hazırlamışlarda bizim haberimiz yokmuş... Bu mudur güzel ablacığım. Bu nasıl vedalaşmadır böyle..."
Felâket vardı, ülkemizde. Daha ilk gün yüzlerce ölü çıkarılmıştı enkazdan. Ölüleri muhafaza edecek yeterli morg yoktu. Ölü defin işlemleri hiç bekletilmeden ve durmaksızın devam ediyordu. Gece yarısını saatler geçe, bizde beş canımızı ardı ardına koyduk ebedi evlerine. Herbirini ben kucaklayıp, ben indirdim mezarlarına. Kendimi sıkmaktan taş olmuştum sanki. Ruhsuz, duygusuz, sadece komutları yerine getiren bir robot gibi hareket ediyordum... Ve kürekleri bıraktık elimizden....
Bitti... Vedalaştık her biri ile tek tek. Uğurladık bizimkileri, ölümsüzler dünyasına...
Ruhlarınız şad olsun, ışıklar içinde uyuyun güzellerim...""
Evet, ben hiç unutmadımki o geceyi, o gecenin ertesindeki günleri. Ben hiç unutmadımki güler yüzlü, merhametli güzel ablamı, mülayim Fahri abimi, Tontiş Tuğba'mızı, güzel Şeyda'mızı, karaböcük Şeyma'mızı... Ben hiç unutmadım ki...
Gün oldu sessizce, gün oldu bağır bağır ağladım. Ama değişen hiç bir şey olmadı. Zaman hiç durmadı, akıp gitti onlarsız, tam 19 yıl... Ve ben hiç unutmadım ki...
{ 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde hayatlarını kaybedenlerin anısına.}
Murat Turan (29 Eylül 2018- Akçay)