KAZDAĞI KÂŞİFLERİ İŞ BAŞINDA;
NİYET KARDELEN, KISMET AYIGEDİĞİ (16.10.2020)Bugün Kazdağlarının en ışıltılı ormanlarında, vargit çiçekleri ile bezeli kestane dolu labirent patikalarında çocuklar gibi şen, atlaya zıplaya yürürken, gördüğümüz manzaralar ve de karşılaştığımız mahlukatlarla o kadar mutlu olduk ki anlatılır gibi değil... Ee o zaman sözü fazla uzatmadan, buyrun bugüne, bugünkü fotoromanımsı gezimizin hikayesine...
Epeydir aklımızdaydı kardelen sayasına gitmek, çevresini keşfetmek. Ama araya hep ya bisiklet turları girdi yada yayla gezileri. Ama artık tam zamanı diyoruz kadim yol arkadaşım Suat Yalıç'la...
Her zaman olduğu gibi güne nasıl başladığımı, uzun uzadıya bu seferlik anlatmayacağım sizlere. Çünkü yazılarımın müdavimi olanlar artık, her sabah ne olursa olsun ilk işimin bağ evine gitmek ve orada hayvanlarımı yedirip içirdikten sonra, onlarla biraz vakit geçirdiğimi çok iyi biliyorlar. Onun içindir ki konuyu fazla uzatmadan müsaade ederseniz bugün konuya direkt yürüyüş kısmından giriş yapmak istiyorum...
Evet efendim, işte sabahın bir vakti Gömeç'ten bağ evine gelen Suat abi ile arabamıza atladığımız gibi, düşüyoruz hanlar yoluna. Ve saatler 10;45'i gösterirken, geliveriyoruz yürüyüşe başlayacağımız Çınarlıhan bölgesine...
Daha arabadan iner inmez, yüzümüzü yalayan serin hava ile birlikte bir sevinç dalgası yüreğimizi vurup geçiyor. Özlemişiz Kazdağlarını arkadaş. Neredeyse kaç ay oldu buralara gelmeyeli.
Hiiç oyalanmıyoruz. Sırt çantalarımızı aldığımız gibi vuruyoruz çam kokulu, kuş cıvıltılı rampa yollara. Son iki gündür deli gibi yağan yağmurdan sonra hava açık mı açık, gökyüzü berrak mavi, güneş ışıl ışıl. Ve bizler, ellisini devirmiş yetişkin adam görünümlü, iki koca çocuk sevinçle adeta atlaya zıplaya sek sek oynarcasına tırmanıyoruz rampaları.
Bu yolu bilenler bilir. Bana sorarsanız, Kazdağlarının iki tarafı kızılçamlarla bezeli, yaz kış görseli en şahane yolu bu yoldur. Biraz rampadır. Eybek, Ayıgediği, Döşemedere'ye açılan kapısıdır Kazdağlarının. Ve nereye giderseniz gidin yürüyüşe başlama noktanızdır bu yol. Ve yüreğinizdeki ilk kıpırdanış ve sevinçlerinize sebep olanda bu yolun güzelliğidir. İşte onu içindirki daha yürüyüşe başlar başlamaz, yolun rampa olduğunu unutur bastıkça basarsınız gaza. Taaki arkanızdan yürüyen biri sizi ikaz edinceye kadar... Tıpkı bugünde olduğu gibi...
Çok sürmüyor çıkıyoruz Eybek, Ayıgediği yol ayrımına. Ama biz bugün iki yönede sapmayacağız. Çünkü biz bugün yoldan çıkacağız arkadaş. Bilinmez patikaları yolumuz yapıp, bilinir yapacağız bugün... Nihai hedefimiz Kardelen Sayası. Ama bodoslama değil, tepelerden, kayalardan geçip, bilinmeyen patikaları bilinen yollara bağlayarak ulaşmaya çalışacağız Kardelene.
Ve vuruyoruz "iyi ruhlar ormanın" içinden yukarı doğru. Şimdi diyeceksiniz ki ne "iyisi" ne "ruhu"... Evet haklısınız, bende olsam takılırdım buraya. Galiba bugün ilerleyemeyeceğiz. Ama sakın yanlış anlaşılmasın. Ben bir polisiye roman yazarı değilim, olaya bir esrar havası vermek niyetinde ise hiç değilim. Ancak ortaya bişey atıp, okuyucumu merak içinde bırakmak niyetinde de değilim. Onun içindir ki bir iki cümle ile de olsa konuya açıklık getirmek istiyorum. Evet buraya ne zaman gelsem, garip bir şekilde tüm kötü düşüncelerimden arındığımı hisseder, sonsuz bir huzur duyarım. Sanki ormanın bu kesimine kötü ruhlar hiç uğramamış, pandoranın kutusu hiç açılmamıştır burada. Aslında bir ben değilim burada huzur bulan. Çünkü kiminle gelsem buraya, gayri ihtiyari oda burada durur ve yüzünde dingin bir huzur ifadesi hipnotizma olmuş gibi, fotoğraf çekip durur... Sizde gelin sizde görün...
Güneşin ışıltısı ormanın üzerinde, kızıla kesmiş eğrelti otlarının içinde yürüyoruz. Belli belirsiz bir patikada tatlı bir tırmanış içindeyiz. Bir kaya kütlesinin yanına geliyoruz. Ve Suat abiye dönüp, "işte buradan sırta vurursak direkt sayadayız" diyorum. Ama bizim niyetimiz bu değil. Sonuç itibariyle bugün keşif yapma niyetindeyiz. Dolayısı ile sırta sapmak yerine, bodoslama devam etme kararı ile yürümeye devam ediyoruz...
İyiki de devam ediyoruz çünkü görselide yürümeside şahane bir patikaya çıkıyoruz. Mor çiğdemler, ormanı bir halı gibi örten güneş ışıltılı kızıl eğrelti otlarının içinde yürümek keyfimize keyif katıp, hem gözümüzü hemde gönlümüzü doyuruyor.
Üstelik patika boyunca, bize kestane ikram eden ağaçlarda bonus olup, neşemizi katbe kat artırıyor. Gerçi köylüler toplamış bütün kestaneleri ama yere dökülenlerden kaldığı kadarıyla, topluyoruz bizde nefsimizi köreltecek kadar...
Muhteşem bir yolda yürüyoruz. Ve önümüz sıra bir ses duyuyoruz belli belirsiz. Sanki birileri var biraz ileride. Yürüdükçe sesler dahada yoğun gelmeye başlıyor. Ve ağaçlar arasından bir rampayı aşar aşmaz bir katır ve biraz ilerisinde de kestane toplayan sahibini görüyoruz. Uzaktan uzağa selamlaşıyor, biraz hasbihal ediyoruz. Bu arada bölge hakkında, işimize çok yarayan bilgiler öğreniyoruz. Ve ona çokca teşekkür edip tekrar düşüyoruz yolumuza.
Ve çok sürmüyor. Bir kaç yüz metre sonra Ayıgediği'ne çıkıyoruz. Buraya çıkınca o kadar çok mutlu oluyoruz ki hani vardır ya gurbetten yıllar sonra memleketine dönen insanların tarif edilmez sevinci, işte bizimkisi de tam böyle bir şey... Neyse kendimize geliyoruz. Şöyle bir o tarafa bir bu tarafa gezinip bir taraftan fotoğraf çekiyor diğer taraftanda alternatifli rotamızı gözden geçiriyoruz...
Ve Ayıgediği'nde fazla oyalanmadan tekrar geldiğimiz yoldan dalıyoruz ışıltılı ormanımıza. Çok değil biraz ileriden, kızılçamlar arasında belli belirsiz bir patikadan, vuruyoruz yeniden yukarı doğru. Bu yolu daha önce hiç yürümedik. Tamamen seziler ve de biraz önce karşılaştığımız "katırlı çoban'ın" tarifleri dığrultusunda yürüyoruz. Ama o kadar emin yürüyoruz ki sanki defalarca bu yolu kullanmış gibiyiz.
Ve çok sürmeden kulağımıza gelen çan sesleri ile doğru yolda olduğumuzu anlıyoruz. İşte bakın hemen üst tarafımızda bir keçi, hatta iki, yok yok daha çok keçi var. Evet şu anda bir keçi sürüsünün içine düşüyoruz. Sağdan soldan her yerden keçi çıkıyor. Ve hemen önümüz sıra uzanan oldukça dar bir patikadan tek sıra halinde ilerliyorlar. Suat abi, "Kardeş keçileri takip edelim. Bunlar mutlaka saya'ya gidiyorlardır" diyor. Tamam diyorum ve bir süre onlar önde biz arkada daracık patikada yürüyoruz. Ama çok sürmeden keçi sürüsünün kafasına göre hareket ettiğini ve hatta bırak saya'ya gitmeyi daha da vadi tabanına doğru gittiklerini görünce; " abi, biz yukarı doğru çıkmalıyız" diyor, vuruyorum bodoslama yukarı doğru.
Kısa ama oldukça dik olan rampa, bizi biraz nefes nefese bıraksada, kısa bir süre sonra düzlüğe ulaşıyoruz.
Ve bir kaç adım daha atar atmaz ağaçların arasından mavi brandalı saya ile karşı karşıya geliyoruz. Heyecanlanıyoruz birden bire.
Hızlı adımlarla saya'ya doğru ilerlerken bir inek kafatası buluyor ve yaşımıza başımıza bakmadan çocuklar gibi eğleniyoruz biraz.
Ancak çok sürmüyor bu çocukca eğlencemiz. Sayadan bize doğru bir köpeğin, adeta gök gürültüsünü andıran havlamasıyla saadede gelip, anında olduğumuz yere çakılıp kalıyoruz. Köpek çıldırmış gibi havlıyordu. Ama köpeğin zincirli olduğunu görünce biraz rahatlıyor ve sayaya doğru bir kaç adım daha atıyoruz. Ama yaklaşmak ne mümkün. Büyük cüssesi ve kalın sesi ile köpek öyle bir tehditkar havlıyor ki, zinciri ha kopardı ha koparacak... Etrafta kimsecikler de görünmüyor. Çaresiz biraz geri çekilip, yan taraftan dolaşmaya karar veriyoruz...
Biraz geniş açı ile dolaşıp geliyoruz saya'nın diğer yanına. Bakınıyoruz sağa sola. Kap kacak olduğu gibi bahçedeki masanın üzerinde duruyor. Belliki saya sahibi kısa süreliğine saya'dan ayrılmış. Kimbilir belki ormanda hayvanlarını otlatıyordur, belkide bir iş için köyüne kadar gitmiştir. Her neyse şimdi gerçek olan şey, şu anda yanlızız. Saya'nın yanıbaşındaki kaynak sudan bir güzel içip, biraz nefesleniyoruz. Ama hala saya'nın diğer tarafında kalan köpek, var gücüyle bize doğru havlayıp duruyor. Acıyoruz köpeğe, garibin ses telleri kısılacak diye. Ve saya'nın arka tarafından doğru düşüyoruz tekrar yollara...
Ama çok uzaklaşmıyoruz. Kayalıklarda durup, önce totem ağacımızla fotoğraf çekiliyoruz, sonra kayaların üzerine oturup biraz sohbet edip, dönüş rotamızı belirliyoruz yeniden...
Saat 14;00. Artık dönüş zamanı. Kışın buraya çıkarken kullandığımız yoldan döneceğiz. Artık tırmanış yok, sadece iniş var. Ancak belli bir yol, iz, patika yok... Yine sezilerimizin kulağımıza fısıldadığı yerlerden, devasa kayaların yanından üstünden, kızılçam ormanlarının bodoslama içinden, direkt tepe aşağı, ayağımız nereye denk gelirse oraya buraya basaraktan, atlaya zıplaya yürüyoruz. Ve nihayet sabah gelirken yürüdüğümüz, nisbeten daha düz ana patika yola çıkıyoruz. Suat abi ve ben, ikimizde çok mutlu oluyoruz, sabah ki ana patika yolu yakalamaktan... Ama bu mutluluğumuz, çook kısa sürüyor... Çünküü... Suat abi "kardeş çok özür dilerim ama geri dönmemiz gerekiyor" deyince. "Hayırdır abi" diyorum. "Gözlüğüm diyor. Güneş gözlüğüm yukarıda, sayanın orada oturduğumuz kayalıklarda kaldı." deyince, hiç ikiletmeden "tamam" diyorum...
Hadi başlasın tekrar tırmanış. Çok değil, hepi topu bir buçuk kilometre, ya var ya yok...
Neredeyse koşar adım, kan ter içinde kalarak çıkıyoruz tepeyi. Bir iki defa ısrarla "abi sen gelme, ben bakar gelirim" desemde Suat abi'de geliyor benimle. İyikide geliyor. Gözlüğü oturduğu kayanın kenarına koyduğunu söylüyordu ama biz ne kadar kaya varsa altını üstüne getirmemize rağmen, maalesef gözlüğü bulamıyoruz. Artık çaresiz, "Abi gözlüğü herhalde başka bir yerde düşürdün. İstersen biraz daha bakalım ama burada yok" diyorum. O da çaresiz ve üzgün kabulleniyor. Ve tekrar düşüyoruz dönüş yoluna. Tadımız biraz kaçsada, Suat abiyi tanıyanlar bilir ki olay orada kalmıştır. Daha ne dertlenir ne de dövünür. Yüzünden eksik olmayan gülümsemesi ve en pozitif bakış açısıyla, önüne ve geleceğe bakar sadece. Bence bu büyük bir meziyet. Sıfır stres, bol neşe... Vallahi bravo... Keşke biz de bu bakış açısıyla, hiç bir şeyi kafaya takmadan yaşayabilsek hayatı...
Geliyoruz yine bizim " iyi ruhlar ormanına". Ama bu sefer hemencecik içinden vurup geçmiyorum. Sarılıyorum en yaşlısından iyi ruhlu bir kızılçamın gövdesine. Yüreğimi yüreğine yapıştırıyorum bir süreliğine. Ve kollarımı ondan çözdüğümde, tüm negatif düşüncelerimden arınmış olmanın hafifliği ile tekrar koyuluyorum yola...
Eybek Hanlar yol ayrımındayız. Saatler öğlenin üçünü gösteriyor. Oturuyoruz bir çeşme başına ve küçücük bir ateş yakıyoruz, sıcacık bir çay için... Ve sonra, bir dilim kek ve çay ellerimizde başlıyoruz sohbete. İkimizde bugün çok mutluyuz. Hava şahane, bugün keşfini yaptığımız parkur ise daha da şahane. Konuşuyoruz yine hayata dair ne varsa. Bazen geçmişten, bazen gelecekten, insanlardan, hayvanlardan ve en çokta tabiattan...
Artık gitme vakti. Bi çırpıda toplanıp, düşüyoruz yeniden yola. Arabamız çok yakında. Acelemiz yok. Orman mı bizi bırakmıyor yoksa ki bizmi dağlardan ayrılmak istemiyoruz bilemiyorum ama sabah koşarcasına çıktığımız rampayı, şimdi aheste aheste ayaklarımızı sürüyerek iniyoruz...
Saat 16;00. Ve arabamızı bıraktığımız yerdeyiz. Mutlu ve küçükte olsa tatlı bir yorgunlukla arabamıza biniyor, düşüyoruz evimizin yoluna...
SON SÖZ...
Bugün bizim için keşif günümüzdü. Bilinmezi bilinen yaparken aynı zamanda tabiatın da zevkine varma günüydü bugün... Evet bugün gerçekten Eybek ile Ayıgediği arasını neredeyse altını üstüne getirdik. Patikaları patikalara, bilinmezi bilinen yollara bağladık. Güneşin içimizi ısıtan ışıltıları içindeki ormanda huzur bulduk. İnanılmaz güzel sohbetlerimiz de oldu, sessizliğimiz de. Şarkılar mırıldandık, sıcak çaylarımızı içip, tatlı keklerimizi yedik. Dikenleri ellerimize bata bata kestane topladık, avuç avuç... Sözün özü riyakar insanlardan, ölümcül teknolojiden ve de korona'dan uzak, çook güzel bir gün geçirdik...
Ve bütün bunlar için bugün bana yol arkadaşlığı yapan, kadim aile dostumuz Suat Yalıç'a, çook teşekkür ediyorum...
Not; Bu yazıda kullanılan toplam 37 adet fotoğraftan, 9, 31 ve 37'inci fotoğrafların çekimi Suat Yalıç'a ait olup, diğer fotoğraf çekimleri bana aittir. İçinde insan figürü olmayan tüm manzara veya doğa fotoğraflarını alıp kullanmak serbesttir...
( http://muratinayakizleri.blogspot.com.tr/?m=1 )
Murat Turan - 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder