İzleyiciler

26 Şubat 2020 Çarşamba

YALAMA KAYALIĞI TIRMANIŞI (23.02.2020)



YALAMA KAYALIĞI TIRMANIŞI (23.02.2020)

İsmine bakıpta sakın küçümsemeyin onu. O Kazdağlarının en güzel zirvelerinden birisidir. O Kazdağlarında sıra sıra dizilip el ele tutuşmuş dört kardeşlerin en büyüğü; Sivri, Buğdaylı ve dahada önemlisi At Kayasının ağabeyidir. Eee geçmişimi bilenleriniz de bilir ki At Kayası denilince benim için akan sular durur...
İsterseniz şimdi At Kayası mevzusuna girip, konuyu hiç uzatmayalım... Ama merak edenler dilerlerse, geçtiğimiz yıl şubat ayında cereyan eden bu yürüyüşe dair yazımdan, konuya dair detaylı bilgi edinebilirler...

Şimdi müsaadenizle gelelim bugünkü; kimine göre zul, bana göre insanı kendine müptela edecek cinsten şahane Yalama yürüyüşümüze...

22.02.2020 Pazar...
Bendeniz eskiden olsa işim olsun olmasın, kargalar daha bo..nu yemeden sabahın köründe kalkar kendimi dışarı atardım. Kimi zaman işe gitmek, kimi zaman ise karanlık ormanlarında koşmak için. Ahh.!. Ah!.. Florya'nın, Belgrat'ın dili olsada beni anlatsa. Gecenin kör karanlığında, yağmur çamur demeden, içinde nasılda dört döndüğümü... Ama ya şimdilerde öylemi. Sabahları zor açıyorum gözlerimi. Yoruldum mu, yoksa yordular mı bilmiyorum ama bu benim için normal bişey değil... Bugünde öyle oluyor. Telefon alarmı ile zor bela uyanıyor, zor bela kalkıyorum yatağımdan...


Saat 07;00. Çıkıyorum evden. Önce köye gitmeli hayvanlarımla ilgilenmeliyim. Ne olursa olsun her sabah oraya gitmeliyim. Gitmeliyim çünkü onları yedirmeden, içirmeden asla bir yere gidemem... Önce yediriyor, içiriyorum onları. Sonra birazda oynuyor, koşturuyoruz köpeklerimle... Ve gönlüm rahat ayrılıyorum yanlarından...


Kocaçınarın gölgelediği Edremit meydanına geldiğimde, saatte neredeyse dokuz oluyor. Balıkesir'li dostlarımızı kahvaltı yaparlarken buluyorum. Ve hoş geldiniz diyor, oturuyorum masalarına... Sağdan soldan biraz sohbet derken, çok sürmüyor kalkıyoruz. Ve biniyoruz aracımıza tamı tamına 19 kişi ve düşüyoruz Hanlar yoluna...





Saat 09;55. Kumluca'da, Orman işletme binasının önündeyiz. Hemen iniyoruz araçlardan. Giyinip, kuşanıp sırtlanıyoruz çantalarımızı. Sonra her zamanki gibi İda Dağcılığa özgü gelenekselleşmiş sabah selamlaşması için bir daire oluşturuyoruz. Ve İda Dağcılık Kulübünün kıymetli başkanı Savcı bey tarafından yapılan kısa bir girizgah konuşması ve tanışma faslından sonra, vuruyoruz Kızılçam ormanlarının içine...


Hava güneşli ve berrak mı berrak. Ancak çok sert olmasada eli ayağı kestiren bir soğuk var. Herkes çok sıkı giyinmiş durumda, benimse ellerimde eldiven, sırtımda tişört üzeri bir polar var...

Daha ormana girer girmez yüzümüze doğru üfleyen uğultulu rüzgar ile karşılaşıyoruz... Ve uğultulu rüzgara inat, cıvıldaşan kuş sesleri...
Aslında birde hemen sağımızda, şimdi onu göremesekte derin bir vadi çukurunda akan bir dere eşlik ediyor bize. Ne yazık ki kulaklarımızı dolduran rüzgarın uğultusu, her şeyin olduğu gibi onunda şırıltılı akan sesini bastırıyor...


Olsun yinede mutluyuz. Ağzımız gözümüz kapalı da olsa, rüzgâra karşı neşe içinde kıvrıla kıvrıla hissedilmeyen bir tırmanışla, yürüyoruz ormanda.



Çok sürmüyor görünmez olan derelere, köpüren çağlayanlara kavuşuyoruz nihayet. Çağıldayan su, bizi dahada keyiflendiriyor. En arkada yürüyen Savcı bey ve Sertan kardeşimizle keyif fotoğrafları çekiliyoruz...


SU HAYATTIR...
Su; toprak, orman, insan ve hayvanlar velhasıl tüm canlılar için hayattır, berekettir. Ama bu yıl sular daha dingin, daha keyifsiz akıyor. Çünkü ne kar nede yağmur önceki yıla göre bonkörce bırakıyor kendini. Aksine yağışlar, cimrimi cimri bu sene. Ama olsun, daha önümüzde Mart var karlı günler için. Vede yağmurlarıyla Nisan ve Mayıs...


Su dünyasından ayrılıp tekrar yola revan oluyoruz. Ve daha ilk kıvrımı döner dönmez, bütün ihtişamı ile bize bakan, Yalama ile karşı karşıya geliyoruz. Yeşil yolun sonunda kucak açmış, bizi bekliyor. Şu mağrur duruşa da bi bakın hele. Kendisini beyaza bürümüş olması yetmezmiş gibi bir de göğün tüm beyaz bulutlarını başında toplamış. Daha şimdiden içimiz coşuyor, koşarcasına ona gitmek istiyoruz. Ama öyle kolay değildir ona hemen ulaşmak... Yol yordam bilmeli, ona kavuşmak için. Acele etmeden, aheste aheste tırmanmalı, bacaklara ağrılar girmeli, sırtı terlemeli insanın. Yani anlayacağınız öyle kolay değildir ona kavuşmak vede onun sizi kabul etmesi...



NEFESİN NEREDEN ALINDIĞI ÖNEMLİ...
Bu heyecanla adımlarımızı daha kuvvetli atarak ön tarafa yetişmeye çalışıyoruz. Ve ön taraftaki arkadaşlarımızı At Kayası yol ayrımında, ayak üstü bizleri beklerken buluyoruz... Bizde soluklanıyoruz biraz, onlarla. Ve sonra bodoslama vuruyoruz yamaca. Yamaç diyorsam öyle bildiğiniz yamaçlardan değil bu. Yürürken kafanızı yerden kaldırtmayan, dengenizi sağlayabilmeniz için sırtınızı büküp kanburunuzu çıkartan, durmaksızın atılan adımlardan buz gibi havaya ve sert rüzgara rağmen sizi kan ter içinde bırakıp, nefesinizi bi tarafınızdan aldırtan bir yamaçtan bahsediyorum...



Tırmanıyoruz bi süre bu şekilde kızıl renkli meşelerin, kalem gibi dimdik karaçamların arasından, güneşe doğru...





MUTLU SEYİRLER...
Ve çıkıyoruz nihayetinde, Kızılçamlar altında küçük bir düzlüğe, daha doğrusu tırmandığımız yamacın sırtına. Burada rüzgar biranda kesiliyor. Sabahtan beri tepemizde olan güneşin ilk kez ısısını hissediyoruz yüzümüzde. Ve diziliyoruz sırtın rüzgarsız güney cephesine doğru, yüzümüzde güneşin ılıklığı ile seyreyliyoruz ayaklarımızın altındaki tepeleri ovaları... Buradan ne tarafa baksanız, gözünüze gönlünüze bayram ettirecek şahane manzara ile karşılaşıyorsunuz. Bizde gönlümüzü mutlu ediyoruz, gözlerimizin gördükleri ile...




ÖLÜMDEN SONRA...
Bekleyenimiz var bizim. Yolcu yolunda gerek. Rehberimiz Ahmet beyin ikazı ile başlıyoruz yeniden yürümeye ... Ama artık sert tırmanışlar ve rüzgar yok. Sırt boyunca, önce ölü ağaçların içinden geçiyoruz... Bir ağaç için ne büyük mutluluktur bilirmisiniz, öldükten sonra da geri kalanlara hayat kaynağı olabilmek. Tamda olması gerektiği gibi tabiat ananın işleyişini burada görmek, beni son derece mutlu ediyor. Bu konu hakkında saatlerce konuşabilirim. Ama konuyu dağıtmak istemiyorum. Belki başka bir zaman diyerek, şimdi kaldığımız yerden devam edelim...




Eveet nerede kalmıştık. Ha! Sırt boyunca yürümeye başlamıştık. Evet yine tırmanıyoruz ama bu tatlı bir tırmanış. Dediğim gibi sırt boyunca yürüyoruz. Çıplak meşe ağaçlarının arasından, kayaların kıyısından köşesinden, tek yönlü rüzgarların etkisi ile bayrak formunu almış çamların altından geçip nihayet çıkıyoruz kısmen düz ve çıplak bir alana.



YUNUS EMRE...
Artık Yalama tam karşımızda. Uzatsanız elinizi dokunacakmışsınız gibi. Bu kadar kolaymıydı yani... Kolaymış demek ki... Geldik nasıl olsa diyoruz. Ve son tırmanıştan önce on dakika mola diyoruz... Oturanlar, nefeslenenler, atıştıranlar, sohbet edenler... Ve ben. Dikmişim gözlerimi Yalamaya. Nede olsa At Kayasının ağabeyi. Hani Yunus Emre der ya "Yaradılanı severim Yaradan"dan ötürü" işte o misal, benimde kanım kaynıyor Yalamaya, At Kayasından ötürü...



Hadi bakalım, başlasın tırmanış. Kavuşalım artık şu Yalama'yla... Artık bastığımız yerler kayalık. Ağaç derseniz tek tük. Onlarda rüzgardan ya boynunu bükmüş yada bayrak olmuş...





ACI GERÇEKLER...
Yalamaya doğru yaklaştıkça yerler ve ağaçlar beyaza bürünüyor... Ağaçlar buzdan çiçek açmış gibi. Hava güneşli, görsel şahane ama gerçekler acı... Ellerimizi ve yüzümüzü kesen soğuk, kış mevsiminde olduğumuzu unutturmuyor bize. Düşünün fotoğraf çekmek için sürekli eldiven takıp çıkardığınızı. Soğuktan parmaklarınızı hissetmediğinizi. Bakmayın güneşin ışıl ışıl parladığına. Bende şaşkınım açıkcası, rüzgara karşı güneşin bu kadar kifayetsiz kalışına... Ne var ki burada o kadar çok fotoğrafı çekilecek şey varki. Her şey baş döndürücü güzellikte... Her şeye rağmen, sizlere gösterebilmek adına çekmeye çalışıyorum bol bol, fotoğrafların en güzelini...




Artık çok tehlikeli kaya tırmanışı bölümündeyiz. Neredeyse dört ayak tırmanıyoruz. Ayaklarımızın altındaki kayalar, buzlu ve oynak. Dikkatle atıyoruz adımlarımızı. Yükseliyoruz hızla, başdöndüren, yüreklerimizi pır pır ettiren uçurumların kenarından.



LANET MADENCİLER...
Kimi zaman kayanın bi çıkıntısında durup, bakıyoruz uzaklara... Ve ardımızda kurt kemirmiş gibi cıs cıbıldak ormanları görünce içimiz buruluyor biranda. Buna sebep olanlara, madencilere lanetlerimizi gönderiyoruz... Dayanamıyor çeviriyoruz başımızı sağa doğru. Ve her zamanki gibi başı hareli, ak sakallı Eybek Baba ile göz göze gelince birdenbire yüreğimiz yumuşuyor, içimizi yine bir heyecan yine bir sevgi sarıyor...


Artık yaklaşıyoruz zirveye. Kayalıkların kuzeyinden sola, güneyine doğru tırmanıyoruz artık. Buralar nisbeten daha karsız ve buzsuz. Rüzgâr kesiliyor bıçak gibi, hava ısınıyor birden bire... Ben arkalardayım yine her zamanki gibi. Çünkü benim olayı içselleştirmem, düşünmem, fotoğraf çekmem gerek... Ama öncüler neredeyse zirveye ulaşmak üzereler...



Bende hızlanıyorum. Ama bu hızlanış biran önce zirveye çıkma isteğinden değil. Bu seferlik tek derdim, sırt boyunca tırmanan arkadaşlarımı fotoğraflamak...



DONDURAN ZİRVE...
Saat 13;15. Ve işte bende geliyorum. Ziir-vee-dee-yim artık. Allahım bu ne soğuk, bu ne rüzgar... Kayalar kar, buz içinde. Sanki biranda helikopterle bizi sibiryada bir yere bırakıyorlar. Soğuk, çok soğukkk... Her şeye rağmen ay yıldızlı batonumu havaya kaldırarak zirveye çıkıyorum...

Yazın buranın tadına doyum olmaz belki ama şu an burada biraz daha kalırsak, sanırım Pompei kalıntılarına benzer, Yalama heykelcikleri olacağız...


Hemen alel acele bir iki fotoğraf çekiyoruz. Sonra adettendir deyip birde toplu fotoğraf çekilip, başlıyoruz dönüşe...


90'LIK İHTİYAR...
Dönüş yolumuz farklı olacak. Kayalığın kuzey yamacından ineceğiz. Açıkcası tırmandığımız yerden inişi düşünemiyordum bile. İçten içe seviniyorum... Ama ben nereden bilirdim ki Yalamaya gelmek kadar, gitmeninde kolay olmadığını... İlginç ama inişe geçtiğimiz kuzey cephesi ağaçlı orman bir yapıya sahip. Kardan ve buzdan çok hissedemesekte buzlaşmış karlı kayaların üzerinden, adeta merdiven inen bastonlu 90'lık bir ihtiyar edasıyla, adımlarımızı atıyoruz... Ha düştük ha düşeceğiz...



KAMERADAN BURAYA KADAR...
Kayalığın bu cephesi dahada beter soğuk. Çevremizdeki her şey buz tutmuş. Cep telefonlarımız çoktan dondu bile, bizde donduk donacağız... Artık karlar buza dönüşüyor, insanlar düşüyor. Atraksiyon ve aderenalin, yamaç aşağı yüzüstü düşüp, metrelerce kayanlarla tavan yapıyor... Ve tabi bu anların hiç birisini görüntüleyemiyorum... Kameramın şarzı soğuktan donunca, bu anlattıklarım da sadece bende kalıyor...


Nihayet iniyoruz Yalama ile Eybek dağının arasındaki vadiye... Vadiye inişimizle birlikte ısınıyoruz yavaş yavaş. Yalamayı arkamızda bırakıp, Eybek'e doğru yürüyoruz. Biraz ileride olduğu söylenen bir sayada yemek molası vereceğiz...




SAYA'DA MOLA...
Saat 14;30. Saya'dayız... Oturuyorum dışarıda bir ağacın dibine. Etrafımı seyrederken, atıştırıyorum enerjisi yüksek, miktarı düşük yiyeceklerimden. Arkadaşlarımı soracak olursanız, onlarda bişeyler atıştırıyorlar. Kimisi benim gibi dışarıda, kimisi ise sayada yakılan soba başında...







SAYA'DA HAYAT...
Bu saya şimdilerde virane olsada, bir kaç ay sonra buralar tekrar şenlenecek... Ocağı tütüp, kuzuları meleşecek... Aa bakın, ne diyeceğim. Dilerseniz gelin size bu sayayı tanıtayım biraz. Ha ne dersiniz... Bakın insanlar baharla birlikte geliyorlar buralara. Dağın başı. Yol yok iz yok. Eşyalar yayan veya katırlarla taşınır. Ve soğuklar düşene kadar buralarda kalır, hayvancılık yaparlar... Yani meşakkatlidir sayalarda yaşam... Öyle musluğu sağa sola çevirince sıcak su akmaz çeşmelerinden. Sayada yaşayan yaratıcıdır. Doğaya uyum sağlar. Onlar için bir ağaç çeşme, bir diğer ağaç ise eşyasını koyacağı raftır. Mutfağı, ocağı, tuvaleti dışarıdadır. Dağlarda geceler, yazlarıda çok soğuk olur. Onun içindir ki her daim gürül gürül yanan sobası, olmazsa olmazıdır... Yani zordur sayada yaşamak, hayata tutunmak... Zannetmeyin ki bu yaşam onların keyfi yaşamıdır. Hayır dostlarım, hayır. Bu onların yaşam kavgasıdır. Bizlere keyifli görünen bu yaşam, onların mecburiyeti, varolma mücadelesidir. Yoksa kim istemez ki musluğundan her daim sıcak su akmasını, vahşi hayvan korkusu olmadan gece tuvalete gitmeyi. Ha, söyleyin bana, kim istemez ki her ayın 15'inde bankamatiğin tuşlarına dokunmayı...
İşte bütün bunlar için saygı duyuyorum onlara, dağdan ekmeğini çıkaran bu canlara...




Zaman su gibi akıp geçiyor. Bizim molada burada bitiyor. Başlıyoruz yeniden yürümeye. Kar birikintili patikalardan vurup, çıkıyoruz hemen sağımızdaki vadinin sırtına. Ve işte tam bu anda Yalama ve dahada önemlisi hemen onun arkasından bize doğru bakan At Kayası ile göz göze geliyoruz. Ne büyük bir heyecan. İki kardeşi omuz omuza görmek... Eski bir dostu gördüğüm için sevinçliyim... Sırt boyunca inmeye devam ediyoruz...




Aşağılara doğru indikçe hava dahada ısınıyor, çiçekler böcekler kendini gösteriyor. Sayadan itibaren bol bol mor Çiğdemler süslüyor yolumuzu. Ve adını bilmediğim mavi ve sarı çiçekler.



HİKAYESİ BAŞKA SEFERE...
Vadi boyunca akan minik bir derenin yanına geldiğimizde ise boynu bükük beyaz kardelenler, mutluluğumuza mutluluk katıyor... Kardelenler bir kış çiçeğidir. Narin görünümlerine rağmen kar buz soğuk onları etkilemez. Ve çokta güzel bir hikâyesi vardır... Aşk ve cesaret üzerine... Ama şimdi size uzun uzadıya bu hikayeyi anlatamayacağım. Çünkü gitmemiz gerek... Belki başka bir zamana...





Kardelenlere veda edip, derenin hemen üzerinde ki sırta doğru yürümeye başlıyoruz. Bir süre daha vadi boyunca kayalık ve dar patikalardan yürüyüp, tekrar orman içine giriyoruz.


Ve çok sürmüyor nihayet sabah tırmanışa başladığımız yerin biraz ilerisinden, iniyoruz Kumluca orman yoluna...



Artık londra asfaltı gibi tanıdık bildik yollardayız. Herkes mutlu ve yanındaki ile sohbet içinde... Bende mutluyum. Zihnimde bugüne dair yaşadıklarım, atıyorum adımlarımı neşe içinde. Ve nedense en öndeyim... Ya arkadaşlarım yavaş, yada ben mutluluktan uçuyorum...



Saat 17;00. Kumluca'dayız. Ve bitiyor bu güzel gün. Biniyoruz aracımıza ve geliyoruz Yaşyer köyüne...


Burada yorgunluk çayları içilecek, iki çift yüz yüze sohbet edilecek... Oturuyoruz ortadaki up uzun birleştirilmiş masalara. Soba hemen yanıbaşımızda gürül gürül... İnsanın kalkası yok. Ama artık evlerimize gitmeliyiz. Vakit su gibi. Kalkıyoruz biniyoruz tekrar aracımıza. Ve göz açıp kapayıncaya kadar geliyoruz güzel Edremit'e...


SON SÖZ...
Açıkçası bugünkü parkurun bana bu kadar zevk vereceğini hiç düşünmemiştim. Öyle ya At Kayasına gidemedikten sonra, Yalama'da ne oluyordu ki. Ama oldu! Yalama bugün bize tırmanışıyla inişiyle, buz tutmuş kayasıyla ağacıyla, donduran soğuğuyla rüzgarıyla bize kendini bir güzel anlattı... Kimine ben bir daha buraya gelmem dedirtsede, sanırım benim gibileri buraya gelip gitmekten yalama edecek kadar sevdirdi kendini... Bugün tamı tamına 14 km yürüdük. Çok muydu! Hayır, değil. Zormuydu! Eh.. Soğuk muydu! Çoookk... Ve açıkca söylemeliyimki her şeye rağmen bugün, şu ana kadar yürüdüğüm en güzel parkurlardan birisini yürüdüm... Çok mutlu oldum, çok zevk aldım...

İşte bütün bu duyguları bana yaşattığı için İda Dağcılığın kıymetli yöneticileri Savcı bey ile Ayşen hanıma ve buraları avucunun içi gibi bilen rehberimiz Ahmet bey başta olmak üzere tüm yol arkadaşlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum...

Not: Bu yazıda kullanılan toplam 73 adet fotoğraf'tan 1'inci fotoğrafın çekimi Ahmet Başıbüyük, 52'inci fotoğrafın çekimi İda Dağcılık ve 73'üncü fotoğrafın çekimi ise Sertan Akyol'a ait olup, diğer çekimlerin tamamı bana aittir.

( http://muratinayakizleri.blogspot.com.tr/?m=1 )

Murat Turan - 2020

30 yorum:

  1. Murat bey cok uzun yollardan geldiniz. Üzüntü ile karışık bir merak fırtınası içimizi kapladı Akşamları Aras'a okuduğum yazılarınız Keşke dile gelse de size bizim neler hissettirdiğinizi anlata lise. Her toplumda çekememezlik hasetlik fesatlık ve kıskançlık olası gelmiştir ve nedense hedefde her zaman için sizin gibi değerli insanlar olmuştur .Önemli olan gitmesek de görmesek de yaşamasakta sizlerin sayesinde bu güzellikleri bize ulaşması varlığınız daim olsun.

    YanıtlaSil
  2. Esin Aldemir hanım, öncelikle tekrar hoşgeldiniz bloguma. Ve Aras'ın yanaklarından kocaman öpüyorum. Evet uzun bir aradan sonra tekrar beraberiz. Kim ne derse desin veya ne yaparsa yapsın elimden geldiğince, yazılarımla siz kıymetli okuyucularımın dünyasına girmeye kararlıyım. Sizlerinde, sağlıcakla ve mutlulukla varlığı daim olsun...

    YanıtlaSil
  3. Efsane bir yazı olmuş kardeşim gezi parkurunun zorluğunu iliklerime kadar hissetim.Tebrik ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Serdar Özel bey, Evet bu mevsime göre gerçekten zor bir parkurdu. Ama bir o kadarda zevkli... Tebrik ve güzel yorumunuz için çook teşekkür ederim...

      Sil
  4. 13_18_19_21 nolu resimleri izninizle alıyorum.Kadraj şahane yazı doyumsuz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Can Kuzak bey, dilediğiniz fotoğrafı alabilirsiniz. Beğeni ve yorum için çok teşekkür ederim...

      Sil
  5. Nuray Çolakoğlu27 Şubat 2020 18:01

    "Ama öyle kolay değildir ona hemen ulaşmak... Yol yordam bilmeli, ona kavuşmak için. Acele etmeden, aheste aheste tırmanmalı, bacaklara ağrılar girmeli, sırtı terlemeli insanın. Yani anlayacağınız öyle kolay değildir ona kavuşmak vede onun sizi kabul etmesi..."
    Nasıl bir üslup ve betimleme hayran olmamak elde değil.Harika

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nuray Çolakoğlu hanım, mutlu eden yorumunuz ve ilgi ile takibiniz için çook teşekkür ediyorum. Sağolun varolun...

      Sil
  6. Insanlardan o kadar yoruldumki o Sayfada ömrünün sonuan kadar yaşayabilirim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zehra Karayel hanım, haklısınız bazen yanlızlık ne şatafat nede lüks ister. Yeterki huzur olsun. Her şeyin gönlünüzce olmasını diler, mutlu ve neşeli günler dilerim...

      Sil
  7. Fatma Altınbaş28 Şubat 2020 10:08

    Yazıdan anladığım cok mutlu olduğunuz Kardelenlerin hikayesini biliyorum ama sizin kalemini standı okumayı çok isterim resimler gerçekten çok hoş tablo gibi tebrik ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fatma Altınbaş hanım, haklısınız dağlar ve ormanlar beni her daim mutlu etmiştir. Kardelenlerin hikayesine gelince sözümüz olsun ilk fırsatta anlatacağım sizlere... Tebrik ve güzel yorumunuza çok teşekkür ediyor, esenlikler diliyorum...

      Sil
  8. Ergun Aydınlı28 Şubat 2020 10:16

    Murat Bey yazılarınizi okurken insanın o anda orada olası geliyor anlatımınızdakı akışkanlık ve fotoğraflar ile uyuma insanı mest ediyor,insan kendini orada hissediyor tebrik ederim. Gerçekten okumaya değer Ender bloggerlardansınız

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ergun Aydınlı bey, umarım bir gün gerçekten yazısını yazdığım yerde olursunuz. Kimbilir belkide birlikte yürürüz buraları. Tebrik ve takdirinizden dolayı teşekkürlerimi sunuyor, mutlu günler diliyorum...

      Sil
  9. Tebrikler başarılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bekir Sancar bey, başarı dilekleriniz için çook teşekkür ediyorum... Sağlıcakla kalın...

      Sil
  10. Blogunuzu hemen hemen ilk yazmaya başladığınız andan itibaren okuyorum takip ediyorum dua Sevginiz Mustafa Kemal Atatürk olan bağliliginiz Ailenize olan iletişiminiz benim her zaman dikkatimi çeken sizde bu konuda farklı kılan unsurlar dı ama son birkaç Yazınızda Eşinize ve kızımıza göremiyorum ve bahiste de geçmiyor Uzun sürede araya verince yazmaya olumsuz şeyler duymak istemiyorum açıkçası Çünkü sizi eşinizle ve kızınız da bir bütün olarak görüyorum bir hatam olduysa bir yanlış anlamam olduysa da özür dilerim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bahar Soylu hanım, ilk günden beri yazılarımı okuduğunuzu ve güzel yorumlarınızla beni desteklediğinizi biliyorum. Eşim konusuna gelince, sanırım bundan bir önceki yazımı ve yine Ocak 2020 ayının ilk yazısını okuyamadınız... Ailem ve benim hakkımdaki bu hassasiyetiniz ancak iyi bir dostun endişe ve yaklaşımından başka bişey değildir. Asıl bunun için ben sizlere teşekkür ediyor ve yanıbaşımızdan hiç ayrılmamanız dileğiyle esenlikler diliyorum...

      Sil
  11. Ayhan Subaşı28 Şubat 2020 10:22

    Murat Bey Nisan ayından beri sizin takipteyim Doğu alıngaç tavsiye etmiştin keyifle okuyorum yalnız Doğu okuyamıyor benden okudum sevgilerini saygılarını iletti diyor ki Murat Bey okumak için sınır yok yazı çok güzel fotoğraflar bir o kadar güzel tebrik ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayhan Subaşı bey, öncelikle sıkı takibiniz ve güzel yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum. Doğu Alıngaç bey geçtiğimiz haftada bloğa girme konusunda sıkıntı yaşadığını belirtmişti. Sağolsun varolsun. Umarım ayak izlerimiz hiç kaybolmazda sizlerle de iletişimimiz kesilmez. Sağlıcakla ve mutlu kalmanız dileğiyle...

      Sil
  12. Can dost vatanımızın çok zor dönemler geçer diye Şu zamanda ikimiz acıyarak gözlerimizde yaşlarla Ellerimiz titreyerek hayatımızı devam ettiriyoruz dört bir yanından gelen şehit haberleri ya canımız acıtıyor Dün Gece 33 şehit verdik sabah ezanı okuduğumda Yüzümde minik bir tebessüm buluşturmaya Başaran sana müteşekkirim aslandaki Mustafa Kemal Atatürk imzası benim ne kolunda dövme olarak var alnından öpüyorum can dostum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selim Hızal bey, Şehitlerimizin ruhları şad, milletimizin başı sağ olsun... Evet, çok üzgünüz... Ama dağlar, taşlar ve de yedi düvel şunu bilmeli ki bu akan kanlar boşuna değildir. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal'in imzasını değil batona veya kolumuza yazdırmak; keşke mümkün olsada onun imzasını bu ülkede yaşayan tüm kalplere,fikirlerini de beyinlere kazıyabilsek... Her defasında bu ayrıntılara dikkat edip ön plana çıkardığınız için ben sizlere teşekkür ediyorum. Sağolun varolun, sağlıcakla kalın...

      Sil
  13. Yiğit Zeki Kılınç28 Şubat 2020 10:27

    Abi kendi adına konuşmam gerekirse beni gerçekten mutlu eden yazıların var acaba Nereye gitsem diye düşünüyorum çalışmaktan imkansız olduğunu biliyorum hemen kafama yazılı Gömüyorum Senin Sol Yanında Seninle konuşan konuşa sohbet ede ede bir insan hissedersen o benim seviliyorsun abi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yiğit Zeki Kılınç kardeşim, imkânsiz diye bişey yoktur. Biliyorum gezip gördüğüm yerleri yazarak, fotoğraflayarak sizleri hem mutlu hemde belki oralara gidememenin üzüntüsünü yaşatıyorum. Ama öyle düşünmeyin. Hemen ilk fırsatta zaman yarat, planla ve bana bildir. Bildir ki Kazdağlarını sen benim sol yanımda iken birlikte adımlayıp gerçek senle sohbet edebileyim... Sağlıcakla, mutlu kal...

      Sil
  14. Dilruba Öksüztepe28 Şubat 2020 10:30

    Murat Ustam Yaradanın sana vermiş olduğum bu yetenek Bu bakış gücü güzel Engin Gönül sayesinde Biz de seninle bir nebze mutlu oluyoruz yazamadım çok ağır bir grip Vakası atlattım ama okumayı asla bırakmadım Allah'ım sana güç bir kere de seni okuyup anlama dermanı versin yukarıda arkadaşın belirttiği gibi Mustafa Kemal Atatürk imzası yeni gelen nesillere yeni kuşaklara en büyük mirasımız olsun her konuda dua ile

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dilruba Öksüztepe hanım,öncelikle çook geçmiş olsun. Tabiki önce sağlık. Ben biliyorum ki yorum yapmasanızda beni okuyor, takip ediyorsunuz... Aynı temennilerle ümit ederim ki Mustafa Kemali'in fikir ve düşünceleri ilelebet devam eder... Mutlu ve esen kalmanız dileğiyle...

      Sil
  15. Bakı Başkent28 Şubat 2020 10:35

    Murat kardeşim Dağlar bile kayalıklar bile Kardeş olmayı barış içinde yaşamanin yolunu buldularda biz insanlar bulamadık.Yazi yine ara satırlarda yakalayabilenlere me güzel alt mesajlar veriyor.Saya yasaminin zorlukları biz insanoglunun haline şükretmesi elindeki ile mutlu olması için bir vesile aslında.Koy evine senin adına çok sevindim.Keske imkan olsada aynı yaşamı sürebilsem dedim içinden.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Baki Başkent hocam, Sıra dağların kardeşliğinden bahsederken asıl vurgum aynı coğrafyayı paylaşmalarından kaynaklıydı. Sizinde tespit ettiğiniz üzere,tıpkı insanlar gibi.. Evet her şey göründüğü gibi değildir. Elinde her şey varken, hiç bişey yokmuş gibi mutsuz olan insanlar vardır mesela. İşte bunları bir kaç hafta bir dağın başında Saya'da yaşatmalı bence, varlığın yokluğun ne olduğunu anlayabilmeleri için... Köy evide aslında öze dönme, mutluluğu basit şeylerde bulmadan başka bişey değil bizin için. Düşlediğiniz hayatı yaşayabilmeniz dileğiyle, bu güzel yorum ve düşünceleriniz için teşekkür eder, esenlikler dilerim...

      Sil
  16. Songul Aslı Derman28 Şubat 2020 10:39

    Nihayet kavuştuk Murat Bey okuyup hemen yazmak istedim şimdi Müsaadenizle bir daha kanıksa ya kanıksa ya okumak istiyorum Tebrik ederim bir daha hiç gitmemeniz temennisiyle görüşmek üzere diyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Songül Aslı Derman hanım, tekrar hoşgeldiniz bloguma. Yaklaşık iki aydır tekrar yazıyorum ama sanırım siz yeni ulaşabildiniz bana. Müsaade sizin, dilediğinizce keyfinize bakın ama ne olursa olsun takipte ve mutlu kalın..

      Sil