İzleyiciler

2 Eylül 2020 Çarşamba

YAYLALAR YAYLALAR (29.08.2020)



YAYLALAR YAYLALAR (29.08.2020)
(KIRTIK - SİNEKLİ - GÖLCÜK )


"Ay akşamdan ışıkdır
Yaylalar yaylalar
Yüküm şimşir kaşıktır
Dilo dilo yaylalar "


Son günlerde nedendir bilinmez, dilimde hep bu türkü var. Aslında ne olduysa, geçen hafta Suat abiyle gittiğimiz Karadere Güzlesinden sonra oldu. Madra dağının birbirinden güzel yaylaları, aklımıza bir kor ateş gibi düştü. Daha o gün karar vermiştik, bu sene sonbahar gelmeden, Madra'da ne kadar yayla var ise hepsini adım adım gezmeye. Peki önce hangisinden başlamalıydı. Daha önce hiç gidip görmediğimiz Tilkicik, Kurucaoluk, Yaylacık'tan mı, yoksa ki ilk gördüğümde beni benden alıp, gönlümü uçuran Gölcük'ten mi!... Buda soru mu şimdi. Tabiki önce Gölcük yaylası. Hele birde yanına Kırtık ve Sinekli yaylalarını koydun mu! Ohh!.. Tadından yenmez....

Aklımdan geçenleri hemen yazıyorum, bizim çekirdek yapıdaki Dağtrek grubu arkadaşlarıma. Bu cumartesi için varmısınız diyorum; Kırtık'tan vurup Gölcükt'en çıkalım diyorum... Ama talihsizlik bu ya! Her birinin ayrı ayrı programları varmış. Ee şimdi ne yapacağız. İptal mi edelim yani. Aklımıza koymuşuz bi kere! Ölmek var dönmek yok...


29.08.2020 Cumartesi...

Sabah çook erken kalkıyorum... Erkeksen kalkma. Sabah daha beş demeden başlıyor bizim Kibar Feyzo; " Üürüüü de Üürü..." Diyelim ki kulaklarını tıkadın, biraz daha kestireyim diyorsun. Vay sen misin uyanmayan. Bizim Kibar Feyzo bi kanat çırpışta, hoop havalandığı gibi yattığım odanın penceresinin pervazına konuveriyor. Nasılda gagalıyor pencereyi. Sanırsın zelzele oluyor. Tabi ben her zaman ki gibi; "Vay hergele vay! Ben de seni kesmessem, kesipte suyuna pilav pişirtmessem....." diye söylene söylene atıyorum kendimi dışarı...



Dışarı çıkar çıkmaz bu sefer de köpeklerim, büyük bir heyecanla bir o yana bir bu yana atlayıp, zıplayıp binbir türlü şebeklikle, önce bizim zincilerimizi çöz diye, hav hav da hav hav...

Ayakkabılarımı giyerken; "Yettiniz lan. Teker teker gelin! "diyorum biran ve sonra kendi kendime gülerek, gidiyor açıyorum sarmaş dolaş, köpeklerimin zincirlerini... Ve sonra ver elini Kibar Feyzo'nun kümesi. Önce sular tazeleniyor, sonra temizlik ve yemleme. Follukların kontrolü. Yumurta desen bugünde yok. Oh ne ala hayat. Ye iç, yan gel yat... Kesecem lan hepinizi...

Ooo... Saatler nasılda ilerlemiş. Alelacele biraz kahvaltı, sırt çantasının alınması ve ver elini yollar...



Burhaniye'nin içinden vuruyorum köy yollarına. Köy yolları dediğime bakmayın siz, yollar yağ gibi asfalt. Sadece biraz dar o kadar. Avunduk, Sübeylidere, Kuyumcu, Ağacık, Yabancılar köyü gibi Burhaniye'nin bir çok köyü, bu hat üzerinde. Ben bu köyler içinde, en tepede ve en uzakta olanlarından, Kırtık köyüne geliyorum...


İniyorum burada arabamdan, bir çeşme başında. Kararsızım, yürüyüşe buradan mı başlamalıyım, yoksa Kırtık yaylasına kadar arabayla mı gitmeliyim diye...

Yürüyorum köyün içine doğru ve bir evin bahçesinde, dallı budaklı bir ceviz ağacının dibine bağdaş kurup oturmuş bir köylüye rastlıyorum. Önce ben selam veriyorum. Selamımı misafirperver bir ses tonu ve sıcaklığında alıp, sonra "hoş geldin köyümüze" diyor. Yaylaya gideceğimi, buradan mesafe nedir, yollar nasıldır diye, peş peşe sorular soruyorum. Güzelce izahatta bulunuyor bana ve bir de diyor ki sıcağa kalmışsın, gidebildiğin kadar araba ile git... Teşekkür edip yanından ayrılıyorum...

Bugün kü maksadım Kırtık, Sinekli ve Gölcük yaylalarını tek tek adımlamak. Köylü ile konuşmalarım neticesinde, kısa bir durum değerlendirmesi ile; Kırtık yaylasına kadar yaklaşık 5 km.lik oldukça tırmanışlı, tozlu topraklı bir yolun varlığı, tek oluşum ve birde zaten bugün keşif için burada olduğuma kendimi ikna ederek, köyün ilk yaylasına kadar araçla gitmeye karar veriyorum...




Güya araba ile gidiyorum. Yolun güzelliği, çeşmelerden gürül gürül akan suların davetkarlığı karşısında, kaç defa arabadan indim hatırlamıyorum. Kendi kendime hayıflanıp duruyorum, neden yürüyerek çıkmadım diye...




Saat 10;30. Kırtık yaylasındayım. Arabamı yaylaya girmeden hemen önceki bir bostanın yanıbaşındaki, Kızılçam ağacının gölgesi altına bırakıyorum...




Ve sırt çantamı kuşandığım gibi büyük bir heyecanla, vuruyorum yaylanın içine doğru. Bu yaylaya yıllar önce bir kez daha gelmiş ve gezmiştim. Bakalım yıllar neler almış, neler vermiş bu yaylaya. Hemen şunu belirtmeliyim ki bölgenin karakteristik jeolojik yapısı gereği, yollar; sütlü kahvengi tonlarında, kum toprak karışımı tozlu bir yapıya sahip. Her yerde devasa kayalar var.



Ve evler bu kayaların arasına serpiştirilmiş durumda. Yaylada çayır alan pek göremesem de ağaçlık yapısı ile oldukça da yeşil olduğunu söylemeliyim...


Ve bir yaylanın olmazsa olmazı "ekmek fırını" yaylanın tam orta yerinde... Yürüyorum hafif rampa yukarı, evleri, ekmek fırınını arkamda bırakarak, yaylanın tozlu topraklı yollarında.


Ve çıkıyorum rampa yolun bitiminde ikiye ayrılan yolun sağından, Sinekli yaylasına doğru... Tek başıma yürüyorum ama mutluyum, batonum omzumda, dilimde "dilo dilo yaylalar"...


Ve bir süre sonra karşıdan, arkasında römorku ile bir traktörün bana doğru geldiğini görüyorum. Traktörün şoförü ile el kaldırarak sessizce selamlaşıyoruz, yanımdan geçerken... Ve daha 10 adım atmamışken, arkamdan beklememi söyleyen bir ses ile irkilerek duruyorum birdenbire. Ve geriye dönüp baktığımda, traktör şoförünün elinde bir karpuz ile bana doğru koşturduğunu görüyor, iyice şaşırıyorum. Yanıma gelir gelmez, yüzünde kocaman bir tebessümle karpuzu bana uzatıp, "Kusura bakma senide yolundan alıkoydum emme, şu karpuzu soğuk bi suyun başında yiyiverirsin gayri" deyiveriyor... Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Yurdumda hala güler yüzlü misafirperver insanların olduğunu görmek, mutluluğumu kat be kat artırıyor...


Karpuzu sırt çantama atar atmaz, neşe içinde başlıyorum yürümeye...



Çok sürmüyor bal gibi tatlı sarı erikleri ve sararmış otlar içinde gezinen alacalı erkek tosunların beni karşılaması ile Sinekli Yaylasına giriveriyorum.




Sanırım bu yaylanında, Kırtık köyüne ait olduğunu söylemeliyim sizlere. Evet köyün iki yaylası var ve Sinekli biraz daha derli toplu ve de kalabalık bir yayla durumunda... Bu yaylanın bir meydanı ve diğerinde olduğu gibi birde ekmek fırını var.


  Ama ben bu köyün en çok meydandaki, rengarenk çiçeklerle bezenmiş çeşmesini sevdim... Yine her evin ya önünde yada arka tarafında bir bostanı olması da ayrı bir güzellik veriyor bu yaylaya...



Hava çok sıcak. Aklım sırt çantamdaki karpuzda. Gölcük yaylasına girmeden Künklü'de mola vermeyi düşünüyorum. Onun için Sinekli'de hiç oyalanmadan, düşüyorum yola... Yolumun görseli şahane. Kâh fıstık çamları, kâh kızıl çamlar içinde yürüyorum.


Sonbaharın habercisi eğrelti otları, çoktan yeşilden bakır rengine dönmeye başlamış bile. Ama ağaçların altında, ormanı bir halı gibi kaplayan bu halleri bile insanı mutlu etmeye yetiyor...



Ormanda kimi için son bulan hayat, bir başkası için hayatın başlangıcı olabiliyor. Misal bir bakın şu fotoğrafa. Kesilen yaşlı bir çam ağacının kurumuş gövdesinde ki minik bir çatlakta hayat bulan, şu minicik çam fidesine. Ormanda hayat bu işte. Kimi zaman nemli humuslu topraklar, kimi zaman bir kaya veya ölü ağaç gövdesindeki çatlaklar ana olur, can verir yeni yaşamlara...


Kuş cıvıltıları içinde yürüyorum bir süre daha, "iç benle" konuşa konuşa, ormanda tek başına...


Ve çıkıyorum güneşin yakıp kavurduğu, dört bir yanı çeşmeli Künklü'ye. Nasılda sararmış yeşil çayırlar... Demek ki Künklü'de bu sıcaklara dayanamayıp, sararıp solmuştu. Burayı hep yemyeşil zamanlarında gören ben, üzülüyorum şimdi ister istemez... Hey hat, geçen zaman, en güzel zamanmış meğer....


Burası böyle ise yemyeşil, uçsuz bucaksız Gölcük ne halde acep... İçimde bastıramadığım bir korku ile atılıyorum hemen önümde ağaçlar arasından uzanıp, yaylaya giden yola. Ve bir çırpıda geliyorum, ormandan yaylaya açılan pencereye...




Gördüğüm manzara karşısında biraz şaşkınlık yaşasamda, biranda içimi bir sevinç kaplıyor. Ben bu yaylayı seviyorum arkadaş. Gökyüzü hala masmavi, sararıp solmuş çayır çimen kimin umrunda. Bak bostanlar yeşil hala, danalar mutlu, keyif içinde nasılda otluyorlar. Bu yaylanın, insanın içine huzur veren bir havası var arkadaş. Evler derme çatmadır, lükse yer yoktur burada arkadaş. Başında bir damın olsun, kapında da üç beş kuzun, belki birde yumurtlayan tavukların... Yeterde artar bunlar sana, arkadaş.



Yaylanın içinde biraz gezindikten sonra, mutlu olarak ayrılıyorum Gölcük'ten. Ve tekrar geriye dönüp, Künklü'de oturuyorum bir çeşme başına. Çantamdan, sabahki yol hediyem karpuzu çıkarıp, atıveriyorum hemen, çeşmeden akan buz gibi suyun altına.



Karpuzumu yiyor, uzanıyorum çeşmenin hemen yanıbaşına, öylesine boylu boyunca... Çeşmenin şırıltılı sesi ve kuş cıvıltıları içinde içim geçiyor, gözlerim kapanıyor... Ne kadar böyle kalıyorum bilmiyorum ama yüzümü yalarcasına esen ılık rüzgarla birlikte, uyanıyorum birden bire...


Ağaçların gölgesinden kalkıp, düşüyorum dönüş yoluna. Güneş bi hayli yükselmiş. Hava sıcak mı sıcak. Burası böyle ise Edremit ovası yanıyor olmalı...



Geldiğim yollardan aheste aheste, kâh kendimle konuşarak, kâh gölgemle oynayarak Sinekli'den geçip arabamı bıraktığım Kırtık yaylasına geliyorum...



Ve neşe içinde arabama binip, dilimde "dilo dilo yaylalar" vuruyorum rampa aşağı...

"Komşu kızını zapteyle
Yaylalar yaylalar
Bizim oğlan aşıktır
Dilo dilo yaylalar "


SON SÖZ...

Bu gün sözü nasıl bağlamalı, ne demeli bilmem ki. Yaylalar oldum olası, beni hep mutlu etmiştir. Hele çocukluğumda yaylaya gitmek için can atardım. Mutlu olurdum yaylada dere tepe koşturmaktan, geceleri ocakta yanan ateşin, duvara vurduğu gölgelerle oynaşmaktan...

Sabahları tereyağlı yumurtanın en lezzetlisini yaylada yer, kaymaklı sütleri burada içerdik. En güzel ekmeği de burada yerdik. İnsanlar derme çatma evlerini sıcak yürekleri ile ısıtır, yolu yaylaya düşen kim olursa olsun en güzel şekilde ağırlanırdı.. Hırs, kin, düşmalık nedir bilinmezdi. Herkes elindeki ile yetinmesini bilir, olan olmayanla bölüşürdü, ekmeğini...

İşte belki de bütün bunlar için severim, beni taa çocukluğuma götüren, yaylaları... Bunlar için düşerim yollara, yayla yayla çocukluğumu arar dururum...

Başka yaylalarda buluşmak üzere, hoşçakalın dostlarım, hoşçakalın...

Not; Fotoğrafların çekimleri bana ait olup, içinde insan figürü olmayan tüm manzara veya doğa fotoğraflarını alıp kullanmak serbesttir...


( http://muratinayakizleri.blogspot.com.tr/?m=1 )

Murat Turan - 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder